Bilimsel çalışmalara sağladığı destekle tanınan Rus milyarder Yuriy Milner, ünlü fizikçi Stephan Hawking’le birlikte kainatta dünya dışında yaşamın araştırılması için çalışmalara başladı.
Uzaylıların olduğuna inanan Milner bunun için 100 milyon dolar bağışta bulunacağını açıkladı.
İkilinin başlattığı proje ile ABD ve Avustralya’da iki ayrı radyo teleskopu kurulacak ve 9 milyon gönüllü sürekli uzayı tarayacak. Milner evrende bulunacak uzaylılara en ilginç mesajı göndereni 1 milyon dolarla ödüllendirecek.
Milner açıklamasında, tüm Samanyolu ve 100 komşu galaksinin taranacağını söyledi. Milner’e göre onlarca yıldır yapılan çalışmalardan farklı olarak sahip olunan teknolojik imkanlar uzayda yeni yaşamların keşfine izin veriyor.
Uzayda yaşamlar konusunda çalışmaları ile ünlü SETI araştırma grubundan Dan Werthimer, bu şekilde bir bağışı hayal bile edemediklerini, yıllık bağışların toplamda 2 milyon doları geçmediğini söyledi. Werthimer teknolojik gelişmeler ve sağlam bir bütçe ile çalışmalarına hız vereceklerini belirtti.
DÜNYA'YA BENZER GEZEGEN VE UZAYLILAR MESELESİ?
Geçtiğimiz günlerde NASA’nın (Amerikan Havacılık ve Uzay Dairesi) internet sayfasında ilginç bir haber yer aldı. Haberde Dünya’ya benzeyen yeni bir gezegenin keşfedildiğinden söz ediliyordu. Büyüklük ve muhteva yönünden dünyaya benzediği kaydedilen gezegenin, yüzey sıcaklığı iki bin dereceyi buluyormuş.
Daha önce de buna benzer başka haberler yer almıştı. Yani dünyaya benzer başka gezegenlerin bulunduğu, hatta buralarda hayat şartlarının da olabileceği yönünde açıklamalar serdedilmişti.
Bu konu bize Risale-i Nur’da On İkinci Lem’a’da yer alan bir bahsi hatırlattı.
Bediüzzaman bu bahiste, “Allah, yedi göğü yarattı ve yeryüzünü de onlar gibi yarattı.” (Talâk Sûresi: 65:12.) âyetinin işaret ettiği mânâları açıklıyor. Âyet-i kerimenin çok vecihlerinin, asra veya muhataplarına göre değişebilecek çeşitli mânâ tabakalarının ve işaretlerinin olabileceğini söylüyor.
Konumuzla ilgili olan enteresan kısım ise, Bediüzzaman’ın ifade ettiği şu satırlar:
“..küre-i arzımıza [Dünyaya] benzeyen yedi küre-i uhrâ [başka dünyalar] dahi bulunmasına, zîhayata [hayat sahiplerine] makarr ve mesken olmasına işareten...”
Evet, doğrudan doğruya Kur’ân’a muhatap olarak onu kendisine hakiki üstad edinen ve böylelikle hakikat ilmine vakıf olan Bediüzzaman, âyetin işarî tefsiri bağlamında, ‘dünyamıza benzer yedi gezegenin’ bulunabileceğini ve hatta buralarda kimi ‘hayat sahipleri’nin olabileceğini açıkça ifade ediyor. “zîhayata [hayat sahiplerine/canlılara] makarr ve mesken olmasına” ifadesi bunu gösteriyor.
Peki Bediüzzaman’ın bahsettiği “dünyamız dışındaki gezegenler”de bulunan “hayat sahipleri” kimlerdir?
Uzaylılar olabilir mi?
Aslına bakarsanız, şu uçsuz bucaksız kâinatta “uzaylı” olmayan yok gibidir. Başta Dünya gezegeninde bulunan biz canlılar uzayda bulunmuyor muyuz? O halde bizler de “uzaylıyız”!
Elbette, insanın aklına, hayal ürünü (fantastik) ‘uzaylı yaratıklar’ da gelmiyor değil. Bu algı, maalesef Holywood sinema kültürünün günümüz insanının bilinç altına telkin ettiği bir şey. İnsan aklı, bu konuda sınır tanımıyor!
Elinde Kur’ân gibi “kâinatın manevî haritası” ve Risale-i Nur gibi, bu harita-i maneviyeyi harika bir şekilde izah eden eserler bulunanlar ise, elbette bu “uzaylılar” konusuna daha farklı bakacaklardır. Zirâ, hayat, sadece gördüğümüz canlılarla sınırlı değildir. Maddî âlemin dışında, göremediğimiz boyutlarda Cenab-ı Hakk’ın zîhayat ve zîşuur (hayat ve şuur sahibi) nice mahlûkları vardır. Ki, Kur’ân bunları “melekler, cinler ve ruhaniler” olarak tasnif eder.
Evet, belki de daha keşfedemediğimiz nice gezegenlerde, yıldızlarda, sistemlerde Cenab-ı Hakk’ın oralara münasip şekilde yarattığı sakinler, hayat ve idrak sahibi varlıklar bulunmaktadır. Kur’ân bu varlıkları melek, cin veya ruhaniler olarak isimlendiriyor. Eğer bir uzaylı varlık aranacaksa, işte Allah’ın bu nevîden bir değil, sayısız ‘uzaylı’ varlıklarının olduğu bilinmelidir.
Bu varlıklara ister uzaylı deyin, ister demeyin, neticede Allah’ın Dünya’nın dışında yarattığı gökcisimlerini boş, kimsesiz bırakmasının, hikmetine münafi olduğu açıktır. Elbette oralara da münasip canlılar yaratacaktır ve yaratmıştır da. Gözümüz önünde mütemâdiyen, bulanık sudan ve kesafetli topraktan “hayat” ve “ruh” sahibi harika varlıkları yaratan Kudret, elbette hayata ve ruha daha münasip olan latif maddelerden (nurdan, nardan, elektrikten, radyasyondan, ışından...) muhtelif hayat sahiplerini de halk edebilir ve etmiştir de...
İsmail Tezer / Yeni Asya
Haber Merkezi