İstanbul’da attığımız her adım bir tarihe kapı açıyor. İstanbul’u İstanbul yapan da budur. Cağaloğlu, kitapçıların, eski hamamların, farklı yapıların bulunduğu, sizleri farklı tefekkürlere sevk edecek bir yer.
İstanbul’un tarih kokan sokakları… Her sokağında ayrı mimarî, her mimaride ayrı bir tarih… Bu tarihin içinde kaybolmak için bu sefer rotamızı Eminönü’nün sokaklarına ve camilerine çevirdik. İstanbul Üniversitesi’nin arka kapısı ve Süleymaniye Camii’nin ön girişlerinin arasında bulunan sokaktan başlayarak ilk durağımızı belirlemiş olduk: Yavaşça Şahin Mehmed Ali Paşa Camii.
Fetih Askerinin İsteği
Eminönü sokaklarını hepimiz biliriz; Yokuş aşağı sokaklar, hanlar, tarihi yapılar içine konumlanmış esnaflar… Tam da böyle bir sokağın başında bulunuyor bu cami. Yavaşça Şahin Camii, çarşının başlangıcı olan Uzun Çarşı caddesinde bulunuyor. Cami ismini, yaptırdığı kişiden, yani İstanbul fethedilirken, fetih sırasında Fatih Sultan Mehmed’in yanında bulunan Mehmet Ali Paşa’dan almıştır. Ali Paşa, Fatih Sultan Mehmed’in deniz komutanlarından olduğu belirtilir. Mezarı da caminin avlusunda bulunmaktadır. Caminin yapılış tarihi kesin olarak bilinmiyor, fakat Fatih Sultan Mehmed zamanına denk geldiği için 15. yüzyılın ikinci yarısında yapıldığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Yavaşça Şahin için ise, şöyle bir bilgiye ulaşıyoruz: Yavaşça Şahin kuşatma için askeriyle birlikte İstanbul’a geldiği sırada Fatih Sultan Mehmed, nereden geldiklerini sorar. Yavaşça Şahin de, ‘Horasan’dan yola çıktık kimseler duymasın diye yavaşça İstanbul’a geldik’ cevabını verince bu isimle anılmaya başlanır. Caminin içinde bulunan işlemeler ve tuğla örgülü yapısı da camiye nezih ve sakin bir hava katmaktadır. İlk cami tefekkürümüzün ardından önümüze gelen ilk sokaktan girerek karşımıza çıkan başka bir camiye doğru ilerliyoruz.
Bâb-ı Âli’de Bulunan Cami: Hacı Beşir Ağa
Osmanlı’da önemli bir yere sahip olan Bâb-ı Âli, “yüksek kapı”, “yüce kapı” anlamlarını taşımaktadır ve sadrazam konağına işaret etmektedir. Zaman geçtikçe sadrazam konağına “Paşa Kapısı” ve “Bâb-ı Âsafi” de denmeye başlanmıştır. Gülhane Parkı’na yakın olan bu kapının tam hizasında bulunmaktadır Hacı Beşir Ağa Camii. Camiye dışarıdan bakıldığında taş ve tuğladan işlenmiş olması dikkatimizi çekiyor. Caminin avlusuna girildiğinde de geniş bir bahçe, banklar, külliye ve kütüphane sizleri karşılıyor. Yeşilin ve gökyüzünün birleştiği caminin içyapısı da oldukça sadedir. Süslemelerinde siyah ve grinin tonları kullanılmış ve ışık ile gölge oyunları yapılmıştır. Caminin içine ise 3 tane alt kapıdan, 1 tane de üst kapıdan giriş yapılabiliyor. Camiyi, dönemin kızlar ağası Hacı Beşir Ağa yaptırsa da mimarisi bilinmemektedir. Caminin de içinde yer aldığı külliye ve külliyenin de başka bir köşesinde barok üslûbun örneklerinden biri olan sebil yer almaktadır. Külliye içinde sağ tarafta yer alan kütüphanenin kitapları ise Süleymaniye Kütüphanesi’nde bulunuyor. Cuma vakti olması sebebiyle, Cuma namazımızı da cemaatle eda ederek Cağaloğlu taraflarına doğru ilerliyoruz.
İstanbul’un tarihi demiştik en başta. Aslında bu şehirde attığımız her adım bir tarihe, eskilere kapı açıyor. Belki, İstanbul’u İstanbul yapan da budur. Cağaloğlu, kitapçıların, eski hamamların, farklı yapıların bulunduğu, sizleri farklı tefekkürlere sevk edecek bir yer. Osmanlı zamanında da idareci, asker ve âlimlerin konaklarının yer aldığı bir muhitti Cağaloğlu. Özellikle Topkapı Sarayı’na yakın ve Bâb-ı Âlinin burada oluşu önemli özelliklerinden biri olmuştur. Kahveleriyle de meşhur olan semtten yukarı doğru ilerlerken hem kahvelerimizi yudumluyoruz hem de karşımıza çıkan ilk camiye girmek için sabırsızlanıyoruz.
Farklı isimleri barındıran cami: Nallı Mescid
Cami, ilk bakışta mimarî yapısıyla ve minaresiyle dikkat çekiyor. Farklı farklı isimlere sahip Cami, İmam Ali Mescidi veya Babıali Mescidi olarak da biliniyor. Fatih Sultan Mehmed döneminde Ak Şemseddin Efendi’nin akrabası İmam Ali Efendi tarafından yaptırılan yapı Bab-ı Ali yangınıyla yanmış, 1868 yılında yeniden inşa edilmiştir. Mimarî yapısını incelediğimizde ise, Hint ve İran camilerinde görülen detayların bulunduğunu öğreniyoruz. Caminin içyapısı da oldukça etkileyici. Fazla pencereye sahip olduğundan iç kısımları oldukça aydınlık. Camiye Nallı denmesindeki sebep ise, zamanında caminin minaresindeki nal şeklindeki kabartmalarının olmasından kaynaklı olduğu da edindiğimiz bilgiler arasında. Camiyi biraz daha inceledikten sonra, dönüş için camiden çıkıyoruz.
İstanbul’da yaşarken, bu kadar önemli yapıları incelemek, onlarla beraber eskiye gitmek en güzel şey olsa gerek. Siz okurlarımıza da en güzel tavsiyem, nerede yaşarsanız yaşayın her yerin bir tarihi, bir izi var. Araştırın ve öğrenin. Başka bir gezi de buluşmak dileğiyle. Sağlıcakla kalın...
Çini Süslemeli Cami: Rüstem Paşa
Sokakları ve tarihî mimarî yapıları incelerken kendimizi Eminönü’nün Haliç kıyılarına yakın Hasır çarşısında buluyoruz. Burada karşımıza Rüstem Paşa Camii çıkıyor. Tam çarşının içinde yer alan caminin mimarı yapısı dikkatimizi çekiyor.
2 taraftan girişi olan ve çini süslemeleriyle anılan cami, Kanunî Sultan Süleyman zamanında sadrazamlık yapan Rüstem Paşa tarafından, Mimar Sinan’a yaptırılıyor. Caminin avlusuna ilk adım attığınızda, sizi ilk duvarlara işlenen çini süslemeleri karşılıyor. Bu süslemeler, Osmanlı’nın çini sanatının en başarılı örneklerinden. Caminin içine girdiğinizde de yapılan ve işlenen sanat sizleri bambaşka bir dünyaya götürüyor. Doğa, din ve yaşamın izlerini barındıran çiniler, caminin içini adeta mavi renge bürüyor ve bu noktadan ziyaretçilerin de dikkatini çekiyor.
Caminin yan taraflarında bulunan merdivenlerden üst kata çıkarak Eminönü’nü bir de bu yapıdan seyredip, rotamızı yine çarşının içine çevirerek, tarihin derinliklerinde kayboluyoruz.
KÜBRA ÜNÜVAR