İnsanlar düşündükleri şeyleri yapmadan önce kâr-zarar hesabı yaparlar.
Bazı insanlar kendilerine faydası ve zararı olup olmadığına bakarken, bazıları ise diğerlerini de düşünürler. İnsanın himmeti ne kadar genişse, medeniyet anlayışı da o kadar derin olur. Bu sebeple “Bir adamın kıymeti, himmeti nispetindedir. Kimin himmeti milleti ise, o kimse tek başıyla küçük bir millettir,” der Bediüzzaman Said Nursî. Yani bir insan sadece kendisini değil, ailesini, topluluğunu ve milletini düşündüğü ölçüde medenîdir.
Ancak medeniyet sadece topluma fayda sağlama bilinciyle sınırlı değildir. Bediüzzaman, insanın fıtraten sosyal bir varlık olduğunu ve başkalarıyla olan ilişkilerinde medenî olmak zorunda olduğunu şu sözlerle ifade eder: “Kimin himmeti yalnız nefsi ise, o insan değil. Çünkü insanın fıtratı medenîdir. Ebnâ-yı cinsini mülâhazaya mecburdur. Hayat-ı içtimaiye ile hayat-ı şahsiyesi devam edebilir.” Bu sözler, insanın cemiyet hayatı içinde, diğer insanları düşünerek hareket etme mecburiyetini vurgular.
Bu derin düşünceler zihnimde dönerken, bir gün bisikletle evlerden uzak bir bölgeye gittim. Kimsenin görmediği arsaların çöplüğe dönüştüğünü fark ettim. İnsanlar, etrafta kimse yokken çöp atmanın yanlış olmayacağını düşünerek buraları kirletmişlerdi. Yaya geçidinde yol vermeyen sürücüler, toplu taşımada kuralları çiğneyenler... Bunlar, medeniyetin ne kadar zarurî bir ihtiyaç olduğunu bana bir kez daha hissettirdi.
Sonra kendi davranışlarıma döndüm ve birçok gayr-ı medenî tavrım olduğunu fark ettim. Ancak şunun da farkına vardım ki, medeniyet sadece başkalarını eleştirmekten ibaret değil; asıl medenîlik, önce kendimize bakmak ve daha iyi bir toplum için değişime kendi içimizde başlamaktır. Biz medenî olursak, diğer insanlara da güzel bir örnek teşkil ederiz ve toplumun genelinde olumlu bir dönüşüm başlamasına katkı sağlayabiliriz.