Hayâli Suat Veral; “biz inatla ‘Bir gün gelecek siz ve çocuklarınız o televizyondan bıkacaksınız ve yavaş yavaş yozlaştığınızın farkına varacaksınız!’ diyoruz. Çünkü insanların zamanla kendi öz değerlerine döneceklerine inanıyorum” dedi.
Bir perde ve bir anlatım, Geleneksel Türk Gölge Oyunu “Karagöz ve Hacivat...” Bazen güldürüp bazen düşündüren bir yansımadır “Karagöz ve Hacivat”. Birçok ülkenin “bizim” diyerek sahip çıkma çabasına rağmen, UNESCO tarafından “Türk Gölge Oyunu” olarak onaylanan millî bir değerimiz. Peki, yeteri kadar farkında mıyız bu değerin?! Bunca zaman ne söyler, neyi dillendirir, neyi anlatır bize... Yıllar yılı kültürel ve sosyal anlamda bir sesleniştir aslında Karagöz ve Hacivat. Bu seslenişi duyabilmek adına, Usta çırak yolu ile yetişen, dört yüz elliye yakın olan tasvirlerini kendi el emeği ile üreten, “Karagöz ve Hacivat” oyununu da en güzel ve doğru şekilde icra etmeye gayret eden Hayâli Suat Veral ‘ı dinliyoruz...
Sizi “Karagöz ve Hacivat” perdesine çeken etkenler nelerdi?
Ailede var oluşu en büyük etkendi. Ortanca ağabeyim bu sanat ile uğraşıyor ve Ayhan Ustadan yetişiyordu. Geleneksel Türk Gölge oyununda, kuşaktan kuşağa geçen el verilme olayı çok nadirdir. Ben bu halkada üçüncü kuşağım. Bizden sonra ise, ilk bayan hayâlî olma unvanına sahip, bizden yetişen Merve İlken olacaktır inşaallah. Çok uzun yıllar aktif bir şekilde amatör ve profesyonel anlamda top oynamama rağmen, ağabeyimin bu mesleğe ilgisini görünce merak ettim. Kendisine, “Ben de yapabilir miyim?” diye sorduğumda, “Sen yapabilecek bir meziyete sahipsin...” diyerek bana cesaret verdi. Böylelikle ben de on beş-on altı yaşlarımda bu sanata gönül verdim.
GELENEKSEL TÜRK GÖLGE OYUNUNDA İŞE TASVİR YAPMAKLA BAŞLANIR
Geleneksel Türk gölge oyunumuz “Karagöz ve Hacivat” neleri ihtiva eder?
Toplumumuz, geleneksel Türk gölge oyunlarında hep oyunla iştigal edildiğini düşünür. Hâlbuki burada işe tasvir yapmakla başlanır. Atalarımız da, Karagöz ve Hacivat’ı perdeye koymadan önce deve derisinden tasvirler yapmışlar. Fakat günümüzde dana derisi de kullanılıyor. İçerikte bunları tasarlamanız, şekillendirmeniz ve kesmeniz gerekiyor. Biz, geçmişte yapılmış olan tasvirlere ek olarak, sanat ve zanaatımıza biraz daha renk katıp zenginleştirerek tasvirlerimizi çoğalttık. Çok şükür ki, otuz iki yıllık sanat hayatımızda kendimizi ispatladık. Gazi Üniversitesi ve diğer Güzel Sanatlar bölümündeki hocalarımız tarafında da bunlar tasdiklendi. Bu değerlerin topluma mâl olmuş bir noktası ve sorumluluğu söz konusu. Geleneksel Türk Gölge Oyunu sadece Karagöz ve Hacivat’tan oluşmuyor. Yan karakterler dediğimiz “Bebe Ruhi, Zenne, Tuzsuz Deli Bekir” ile geçmişteki insanlarımızın geleneksel hayat biçimlerini tasvir etmek gibi çok güzel bir noktası söz konusu. Toplumumuz tarafından bu işin sadece oyun tarafı biliniyor. Geleneksel Türk Gölge Oyununu, coğrafi noktada bir bütün olarak perdeye yansıttığınız zaman, insanlar izlediği şeyi anlamaya başlıyor. Aslında o kadar önemli bir değer, bir kültür, bir sanat ki bu! Dünyanın hiçbir yerinde böyle güzel bir sanat, böyle güzel bir kültür yok.
Tarihi anlamda doküman olarak bu değerlere dair sağlam kaynakların olmadığı söyleniyor! Sizce, bu sanat Türk milletinde nasıl oluştu ve kalıcı oldu?
Geleneksel Türk Gölge Oyununun başlangıcı Karagöz ve Hacivat ile olmuş. Tarihçesinde Orhan Gazi döneminde Bursa Ulu Camii’nde yaşanmış olan malûm bir hikâyesi vardır. Diğer bir rivayet ise Mısırlılardan geldiği ve oradan da Anadolu’ya yayıldığıdır. Kimlik olarak bakıldığı zaman Karagöz ve Hacivat’ın esnaf olduğunu düşünmek lâzımdır. Hacivat (Hacı İvaz) Mekke ve Medine arasında gidip gelen, tasavvufun içinde bulunan bir zattır. Taviz vermeyen kişisel yapısıyla gerçekten eğitici ve öğretici bir kimliğe sahip olduğu belli oluyor. Aynı zamanda bir duvarcı ustası bu zat. Karagöz de demirci ustası imiş. Karşılıklı dükkânları olduğu ve atışmalarının esprilerinin oradan başladığı söyleniyor. Rivayete göre birinin duvarcı ustası diğerinin ise demirci ustası olması hasebiyle yolları Ulu Cami’nin inşaatında birleşiyor. Esprilerini bu sefer de caminin inşaat alanına taşıyorlar. O dönemde onların etrafındaki insanlar işitsel anlamda hep mutlu olmuşlar. Haliyle bu durum inşaatın geri kalmasına sebep olmuş. Verilen tarih ve zamanda bitmesi gereken yapının bitmemesiyle, esprilere katılanlarla birlikte “Yapmayın! İnşaatın yavaşlama süreci padişaha ulaşıyor!” diye ikaz alıyorlar. Derken padişahın huzuruna çağrılıyorlar ve Padişah tarafından da ikaz ediliyorlar. Fakat Karagöz ve Hacivat yapılmaması gerekeni yapıyor ve bu ciddî uyarıyı da alaya alıyorlar. Sonuç olarak bir ulak ile kellelerinin uçurulduğu haberi geliyor. Böyle nahoş hikâyelerden bahsedilir.
ONLARI İYİ TANIMIYORUZ
Gerçekliği günümüzde de hâlâ tartışılıyor. Sizin bu hikâyeler hakkındaki kanaatiniz nedir? ?
Ben bu hikâyeye zerre kadar inanmıyorum. Çünkü Osmanlı döneminde ilim-irfan sahibi olan zatların padişah tarafından korunduğunu, iyi yetişmeleri ve yaşamaları noktasında her türlü desteğin sağlandığını biliyoruz. Bu zatlar da topluma mâl olmuş insanlardır. “Padişah tarafından saraylarda yaşatıldılar ve çok güzel ihtimam gördüler!” rivayeti de zaten bu düşüncemizi destekliyor. Bu konuya dair on bir tane rivayet var. Ama biz maalesef ki bir kısır döngüye giriyoruz. Çünkü Karagöz ve Hacivat’ı iyi tanımıyoruz.
MESELE TASVİRİ YAPMAK
Önceki dönemlerde Karagöz ve Hacivat perdesiyle sürekli bir anlatıma gidilirdi. Bu perdedeki akis neden kesintiye uğradı ve günümüzde ne durumdadır?
Herkes tarafından dillendirilen; “Karagöz ve Hacivat bitti, yok oldu!” ifadeleri… Bunun sebebi televizyon, çizgi filmler ve daha birçok etken olabilir. Siz işinizi doğru yapıp gerçekten severseniz, geleneksel Türk Gölge Oyunu kimliğinin bir ticaret unsuru olmadığını, sorumluluklarının olduğunu düşünürseniz, fedakârlıklarla beraber Karagöz ve Hacivat’ın topluma anlatılma noktasını hesap ederseniz toplum da bunu anlama noktasına gelmeye başlar. Bu çabanızın neticesinde zaman içerisinde de siz çizginizin doğruluğunu görürsünüz zaten. Diğer taraftan bakacak olursak eğer, siz de başkaları gibi -maalesef ki Karagöz ve Hacivat camiası da dâhil buna- “Karagöz ve Hacivat yok oldu, bitti, usta yetişmiyor!” demeye devam ederseniz eğer, olduğunuz yerde saymaya başlarsanız. Bu kültürü taşıyamaz ve anlatamaz hale gelirsiniz. Mesele tasviri yapmak, oyunu oynatmak değildir. Mesele, bunu doğru bir kimlik ile anlatabilmek, özverilerde bulunabilmektir. Karagöz ve Hacivat Türkiye’nin millî gururudur. Karagöz ve Hacivat dünyada tanınıyor. Bugün biz Amerika, Kanada, Fransa, İtalya, İngiltere vs. festivaller çerçevesinde gidip Karagöz ve Hacivat’ı anlatıyoruz. Bu ilmeği kendi dışınızdaki ülkelere de anlatabiliyorsanız, dünyada bir gölge oyunu varsa, sizin zaten yeriniz ve kimliğiniz hazırdır. Bugün komik ve acı olan şey ise, bu konuya eğilim noktasındaki eksikliğimizin nerede olduğunu bulabilmekle alâkalı bir çabamızın olmamasıdır! Ben bu sanatı otuz iki yıldır icra ediyorum. Meslektaşlarım veya halktan çoğu insan, “Siz sadece bununla mı ayakta duruyorsunuz?” diye soruyorlar. Aslında “Bununla mı?” sorusunun arkasında yine “Bu yok oluyor! Böyle bir kültür mirası kayboluyor. Artık televizyon filmleri, karakterleri var!” düşüncesi yatıyor. Ama biz inatla “Bir gün gelecek siz ve çocuklarınız o televizyondan bıkacaksınız ve yavaş yavaş yozlaştığınızın farkına varacaksınız!” diyoruz. Kendim bu kültürü sevdiğim ve icra ettiğim için söylemiyorum bunu. Üç çocuk babası olduğum için söylüyorum. Çünkü insanların zamanla kendi öz değerlerine döneceklerine inanıyorum…
BİR KARAGÖZ VE HACİVAT MÜZESİ YOK!
Geleneksel Türk Gölge Oyunu “Karagöz ve Hacivat” adına sizi üzen, diğer taraftan size katkı sağlayan şeyler nelerdir?
Düşünün ki, bugün İstanbul’da bir Karagöz ve Hacivat müzesi yok! Ben kendi çabalarım ile kurduğum atölyemde çalışıyorum. Kimseden destek görmeden yıllarca çaba sarf ederek kurdum burayı. Bugün hem medyaya hem de gençliğe cevap veren bir yerdir burası. Benim hayatımda ümitsizliğe hiçbir zaman yer olmadı. Çünkü duâ alıyorsunuz. Duâ aldığınız bir noktada siz gelene nasıl, “Geldin, ama hadi bana para ver!” diyebilirsiniz ki? Ben hayatımı o çizgiler içerisine kuramadım. Evet, benim de bir ailem var ve para herkese lâzım. Ama zaman içerisinde paradan çok daha üstün şeylerin varolduğunu görüyorsunuz. İletişim ile çocukların Karagöz ve Hacivat’a bakış açısını gördüm. Çocuklar her şeyi alabilir, anlayabilirler, fakat Karagöz ve Hacivat farklı bir tılsımdır. Siz neyi verirseniz insanlar onu alıyor. Bizim katıldığımız bir festivalde hiç konuşmayan bir çocuk Karagöz ve Hacivat sayesinde konuştu. Biz de anne ve baba ile iletişim kurduk. Karagöz ve Hacivat’ı biz icat etmedik. Sadece bu toplumun bir bireyi olarak sevdik ve bu değere sahip çıkabilmek, genç nesillere aktarabilmek adına çaba sarf ettik. Benim iddiam odur ki eğer “Karagöz ve Hacivat” şu zamanda anlaşılmazsa başka hiçbir zaman anlaşılmaz!
O perdenin arkasından ön tarafa yansıyacak olan şey çok önemlidir. O perdenin arkasındaki “Hayalî” karakteri nasıl biri olmalı ki diğer taraftaki kişiye gerçekten bir şeyler katabilsin?
Öncelikle bu sanatın temel değerlerine sahip çıkması, terbiyesine, edebine dikkat etmesi gerekir. Ben Karagöz ve Hacivat’ı zanaat ve aynı zamanda da sanat olarak değerlendirdiğim için bazen buradayım bazen de geçerim atölyemde çizimler yaparım. Karagöz ve Hacivat’ı yansıtacağım, toplumla birleşeceğim o sahnede çocukların ve aile bireylerinin varolduğu bilincini hep taşırım. Seyirci bizi izlerken absürt noktada bir şeyler sunmamaya özen gösteririm. Karagöz ve Hacivat’ı izleyen, dinleyen insanların bir bilinç içerisinde gülmesini, gülerken bile düşünmesini ve bu düşünceleri kendi sosyal hayatlarına taşıyabilmesini, anlatabilmesini dikkate alırım. Geçmişte Karagöz ve Hacivat’ı öyle noktalara sokmuşlar ki! Bunu yapanları esefle kınıyorum ve tarihin içerisinde yer aldıkları için de utanıyorum.
ASLA LEVENT KIRCA’NIN DEDİĞİ GİBİ DEĞİL
Güldürürken düşündürmeye biraz değinebilir miyiz?
Güldürürken düşündürmek çok önemlidir! Ama bunu da çizgisini bozmadan yapmak gerekir. Karagöz ve Hacivat’ın gerçek kimliğini oluşturmak lâzımdır. Allah’tan, Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesinde yazılmış bir Karagöz ve Hacivat var. Çocuklar etrafımıza toplandığı zaman onları Karagöz ve Hacivat ile konuşturuyorum ben. Bir çocuğun kahvaltı yapmadığını, süt içmediğini, beyaz peynir yemediğini düşünün. Karagöz ve Hacivat onu dinliyor ve “Sen peynir yemelisin!” diyor. Dertleşiyor onunla. Karagöz “Ağzını aç bakayım!” dediği zaman açıyor. Bana açmıyor. Ben perdenin arkasındayım, Karagöz’e açıyor. Çocukla Karagöz iletişim kurar mı? Kurar elbette! Bugün çizgi filmlerden, Pepe’den bahsediyoruz. Peki iletişim var mı? Ne kadar var? İşte o tartışılır. Görsel anlamda sadece bir Pepe var. Fakat Karagöz ve Hacivat’ın çocuklar ile direkt diyaloğu söz konusu. Bulunduğumuz her ortamda Karagöz ve Hacivat çizgisini koruyarak, çocuklarımızı da o sahnenin içine dâhil ederek Karagöz ve Hacivat oynattık biz. Onlar bize ayna oldular. Perdemiz ayna, ama o aynanın içinde biriken bir Türk halkı var. Levent Kırca ve tiyatro anlamında bugün kim varsa, Karagöz ve Hacivat’ı kelime anlamında kullanmışlardır. Onlar da eline yüzüne gözüne bulaştırmışlardır. Levent Kırca bir programında “Bizim örneklerimiz kendi geleneksellerimizden gelmiştir. Biz bu esprileri onlardan taşıdık!” demişti. Asla böyle bir şey yoktur! Birileri Karagöz ve Hacivat’ı hak etmedikleri noktada hak etmedikleri kelimelerle kullanıyor! Zaten tam olarak yaklaşmayan toplumumuz da bu yüzden uzaklaşıyor. Biz bu noktada diyoruz ki “Karagöz ve Hacivat’ı kullanmayın. Herkesin edebi de edepsizliği de kendine aittir!..
Röportaj: Melek ŞAFAK
Haber Merkezi