"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

ENGİN ÇAĞLAR:

08 Ekim 2011, Cumartesi
Yeşilçam'ın tanıdık simalarının hayatlarının son dönemlerinde sıkıntı çektiklerini hatırlatan aktör Engin Çağlar, “Başrol oyuncularının hepsinin durumu iyidir. Hepsinin hayatında bir garantisi vardır. Ama onların altında oynayan o çok sevimli, o Yeşilçam'ın kahrını çeken, günübirlik kazandığı parayı yiyen arkadaşlarımız bayağı kötü ve sıkıntılı bir durumda oldular" dedi.
 Yeşilçam’ın kahrını da ekonomik sıkıntıyı da hep figüranlar çekti
 
Türk Sineması'nın 1970'lerdeki star isimlerinden Engin Çağlar bu sektörü en iyi bilen oyunculardan. Siyah-beyaz ve renkli olmak üzere 70'in üzerinde filmde başrol oynadı. Kendi döneminde başrol oynayan kadın ve erkek oyuncularının iyi paralar kazandıklarını ve hayatlarını garanti altına aldıklarını anlattı. Kültür Bakanlığı'nın isteği üzerine, "Engin Çağlar Belgeseli" hazırladığını, ayrıca kendi hayatını da kaleme aldığını söyledi. Bu sene Ekim ayında yapılacak Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde kendisine onur ödülü verileceğini de bildiren Engin Çağlar sorularımıza şöyle cevaplar verdi:

Sinemaya nasıl adım attınız?
1968 yılında Ses Mecmuası yarışmasıyla sinemaya girdim. O zamanlar sinema okulları yoktu. Üniversitede sinema oyuncusu yetişmiyordu. Sinemaya giren insanlar daha çok yakışıklı delikanlılar oluyordu. Benden önce Tamer Yiğit, Ediz Hun, Hülya Koçyiğit, Ajda Pekkan, Selda Alkor ve Esen Püsküllü de bu mecmuanın yarışmasıyla sinemaya adım atmışlardı.

O dönemde kaç filmde oynadınız?
Benim o dönemden bugüne kadar 70'in üzerinden filmim var. Bunların çoğu siyah-beyaz ve 90 dakikalık sinema filmi. 1950'lerde başlayan Türk Sineması aşağı yukarı 20 sene çok yoğun ve Türk insanının gönlünde çalıştı.

Daha sonra neler oldu?
1974'ten sonra bir gri dönem vardır sinemamızda. Sinemaya rakip olarak televizyonun gelmesi ve Türk insanının anarşik olaylardan dolayı, ekonomik sıkıntılardan dolayı sinemadan uzaklaşması ve evine kapanması durumu oldu. Buna karşılık da sinemanın gerek arabesk şarkıcıları, gerekse siyah-beyaz televizyonun bir takım dizilerinde rol alan oyuncularına seri filmler yaptırarak seyirciyi sinemaya çekmek istedi. Ancak o dönemin en olumsuz yönü müstehcen filmler oldu. Bu filmler yüzünden aile seyircisi sinemadan uzun bir dönem uzaklaştı. Bu 75 senesinden 80 senesine kadar süren bir dönemdi. Hiçbir oyuncu, hiçbir başrol oyuncusu, Türk sinemasına ağırlığını koymuş oyuncu o tarz çirkin filmlerde oynamadı. Daha çok tiyatro kökenli oyuncular o tip filmlerde rol aldı. 12 Eylül ihtilâlinden sonra o tip müstehcen filmler yasaklandı ve kanunen toplatıldı.
Siz hep boşrol oynadınız. Filmlerinizden iyi bir gelir elde ettiniz mi?
Sinema çok profesyonel bir iş. Sinemada her zaman normalin çok üzerinde bir kazanç elde etmek mümkün. Ben sinemaya ilk geldiğim 1968 senesinde Ses Mecmuası'nın yaptığı bir anlaşma vardı. Yarışmayı kazanan oyuncunun anlaştığı firmayla karşılıklı alacağı bir ücret. O zaman Türkiye'de asgarî ücret 600 liraydı. Oyuncu olarak bir filmle başlarken 10 bin liradan anlaşma yapılıyordu. Senede bir oyuncu 10-12 filmde oynuyordu. Para kazanmak önemli değil. İnsan her zaman para kazanabilir. Önemli olan parayı tutmak. Parayı tutan arkadaşlarımızın hepsi son derece iyi şartlarla geldiler. Kazandıkları paralarla hayatlarını garantiye aldılar. 

Maddî sıkıntıyı en çok alt rollerde oynayanlar mı çekti?
Evet. Para problemi daha çok ikinci rollerde ve yan rollerde oynayan arkadaşlarımız için geçerli oldu. Onlar 1975 yılında Türk sinemasında müstehcen filmler yüzünden ortada kaldılar. Onların sıkıntıları piyasaya aksetti. Hepimizi de üzdü. Çünkü günlük yaşayan insanlar. Günlük kazandığını günlük harcıyor. Günlük kazanılan iş durunca o zaman sıkıntı oluyor. Halbuki başrol oyuncularının hepsinin durumu iyidir. Hepsinin hayatında bir garantisi vardır. Çoğunun hanı var, apartmanı var, mülkü var. Ayrıca belirli bir geliri var. Filme isim veren, filmi götüren bu insanların hiçbir zaman sıkıntısı olmamıştır. Ama onların altında oynayan o çok sevimli, o Yeşilçam'ın kahrını çeken, ama günübirlik kazandığı parayı yiyen arkadaşlarımız bayağı kötü ve sıkıntılı bir durumda oldular.

O dönemin ünlü bazı isimleri ekonomik sıkıntı çekerek hayata veda ettiler.
Doğru. Meselâ Öztürk Serengil, Neriman Köksal, Hayati Hamzaoğlu, Sami Hazinses ve Erol Taş sıkıntı çekerek vefat ettiler. Ama bir Türkan Şoray'ın, bir Fatma Girik'in, bir Ediz Hun'un, bir Hülya Koçyiğit'in, bir Göksel Arsoy'un, bir İzzet Günay'ın sıkıntısı yoktu. O tarzda filmi satan kafa oyuncuların ekonomik hiçbir sıkıntısı olmamıştır. Benim de bu tip hiç sıkıntım olmamıştır.

Türk insanı siyah-beyaz filmleri hâlâ büyük bir ilgi ile izliyor. Özellikle İstanbul şehir olarak bugünden daha mı güzeldi?

O dönemin sineması farklı. Dönem de farklı. İnsanların yaşayış tarzları bir mahalle. Mahallenin bekçisi var, herkesi tanıyor. İşte mahallenin manavı, kasabı, bakkalı içiçe. Birinin sevinci, herkesin sevinci. Birinin üzüntüsü, hepsinin üzüntüsü. Bugün o mefhumlar yavaş yavaş kayboldu. Şehirde yaşam tarzı farklılaştı. Mahallenin kızı var, mahallenin kızına bakılmaz. Sırt sırta verdiğin zaman delikanlılık da önünde kaç kişi olursa olsun hiç kimse başa çıkamaz. Şimdi bu mefhumlar Türk insanının içinde var. Ama farklılaşma olduğu için gizli kalmış. Ama o dönemin filmlerini, o dönemin sinemasını, o dönemin oyuncularını seyrederken bu mefhumları da hatırlıyorlar. Onları da hissediyorlar. Onun için o dönemin Yeşilçam sinemasını çok seviyorlar. Bugün televizyonlarda bir takım kanallarda o dönemin filmlerini oynattıkları için yeni nesil de bizlerin ve bizden evvelki oyuncuların filmlerini seyrederek onları takip etme imkânını buluyor. Siyah-beyaz döneminden bile bakıyorlar. İstanbul şehri çok sakin, sessiz, Amerikan arabalar, Boğaz'a baktığınızda karşısı yemyeşil. Hiç öyle siteler, bloklar, apartmanlar, betonlar yok. Bunlar tabi güzel mefhumlar. İnsanları etkiliyor. Ben de görünce mutlu oluyorum.

 Türk sinemasını en iyi bilen isimlerin başında geliyorsunuz. Bunu bir kitap yapmayı düşünüyor musunuz?
Ben bir Türk sinema oyuncusu olarak hem dünün sinemasını, hem Yeşilçam dönemini, hem bugünün sinemasını hepsini çok iyi bilen birisiyim. Zaten bu sene Antalya Altın Portakal'da bana onur ödülü verilecek. Onun için kendimle ilgili bir kitap hazırlıyorum. Bir de Kültür Bakanlığı'nın istediği "Engin Çağlar Belgeseli" var. Onu da hazırlıyorum. Belgesele anlık görüntüler ve filmlerinden olan parçalar ekleyeceğim. Onun için sinemanın profesörüyüm ben. Yani sinemanın profesörü şöyle. Sinemanın profesörü Türkan Şoray, Fatma Girik, Hülya Koçyiğit, Cüneyt Arkın. Çünkü biz, el ele, göz göze Türk sinemasını ileriye taşıyan oyuncularız. Bizden önce gelen Ayhan Işık, Göksel Arsoy, Eşref Kolçak Ağabeylerimiz gibi. Muhterem Nur, Gülistan Güzey gibi büyüklerimiz gibi kameraların önünde Türk insanına hem eğlendirici, hem eğitici, hem onlara hoş vakit geçirici, örf, adet ve gelenekleri belirten sinemanın birer elemanlarıyız.

Diziler sabun köpüğü gibi...

Türk insanı adeta dizi esiri oldu. Bu sizi rahatsız ediyor mu?

Diziler sabun köpüğü gibi. Bugün varsınız, yarın yoksunuz. Dizilerdeki hikayeler de belirli dönemde Yeşilçam tarafından çok defa çekilmiş, çok defa çeşitli oyuncular ve çeşitli mekanlarda çevrilmiş hikayeler. Yani, insanlar baktığı zaman, görmesini bilen onların ne olduğunu anlıyor.

90 dakikalık bir senaryo 2 yıl devam ettiriliyor. Burada ticari kazanç hırsı öne mi çıkıyor?

Sinema oyunculuğuyla dizi oyunculuğu arasında da fark var. Sinema oyuncusu olarak bizim elimize 90 dakikalık bir senaryo geldiği zaman biz anlardık. Bakarız, şimdi nerede tempo yükseliyor, nerede en üst seviyeye çıkıyor ve düğüm atılıyor. Nerede düğüm çözülecek ve rahatlayacak ve seyirci başrol oyuncuları bağrına basacak. Finalde de onları beraber görüp, mutlu sonda alkışlayacak. Zaten Türk sinemasının yüzde 90'ı hep mutlu sonla biter. Şimdiki dizilerde yaptığınız iş yine aynı. Yine kamera önünde, yine ışıkların karşısında rolünü oynuyorsun. Yine elindeki senaryoyu uygulamaya çalışıyorsun. Ama geliyor, geliyor, geliyor aman diyorsun. Bitmesin, kalsın gelecek haftaya insanlar beklesin. Gelecek hafta yine bütün serüven baştan sona aynı tempoda devam ediyor. Tam bitireceksin aman diyorsun bitmesin, gelecek haftaya kalsın. 13 bölüm devam etsin. 13 bölümün getirdiği nemadan pay alayım. 13 bölümden sonra bir ikinci 13 bölüm daha sürsün, yine o nemadan pay alayım. Ama o zaman inandırıcılığı da bitiyor, konu da laçkalaşıyor ve hiçbir zaman Türk sinemasının ürettiği o filmlerin seviyesine ulaşamıyor.

 
ENGİN ÇAĞLAR Kimdir?
 
1940 yılında İstanbul'da doğdu. Asıl adı Çağlar Övet'tir. Şişli Terakki Lisesi'nde, Robert Koleji'nde ve Hildesheim Güzel Sanatlar Okulu'nda okudu. Sinema ve Ses Dergisi'nin 1968 yılında açtığı artist yarışmasında erkekler arasında ikinci oldu. İlk kez "Öksüz" adlı filmde beyazperdeye çıktı. Birçok filmde romantik jön olarak başrolü oynadı.
1974 yılında sinemadan ayrılarak önce matbaa malzemeleri satan bir iş yeri açtı, sonra da konfeksiyon mağazası açarak, iş hayatına atıldı. Eski Avrupa güzeli Filiz Vural'la evlidir.
 
EROL DOYURAN
[email protected]
Okunma Sayısı: 6544
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı