Çetin bir konunun anlaşılmasına mâni olan perdeler vardır.
Anlatanın yetersizliği, üslûbunun kifayetsizliği, mananın çok hassas yahut çok kıymetliliği ve anlatılan mevzunun alışılmışın dışında olması gibi zihne nazlanan manalar, şevki artırmak, kendini hemen göstermemek ve dolayısıyla kıymet ve ehemmiyetini artırmak gibi hususları unutmamak lâzımdır.1
Kadere iman konusunun tam anlaşılamaması, farklı duygu ve davranış şekillerine yönlendiriyor. Bunun önüne geçebilmek için şöyle düşünülmeli:
Bir saray farzedilsin ki yüz kapısı var ama hepsi kapalı. Bir tek kapının açılmasıyla o saraya girilir, öteki kapılar da açılır. Eğer bütün kapılar açık olsa, bir iki tanesi kapansa, o saraya girilemeyeceği söylenemez.
İman, işte o saray, hakikatleri de kapıları olsun. Her bir delil, bir anahtardır; ispat ediyor, kapıyı açıyor. Bir tek kapının kapalı kalmasıyla o iman hakikatlerinden vazgeçilmez ve inkâr edilemez. Şeytan ise, bazı sebeplere binaen ya gaflet ya da cehalet vasıtasıyla kapalı kalmış olan bir kapıyı gösterir, ispat edici bütün delilleri gözden düşürür. “Bu saraya girilmez. Belki saray değildir, içinde bir şey yoktur” der, kandırır.
Şeytan, iman hakikatlerinin sağlıklı muhakeme edilmesine mâni olmak için insanın doğru düşünmesini ifsat ediyor. Şöyle ki: Bir imanî hakikati ispat eden yüzlerce delilin hükmünü, onun var olmadığını zannettiren bir emare ile çürütmek ister. Hâlbuki “Bir ispat edici, yüz inkârcıya tercih edilir.” sözü kabul edilen bir kaidedir. Bir davayı ispat eden bir şahidin hükmü, yüz inkârcının sözünden üstündür.
Müslüman, kaderin varlığına inanır, nasıl işlediğini bilme konusunda yetkili ve sorumlu değildir. Açılmayan, delilsiz ve anahtarsız kalmış veya anlama kapasitesinin üzerindeki konuları zorlamanın hiçbir anlamı yok. Kaderle alâkalı anlaşılabilecek o kadar çok konular var ki onlara sahip çıkıp, anlayıp, şükredilmelidir.
Alınan bilgisayar ve onunla ilgili işletim sistemi ve bütün programların bilinememesi ondan faydalanılamayacak ya da kullanılamayacak anlamına gelmez. Her insan, bilgi ve tecrübesine göre bilgisayardan faydalanır. Kader meselesi de öyledir.
Ağaç misali bu konuda da yardımcı olacak. Meyveli ağacın yanında bulunan her boydaki insan, boyunun uzunluğuna oranla o ağaçtan faydalanması artar. Aynen onun gibi kader ağacından herkes kametine göre nasibini alır ama az, ama çok. Yine de ifade edilmeli ki kader konusu deşildikçe deşilen ve yine de hâlledilemeyecek konuların olacağı unutulmamalıdır.
Hem, bazı konular zamanla anlaşılmaktadır. İnsanın yaşı, duyguları, bulunduğu ortamı, çevresi gibi anlamayı etkileyen pekçok sebeb vardır. Acıkıldığı zaman yenilen yemek, vücutta lazım olan yerlere ihtiyaç miktarınca ulaştırılıyor ve her organın ihtiyacı karşılanıyor. Bir müddet sonra midede bir şey kalmayınca “Ben bu yemekten bir şey anlamadım!” denilmesi ne kadar akıllıcadır? Okunan, dinlenilen ve yaşanan her imanî konu, akıl süzgecinden geçirilerek düşünce dünyasında sindirilip, manevi organlara ulaştırılıp, ihtiyaçları karşılanmaktadır. Farkında olunsa da olunmasa da bu işlemler, böylece cereyan etmektedir. Kader konusu da böyledir. Dolayısıyla kadere iman konusunda sabırla hakikatleri anlamaya gayret edilmeli. Şimdilik anlaşılmayanlar için de Allah’tan yardım dilenmelidir.
İman ve İslâm’a ait meselelerin bir kısmı emredildiği için yapılması gereken ibadetlerdendir ki buna taabbüdî denilir. Bunlar aklın muhakemesine bağlı değildir, emredildiği için yapılır, illeti Allah’ın emridir.2
Kadere iman konusunun her meselesinin idraki aklen mümkün olmaz, anlayamayacağımız hususlar çıkacaktır, onları da genel anlamda kadere iman çerçevesine almak gerekecek.
Bakara’nın 286. Ayeti’nin “Allah, kimseye kaldıramayacağı yükü yüklemez” çerçevesinden bakıldığında kadere iman, kaldırabileceğimiz iman esaslarındandır yeter ki had ve hududu aşılmasın, emredilen alanda kalınsın.
Dipnot:
1- Said Nursi, Muhakemat, s. 55 2 Said Nursi, Mektubat, s. 468