Türk siyasetçi, gazeteci ve şair Osman Yüksel Serdengeçti, vefatının 35. yılında yad ediliyor. Büyük İslam Alimi - Mütefekkiri Üstad Bediüzzaman Said Nursi ve Nurculuk hareketini anlatan en güzel yazılardan birini kaleme alan Osman Yüksel Serdengeçti'yi vefatının 35. yıl dönümünde rahmet ve duayla yad ediyoruz.
Serdengeçti'nin Risale-i Nur'dan Tarihçe-i Hayat eserinde yer alan yazısını okumak için tıklayınız
Aralarında Ahmet Hamdi Akseki ve Hacı Salih Efendi gibi isimlerin de bulunduğu alimler yetiştirmiş bir aileye mensup olan Osman Yüksel Serdengeçti, Antalya'da 1917 yılında dünyaya geldi.
Gazeteci, yazar ve şairin asıl adı Osman Zeki Yüksel olmasına rağmen, Serdengeçti dergisinde bu imzayla çıkan yazılarından dolayı Osman Yüksel Serdengeçti olarak tanındı.
İlkokulu Akseki'de, ortaokulu yatılı öğrenci olarak Antalya'da okuyan, lise hayatına ise Ankara'da devam eden Serdengeçti, girdiği Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinde ikinci sınıf öğrencisiyken Mayıs 1944'teki olaylara karıştığı gerekçesiyle eğitimini tamamlayamadı.
Nihal Atsız ve Alpaslan Türkeş ile birlikte bir süre tutuklu kaldı, Malatya'da Necip Fazıl Kısakürek'e hapishane arkadaşı oldu, serbest bırakılınca öğrenimine devam etmek istemesine rağmen buna izin verilmedi.
Serdengeçti, dönemin Milli Eğitim Bakanına hitaben yazdığı bir mektup nedeniyle yeniden hapishaneye gönderildi, serbest kalınca da yeniden Serdengeçti dergisini çıkarmaya başladı.
"Serdengeçti" dergisinin sahibi olan aynı zamanda yazı işleri müdürlüğünü yapan usta yazar, "Allah, Vatan, Millet Yolunda" cümlesinin her sayısında başlığın altında yer aldığı bu dergiyi 1947 ile 1962 yılları arasında 33 sayı olarak çıkarmaya devam etti.
Yazar, 1952 yılında çıkardığı "Bağrıyanık" adlı mizah gazetesinde ise yine başlığın hemen altında "Hak yolunda bağrı yanık yolcular" sözüne yer verdi.
Politikaya da atılan Serdengeçti, 1965-1969 yılları arasında Adalet Partisi'nden Antalya milletvekilliği yaptı.
Yeni İstanbul gazetesinde "Selam" başlığı altında yazı ve fıkralar yazdı.
Serdengeçti'nin gazete ve dergilerde, kitaplarına girmemiş çok sayıda makalesi de bulunmaktadır.
İslam inancına samimiyetle bağlı bir dava adamı, politikacı, gazeteci, mizah ustası ve iyi bir hatip olan Serdengeçti, ağıtlar ve sosyal konulu şiirler yazdı, düzyazılarında ise belagati ve şiirselliği ön planda tuttu.
Osman Yüksel Serdengeçti, 10 Kasım 1983 tarihinde Ankara'da vefat etti, cenazesi Cebeci Asri Mezarlığı'nda toprağa verildi.
***
Osman Yüksel Serdengeçti'nin Kaleminden Said Nur ve Talebeleri...
Vefatının 35. yılında Osman Yüksel Serdengeçti’ye rahmete vesile olması duasıyla…
Bahtiyar bir ihtiyar var. Etrafı, sekiz yaşından seksen yaşına kadar bütün nesiller tarafından sarılmış. Yaşlar ayrı, başlar ayrı, işler ayrı... Fakat bu ayrılıkta gayrılık yok! Hepsi birşeye inanmış: Allah’a, Âlemlerin Rabbi olan Allah’a, Onun ulu Peygamberine, Onun büyük kitabına. Kur’ân henüz yeni nâzil olmuş gibi, herkes aradığını bulmuş gibi bir hal var onlarda. Said Nur ve talebelerini seyrederken, insan kendini âdetâ Asr-ı Saadette hissediyor. Yüzleri nur, içleri nur, dışları nur... Hepsi huzur içindeler. Temiz, ulvî, sonsuz birşeye bağlanmak; her yerde hâzır, nâzır olana, Âlemlerin Yaratıcısına bağlanmak; o yolda yürümek, o yolun kara sevdâlısı olmak... Evet, ne büyük saadet! Said Nur, üç devir yaşamış bir ihtiyar. Gün görmüş bir ihtiyar. Üç devir; Meşrutiyet, İttihad ve Terakki, Cumhuriyet. Bu üç devir büyük devrilişler, yıkılışlar, çökülüşlerle doludur. Yıkılmayan kalmamış! Yalnız bir adam var. O, ayakta. Şark yaylalarından, güneşin doğduğu yerden İstanbul’a kadar gelen bir adam. Îmânı, sıradağlar gibi muhkem. Bu adam, üç devrin şerirlerine karşı îmanlı bağrını siper etmiş. “Allah” demiş, “Peygamber” demiş, başka birşey dememiş. Başı Ağrı Dağı kadar dik ve mağrur. Hiçbir zâlim onu eğememiş, hiçbir âlim onu yenememiş. Kayalar gibi çetin, müthiş bir irâde, şimşekler gibi bir zekâ; işte Said Nur! Dîvân-ı harbler, mahkemeler, ihtilâller, inkılâplar, onun için kurulan îdam sehpâları, sürgünler bu müthiş adamı, bu mâneviyât adamını yolundan çevirememiş! O, bunlara îmânından gelen sonsuz bir kuvvet ve cesâretle karşı koymuş. Kur’ân-ı Kerîm’de “İnanıyorsanız muhakkak üstünsünüz” (Âl-i İmrân Sûresi: 133.) buyuruluyor. Bu Allah kelâmı, sanki Said Nur’da tecellî etmiş!
Mahkemelerdeki müdâfaalarını okuduk. Bu müdâfaalar bir nefis müdâfaası değildir; büyük bir dâvânın müdâfaasıdır. Celâdet, cesâret, zekâ eseri, şâheseri...Niçin Sokrat bu kadar büyüktür? Bir fikir uğruna hayatı hakîr gördüğü için değil mi? Said Nur, en az bir Sokrat’tır; fakat İslâm düşmanları tarafından bir mürtecî, bir softa diye takdim olundu. Onlara göre büyük olabilmek için ecnebî olmak gerek. O, mahkemelerden mahkemelere sürüklendi. Mahkûmken bile hükmediyordu.
O, hapishânelerden hapishânelere atıldı. Hapishâneler, zindanlar onun sâyesinde medrese-i Yûsufiye oldu. Said Nur, zindanları nur, gönülleri nur eyledi. Nice azılı katiller, nice nizam ve ırz düşmanları, bu îman âbidesinin karşısında eridiler; sanki yeniden yaratıldılar. Hepsi halîm-selîm mü’minler haline, hayırlı vatandaşlar haline geldiler. Sizin hangi mektepleriniz, hangi terbiye sistemleriniz bunu yapabildi, yapabilir? Onu diyar diyar sürdüler. Her sürgün yeri, onun öz vatanı oldu. Nereye gitse, nereye sürülse, etrafı saf, temiz mü’minler tarafından sarılıyordu. Kanunlar, yasaklar, polisler, jandarmalar, kalın hapishâne duvarları, onu mü’min kardeşlerinden bir an bile ayıramadı. Büyük mürşidin, talebeleriyle arasına yığılan bu maddî kesâfetler; din, aşk, îman sâyesinde letâfetler haline geldiler. Kör kuvvetin, ölü maddenin bu tahdit ve tehditleri, ruh âleminin ummanlarında büyük dalgalar meydana getirdi. Bu dalgalar, köy odalarından başlayarak, yer yer her tarafı sardı; üniversitelerin kapılarına kadar dayandı.
Yıllardır mukaddesâtları çiğnenmiş vatan çocukları, mahvedilen nesiller, îmâna susayanlar; onun yoluna, onun nûruna koştular. Üstadın Nur Risâleleri elden ele, dilden dile, ilden ile ulaştı, dolaştı. Genç-ihtiyar, câhil-münevver, sekizinden seksenine kadar herkes ondan birşey aldı, onun nûruyla nurlandı. Her talebe, bir makine, bir matbaa oldu. Îman, tekniğe meydan okudu. Nur Risâleleri binlerce defa yazıldı, teksir edildi.
Gözlerinin nûru sönmüş, iç âlemlerinin ışığı sönmüş, harâbeye dönmüş olan körler bu nurdan, bu ışıktan korktular. Bu azîz adamı, dillerden hiç eksik etmedikleri “İnkılâba, lâikliğe aykırı hareket ediyor” diye, tekrar tekrar mahkemeye verdiler; tekrar tekrar hapishânelere attılar. Kaç kere zehirlemek istediler. Ona zehirler panzehir oldu, zindanlar dershâne... Onun nûru, Kur’ân’ın nûru, Allah’ın nûru vatan sınırlarını da aştı. Bütün âlem-i İslâmı dolaştı. Şimdi Türkiye’de, her teşekkülün, vatanını seven herkesin önünde hürmetle durması lâzım gelen bir kuvvet vardır: Said Nur ve talebeleri. Bunların derneği yoktur, lokali yoktur, yeri yoktur, yurdu yoktur, partisi, patırdısı, nutku, alâyişi, nümâyişi yoktur. Bu bilinmezlerin, ermişlerin, kendini büyük bir dâvâya vermişlerin şuurlu, îmanlı, inançlı kalabalığıdır.
O. Yüksel (Serdengeçti) Tarihçe-i Hayat, Yeni Asya Neş., yeni tanzim, s. 963
Serdengeçti'nin Risale-i Nur'dan Tarihçe-i Hayat eserinde yer alan yazısını okumak için tıklayınız
AA