Bilindiği üzere bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de susuzluk ve kuraklık tehlikesinden bahsediliyor.
Hatta, bir yerde kuraklık yaşanırken, başka bir yerde seller meydana geliyor. Bütün bunlar tabiattaki dengeyi bozduğumuz anlamına gelmez mi?
Büyük şehirler bu noktada daha sıkıntılı. Meselâ, İstanbul ciddî bir susuzluk tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştı. Allah’a şükürler olsun ki son haftalarda yağan yağmur ve kar sonrası barajlar kısmen doldu. Fakat tehlike geçmiş değil. Bu sene su sıkıntısı yaşanmasa, önümüzdeki seneler yaşanabilir. Elbette en başta suyu tasarruflu şekilde kullanmak icap eder, ama uzun dönem için yapılacak başka işler de var. İstanbul başta olmak üzere büyük şehirler, ölçüsüz ve plansız bir şekilde büyüdü. Bunun kabahatini elbette tek bir kişiye, tek bir idareye atamayız. Fakat ölçüsüz şehirleşme ve ormanlık alanların tahribi son yıllarda tahminlerden ve beklentilerden daha hızlı ve acımasız oldu. “Yapmayın, etmeyin. Su havzaları sayılan ormanlara kıymayın” dedikçe; “Siz bilmezsiniz, biz biliriz. İstanbul’un su meselesi 2070 yılına kadar halledilmiştir. Her şeyi en iyi biz biliriz” diyen idareciler oldu. Nihayet yanlışta ısrar edildi ve susuzluk ihtimali kapıya dayandı.
Tabiî ki çevre şehirlerden su taşımak, ‘su boru hatları’ yapmak da bir çaredir. Ama asıl kalıcı çare ormanları korumak ve hatta daha da büyütmek, genişletmek ve yenilemek değil mi? Ormanlara karşı bu acımasızlık, bu vurdumduymazlık acaba niçin?
İdarecilerin yaptığı bir hata da, “Ormanları kestik, ama yeni fidanlar diktik” anlayışıdır. Elbette fidan dikmek çok önemlidir, ama bugün kesilen ve güya onun yerine dikilen fidanlar ne zaman ağaç ver orman olacak? Önce yüz tane ve belki ihtiyaca göre bin tane fidan diktikten sonra bir ağaç kesilse çok daha iyi olmaz mı?
Ormanlar söz konusu olduğunda ‘orman köylüleri’ni de dinlemek, dikkate almak icap eder. Büyük şehirlerdeki ormanlar ‘rant’ için kıyılırken, orman köylülerinin yakacak ihtiyaçlarını karşılamasına bile imkân verilmiyor. Ormanlara ne keyfi olarak kıyılsın, ne de ihtiyaçların karşılanması engellensin. Bu işin bir orta yolu yok mu?
Şehirlerde yapılacak yeni bir tesis için ‘arsa’ aranırken en önce ormanların akla gelmesi hayra alâmet değil. Nitekim Çevre Mühendisleri Odası Genel Başkanı Ahmet Kahraman’a göre, bu durum ormanların savunmasız olmasından kaynaklanıyor. Kahraman, “Kamu yararı gözetmeyen yönetimlerde orman alanında faaliyet için ruhsat almanın kolaylığı şaşırtıcı değil. Bu uğurda gitgide yeni yollar açılırken, kamu malı olan ormanların sermayenin insafsızlığına bırakılması talana zemin hazırlıyor” demiş.
İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Doğanay Tolunay da Türkiye’de enerji, madencilik yatırımları, otoyol ve köprüler, tren yolları, kampusler, sağlık tesisleri, cezaevleri, hayvan barınakları, mezarlıklar gibi farklı amaçlar için orman alanlarından verilen izinlerin toplamının 738 bin hektarı bulduğunu hatırlatmış. (dw.com, 30 Ocak 2021)
Bu gidiş iyi bir gidiş değil. Ağaçları da, ormanları da görelim ve sahip çıkalım. Türkiye’nin kalıcı menfaati buralarda vesselâm.