Ölüme çare bulunmadıkça bizler de bir gün ölüm şerbetini tadanlardan, yani ölenlerden olacağız.
Yüce Allah Ankebut suresi 57. ayette mealen: “Her can ölümü tadacaktır. Sonunda bize döndürüleceksiniz” buyurur.
Günümüz ilim ve müsbet teknolojisi, daha iyi yaşama için imkânlar sunmuş, icatlar yapmış ve insanların istifadesine sunmuştur.
Ankebut suresi 64. ayet mealen; “Bu dünya hayatı sadece bir eğlenceden, bir oyundan ibarettir. Ahiret yurduna (oradaki hayata) gelince, işte asıl yaşam odur. Keşke bilmiş olsalardı!” denilmiştir.
Ya ölüm ve sonrası için söylenenler? Ölüme çare bulamayan tüm bu ilimler, ölüm ve sonrası için susmakta, sadece din ilmi devreye girmekte ve ölümden sonraki hayat hakkında bize bilgi vermektedir.
Bediüzzaman: “Evet Kur’anın düsturları, kanunları, ezelden geldiğinden ebede gidecektir. Medeniyetin kanunları gibi ihtiyar olup ölüme mahkûm değildir. Daima gençtir, kuvvetlidir” der. (Sözler, s. 408)
Dini ilimler bizlere ölümden sonra tekrar dirilmenin olacağını, mahkeme-i kübra, Cennet ve Cehennemin varlığını binlerce delillerle ispat etmektedir. Şairin dediği gibi “Mal da yalan, mülk de yalan/ Var biraz da sen oyalan.” Geçici dünya hayatı için bunca çaba ve gayret edilirken ebedi hayat dediğimiz ahiret için neden tembellik edilmektedir?
Dostu dosttan ayıran ölüm, ehli iman için dostun dosta kavuşma zamanıdır. Ölmüş dost, akraba ve sevenlere kavuşma ümidi veren iman ehlinden neden olmayalım? Varlık sahibi ve her türlü imkâna sahip isek dahi geçici yani ölümle terk edeceğimiz dünya varlıkları için cehennem azabına kendimizi neden müstehak edelim?
Bediüzzaman: “Nasıl ki, imân ölüm vaktinde insanı îdâm-ı ebedîden kurtarıyor; öyle de, herkesin husûsi dünyasını dahi îdamdan ve hiçlik karanlıklarından kurtarıyor. Ve küfür ise, husûsan küfr-ü mutlak olsa, hem o insanı, hem husûsi dünyasını ölümle îdam edip mânevî cehennem zulmetlerine atar, hayatının lezzetlerini acı zehirlere çevirir. Hayat-ı dünyeviyeyi âhirete tercih edenlerin kulakları çınlasın. Gelsinler, buna ya bir çare bulsunlar veya îmâna girsinler, bu dehşetli hasârâttan kurtulsunlar” demektedir. (Sözler, Yirmi Beşinci Söz, s. 426)