Büyük İslam Alimi Bediüzzaman Said Nursi ilimle dinin uzlaşmazlığı yolundaki iddiaları reddederek hakikatli ve nurlu bir Kur'an tefsiri olan Risale-i Nur eserlerinde, eserden san'atkara geçmek prensibiyle kainatı ve içindeki mevcudatı, Kainat Kitabı'nın Sahibine götüren bir güzide eser şeklinde tarif edip izah ve ispat ederek ilme din namına sahip çıkmaktadır.
Bu noktada ifade etikleri ''Vicdanın ziyası, ulûm-u diniyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecellî eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit, birincisinde taassup, ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder." veciz sözleri bilim ve din ilişkisini doğru anlamak ve yorumlamak konusunda oldukça önemlidir.
Bediüzzaman Hazretleri din ilimleri ile fen ilimlerinin beraber okutulmasını istemektedir.
Bu doğrultuda fen ilimleri ile aklın problemlerinin çözüleceğini, din ilimleri ile de kalp ve vicdanın iman nuru ile dolacağını ifade ederek, bu iki cenahın birleşimi ile hakikatin tecelli edip, insanın taklit ve taassuptan kurtulacağını beyan etmiştir. Bu fikir ve düşüncenin de ömür boyu takipçisi olmuş.
Önceleri bir üniversite kurma çalışması yapmış ve Van ilinde temellerini atmış. Ancak Birinci Dünya Savaşının patlak vermesi ile bu teşebbüs vücuda gelmemiş. Cumhuriyet sonrasında ise, bu düşünce Risale-i Nur yolu ile tüm vatan sathına yayılmış ve bu gün için hem fillen tatbik edilmekte, hem de vicdanlarda büyük bir kabul görmekte.
Evet din ilimleri ile fen ilimlerini beraber okutulması fikri, cemiyet ve şahsi hayat için ne kadar önemli olduğunu ifade etmekle birlikte, bu noktadaki diğer mühim bir husus da fen ilimlerindeki gelişmelerin iman hakikatlerinin daha iyi anlaşılmasında ciddi bir katkı sağlamasıdır. Günümüzdeki teknolojik ilerlemeler, İzafiyet ve Kuantum teorileri, atom altı keşifleri, kozmoloji bilimi ve gen teknolojisi ve diğer ilim sahalarındaki keşif ve buluşlar; anlaşılması oldukça zor olan bazı hakikatleri daha iyi anlamaya vesile oluyor.
Bu noktada, bilgisayar ve internet teknolojisindeki gelişmeler ve hologram tekniği ışığında levh-i mahfuz, hafıza ve kayıt merkezleri konusunda bir kaç hususa dikkat çekmek istiyoruz.
Bir yazımızda bilgisayarlardaki işletim sistemlerini ruhun işleyiş tarzına bir misal olarak göstermiş; ruhun da harika bir ilahi işletim sistemi olduğunu beyan etmiştik. İşte bir bilgisayardaki işletim sisteminin en vazgeçilmez unsuru ve temeli hafızlardır. Yanı kayıt sistemleridir.
Çünkü işletim sistemi öncelikle bir merkeze kaydedilir ve bazı ön hafıza ve kayıt teknikleri ile sistem çalışmaya başlar ve böylece işletim sistemi kendinden istenen işlevleri yerine getirir.
RAM ve harddisk denen kayıt merkezleri olmaz ise, bilgisayarların iş görmesi mümkün değildir. Aynı durum canlı hayatında da söz konusudur. Bir insanı, bir hayvanı, hatta bir bitkiyi ele alalalım.
Her birisinin bir hafıza ve kayıt merkezi vardır. Şahsi ve çevreye ait bilgilerin mutlaka ki kaydedilmesi gerekir. Yoksa hayatın devamı mümkün olmaz. Düşünün bir kez, sabaha uyandınız ve hafızanızdaki tüm bilgiler silinmiş ve siz hiç bir şey hatırlamıyorsunuz.
Evinize, çevrenize, dostlarınıza, ünsiyet ettiğiniz dünyanıza öylece bakıyorsunuz. Hiç, ama hiçbir şey hatırlamıyorsunuz.
Hayat tamamen bir azap ve çileye dönmez miydi? Demek ki, hayatın en temel unsurlarından birisi hafızadır. İnsanın tüm amellerinin ve hayatı ile alakalı bilgilerinin insan hafızasında kaydedilmesidir. Bir ağacın amallerinin çekirdeğinde, bir hayvanın ise genlerinde yazılmasıdır.
Bir ölçüde her canlı kendi bilgilerini tohum ve çekirdekleri yolu ile gelecek nesillerine aktarır. Yani canlının yaşaması için gerekli olan tüm bilgiler kayıt altındadır. Bütün bu kayıtlar da büyük bir kayıt merkezinin varlığına işaret eder.
Bu hususa Nurlarda şöyle dikkat çekilir:
“Şu Sûretin işaret ettiği mânâların bir kısmı Yedinci Hakikatte beyân edilmiş. Yalnız, burada padişaha mahsus bir büyük fotoğraf işareti ve hakikati Levh-i Mahfuz demektir.
Levh-i Mahfuzun tahakkuk-u vücudu Yirmi Altıncı Sözde şöyle ispat edilmiş ki:
Nasıl küçük küçük cüzdanlar, büyük bir kütüğün vücudunu ihsâs eder ve küçük küçük senetler bir defter-i kebîrin bulunduğunu iş’âr eder ve küçük kesretli tereşşuhâtlar büyük bir su menbaını işmâm eder; aynen öyle de, küçük küçük cüzdanlar hükmünde, hem birer küçük Levh-i Mahfuz mânâsında, hem büyük Levh-i Mahfuzu yazan kalemden tereşşuh eden küçük küçük noktalar sûretinde olan benî beşerin kuvve-i hâfızaları, ağaçların meyveleri, meyvelerin çekirdekleri, tohumları, elbette bir hâfıza-i kübrâyı, bir defter-i ekberi, bir Levh-i Mahfuz-u âzamı ihsâs eder, iş’âr eder ve ispat eder, belki keskin akıllara gösterir.(Sözler, s.56)”
Bu ifadeye göre Levh-i Mahfuz, kainattaki olmuş ve olacak tüm bilgilerin kayıtlı olduğu büyük bir kayıt merkezi anlamına gelir.
Demek ki, kainatta zerreden güneşlere kadar, cansız mahlukattan insanların ve cinlerin amellerine kadar her şey yazıldır, kayıt altındadır. Hücrelerdeki kayıt merkezlerinden tutun da insan hafızasına kadar tüm kayıt merkezleri büyük kayıt merkezi denen Levh-i Mahfuzla doğrudan ve her an bağlantıdadır.
Adeta görünmez telefon telleri ile, veya ilahi fiber kablolar ile her an bir irtibat ve bilgi alış verişi vardır.
Günümüzde internet teknolojisi ile, nasıl ki tüm bilgisayarlar, cep telefonları ve diğer iletişim cihazları dünyanın her tarafındaki kayıt merkezleri ile anında iletişime geçebiliyor; onun gibi, insan hafızası da kainattaki büyük kayıt merkezleri ile doğrudan iletişime geçebiliyor.
Belki de insan tüm kayıtlarını doğrudan Levh-i Mahfuza veya daha alt kademlerdeki kayıt merkezlerine yapıyor. Görünen o ki, kainat bir hologram tarzında çalıyor. Hologramın en büyük özelliği ise en büyük denilen şeyin bölünüp parçalanmadan en küçük içerisinde yer almasıdır.
Nası ki insan vicdanı ucu bucağı olmayan bir derinliğe sahiptir, aynen öyle de insan hafızası da Levh-i Mahfuzun bir cüzü olmakla birlikte tüm bilgilere erişebilecek kabiliyet ve özelliğe sahiptir.
Yine nasıl ki insan kainatın bir meyvesidir, kalp ve his ciheti ile kainatı içine alabilir bir hasiyet gözüküyor, öyle de insan hafızası da aynalık ciheti ile büyük kayıt merkezini içine alabilir. Levh-i Mahfuz gibi büyük kayıt merkezleri nurani özelliklere sahip olduğu için, maddi alemin tırnak kadar küçük bir noktasına tüm özellikleri ile yerleşir ve aynı zamanda tüm kainatı da ihata edebilir.
Zira nuraniyet için mekan ve zamana bağlılık yoktur. Hatta kainat bile bir noktaya yerleşebilir. Fizik ilmi Big Bang teorisi yoluyla kainatın çok küçük bir noktadan yaratıldığını ifade ediyor. Öyle ise, her küçük hafıza merkezsinde büyük Levh-i Mahfuzun tüm hasiyeti bulunabilir.
Yeni Asya Yazarı Halil Akgünler
RİSALE-İ NUR'UN DİLİNDEN KAİNATIN HECESİ
Haber Merkezi