"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Demokrasi milletin hâkimiyetidir; uyuduğumuz yeter

27 Nisan 2018, Cuma
“Yeniliğin ve Kalkınmanın Kaynağı Özgürlüktür.”

“Anayasa, yöneten gücü yönetilene karşı sınırlandırmak için geliştirilmiş bir hukuk tekniğidir.”

Anayasa deyince devletin temel kuruluşunu ve kişilerin hak ve özgürlüklerini düzenleyen ana, temel kanunları anlıyoruz. Milletimiz, bugün gelişmiş ekonomi ve hukuk sistemlerine sahip pek çok milletle aşağı yukarı aynı zamanlarda anayasaya sahip olmuştur. Ancak Türkiye’de hep birileri gelmiş, anayasayı kaldırmıştır. Daha sonra yeni bir anayasa peydahlayıp “ben acaba halkıma ne gibi lütuflarda bulunmalıyım, benim ne gibi yetkilerim olmalı” şeklinde bir takım düzenlemeler yapmıştır. Halkımız da verilene razı olmuş. Daha fazlasını da istememiştir.

Meselâ, 1982 Anayasası oylanması öncesinde “gök mavi”, “deniz mavi” diyen, mavi gömlek giyen, maviden bahsedenlerden bir kısmı -mavi anayasa oylaması zamanında ‘hayır’ anlamına geliyordu- bir soruşturma geçirdi, gözaltına alındı, tutuklandı. Ama bunun dışında da azımsanmayacak kadar rızasıyla mevcut anayasaya “evet” diyen bir grup vardı. Bunu da görmezlikten gelmeyelim. Bu bizim demokrasi konusundaki zafiyetimizdir. Her şeye rağmen, bütün baskılara rağmen, birçok yerde kapalı şekilde oy kullanmak mümkün oldu, “hayır”ın propagandası yapılamadı, “hayır” anlatılamadı. Ama isteyen birçok kimse de perdenin arkasına girdiği zaman da hayır kâğıdını zarfın içerisine, zarfın dışardan görülmesi pahasına dahi olsa -çünkü zarf çok inceydi ve hayır oyu mavi renkteydi, belli oluyordu- koyabildi. Ve kimseye “niye hayır oyu verdin” diye de soruşturma yapılmadı. Oylama sonucunda zaten “evet”lerin ezici denecek kadar çok sayıda çıkması, bizim demokrasi konusunda, sivilleşme konusunda geri kalmışlığımızı gösteriyordu.

O günkü iktidar liderinin “hayır çıkarsa ne olacak?” sorusuna “demek ki bizim gitmemizi, demokratik sisteme geçilmesini istemiyorlar, bizim kalmamızı istiyorlar” cevabının da bu oylamada büyük bir tesiri olmuştu. Ama millet bunun rövanşını sonraki genel seçimlerde verdi. Genel seçimlerde yine ihtilâlin lideri bir partiyi işaret etti ve işin enteresan tarafı o partinin lideri olan Paşa, seçimlerden sonra “sen beni işaret ettin diye millet bize oy vermedi” dedi. İki paşa arasında o gün çatışma oldu. Yani millet doğrusunu yapıyor, kararları doğru veriyor; ancak ihtilâller yapıldığında halkın hiçbir tepkisini göremiyorsunuz, idam kararları verildiğinde halkta tepki göremiyorsunuz. Bir tür sindirilmişlik halini üzerimizden atamıyoruz.

Böyle bir askerî anayasadan, askerler tarafından yaptırılan bir anayasadan sivillerin yaptığı bir anayasaya geçiş uzun bir süre aldı. 1982 Anayasasının genel havası hâlâ etkili. Şimdi Cumhurbaşkanlığı Yönetim sistemine geçiş yapıyoruz. Yeni sistemin daha özgürlükçü, insan hak ve hürriyetlerine önem veren bir şekilde yapılandırılması hayati önem taşımaktadır. Yeni sistem ve bu sisteme uygun bir anayasa korkulara dayalı korumacı bir anayasa mı olacak yoksa toplumsal değişime açık, vatandaşa güvenen bir anayasa mı olacak? Vesayetçi ve yasakçı mı, yoksa özgürlükçü mü olacak? Şahsı mı koruyacak devleti mi? Bunlar hepimizin merak ettiği sorulardır.

İdeal bir anayasa yapabilmek için ideal bir ortamın olması lâzım. Yani, daha demokratik, daha hür bir ortamın olması lâzım. Bu tartışma ortamında kimsenin kafasında “ya arkadaşlar bunu böyle yapalım, ama bir takım mihraklar  ne der, bu konuda rahatsızlık olur mu?” endişesi olmaması lâzım.

Öncelikle “sivil anayasa nasıl yapılır” derdinin insanlarda ortaya çıkması gerek. Öncelikle beyinlerin sivilleşmesi lâzım, kendimizin sivilleşmesi lâzım. Sivilleşme, nedir? “Buna asker ne der, filanca kurumlar ne der” fikrini kafamızdan atmamız lâzım. İkincisi; kurtarıcıyı anayasada belirttiğimiz demokrasi unsurlarından beklememiz lâzım. Yani “iyi bir asker gelse, iyi bir cumhurbaşkanı olsa, aslan gibi bir siyasetçi ortaya çıksa…” yaklaşımından vaz geçmemiz lâzım. Yönetime zorla el koyan veya işi hile hurdayla götürmeye çalışan her kimse, sivil olsun asker olsun kötüdür, millet düşmanıdır. Bunun iyisi yoktur. Demokrasiyi çiğneyen, halkın değerlerini çiğneyen kimse iyi kimse olamaz.

Kim olursa olsun “ben demokrasiyi getireceğim”, “şeriatı getireceğim”, “komünizmi getireceğim” dese; mevcut meşrû yönetimi, meşrû iktidarı zorla devirenler kötüdür demek farzdır. İşte zihinlerdeki demokratikleşme, sivilleşme önce buradan başlar. Herkes yerinde ve konumunda olmalıdır. Buna milletvekili dâhildir, devlet memuru dâhildir; başbakan, cumhurbaşkanı dâhildir. Genelkurmay Başkanı, Kara Kuvvetleri Komutanı ve diğer komutanlar dahildir. Haddini aşan, anayasal görevini aşan kim varsa, kanunların kendisine verdiği yetkileri aşan kim varsa, haddini aşmıştır, zararlı bir unsur haline gelmiştir ve tasvip edilmemelidir.

Şöyle önemli bir soru var: “Koruyuculara karşı bizi kim koruyacak?” Türkiye’deki en büyük sorun da bu. Veya “yasa koyucu yasaları ihmal ederse buna karşı ne yapacağız?”, “Anayasa Mahkemesi anayasayı ihlâl ederse biz buna karşı ne yapacağız?”. Nevzat Ercan’ın bir sözü var, “insan için su neyse, devletler için de anayasa odur” der. Ancak anayasa var, ama işletemiyorsak, rafa kalkıveriyorsa, yine bir şey olmuyor. Anayasa metni olmayan hatta bununla övünen ve demokrasiyi çok güzel işleten dünyada birçok ülke var. Anayasadaki kuralların hepsi zaten temel hukuk normlarıdır; bunlar yazılı olmasa da reel de var olan şeylerdir. Bunları ortadan kaldıramazsınız, bunlar insan olmanın gereği olan uygulamalardır. Bunun dışında da devletin işleyişiyle ilgili bazı maddeler vardır. Bunlar da Cumhurbaşkanının nasıl seçileceği, meclis başkanının nasıl seçileceği, anayasanın nasıl değiştirileceği gibi konuları kapsayan bir takım maddelerdir. Bunları da düzenlemek çok zor değildir. Ama anayasa denildiği zaman akla gelen en temel şey özgürlüklerdir ve bunların kabul edilmesidir, yok edilmesi değildir.

Meclis’in böyle bir anayasa yapmaya hakkı var mı? Montaigne “Değiştirilemeyen düzen, kötü düzendir” der. İyi düzenler ancak çok iyi gidiyorsa değiştirilmez. Yine de değiştirme hakkı birilerinin vardır, birileri isterlerse o düzeni değiştirebilirler. “Egemenlik bilâ kayd-u şart milletindir” sözü yeterli olmamaktadır. 1924 sonrası anayasa metinlerinde olduğu gibi O milletin adına birileri vesayetle karar veriyorsa; tam demokrasi yoksa maksat hasıl olmamaktadır. 1961 anayasasında egemenlik Türkiye Büyük Millet Meclisi eliyle kullanılırken sonradan anayasal kurumlar vasıtasıyla kullanılır hâle geldi. Anayasada adı geçen, orada düzenlenen bazı kurumlar, “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir, ancak bu egemenlik anayasal kurumlar eliyle kullanılır, ben o anayasal kurumlardanım. Çünkü ben anayasada yazıyorum” diye düşünmeye başladı. İyi, ama sana “anayasal kurumlar ol” dendi de “milletin üzerinde ol” denmedi ki. Zamanında bir rektör kalktı ve seçilmiş meşrû hükümet erkânına “yüzde 95 oyla da gelseniz sizi oradan indiririz” demişti. Bunu diyen adam anayasal bir kurumun yetkisiyle orada görev yapmaktaydı. Evet demokrasi vardır, düşünce özgürlüğü vardır, ama eyleme dönüşecek fikirlerin de bir sorumluluğunun olması lâzımdır.

Bizi yarışın gerisinde bırakan bugüne kadar adeta yerimize çivileyen fikrî ve fizikî ağırlıklarımızdan kurtulmak öncelikli hedefimiz olmalıdır. Bugün temel hak ve hürriyetlerle ilgili pek çok yasak ve sınırlamalar var. Oysa örnek alabileceğimiz, dünyada demokrasiyi ileri götürebilmiş ülkeler var. Bu ülkelerin ekserisinin ortak özelliği demokratik hukuk devleti, insan hak ve hürriyetlerinin yerleşmişliğidir. Günümüzde insan hak ve hürriyetlerine verilen önem öylesine artmıştır ki ortak bir insan hakları anlayışı oluşmuştur. Geçen yüzyılda insanlık, insan haklarını hiçe sayan baskıcı, dayatmacı bütün militarist sistemleri tasfiye etmiştir.

Yeni bin yılda ise insanlığın hedefi daha çok demokrasi, hürriyet, refah ve barış içinde birlikte yaşama arzusudur. Türkiye büyük bir ülke olmak zorundadır. Bunun için çağdaş dünyanın olmazsa olmaz kabul ettiği evrensel değerlerin paylaşılması kaçınılmazdır. Türkiye’nin insan hakları ve demokratikleşmeyle ilgili uluslar arası taahhütlere sadık kalması önemli olduğu kadar, özünde toplumumuzun kendi varlık ve düzenlik meselesinin temelini oluşturmaktadır. İnsan hakları artık devletlerin bir iç sorunu olmaktan çıkmış, ulusal sınırları aşarak bir dünya sorunu haline gelmiştir. Türkiye’nin uygar dünya ile bütünleşmesi zorunludur. Türkiye, AB ile birleşme tercihinde bulunmuştur. Kendi serbest seçim iradesiyle Batı dünyasında yer aldığına göre Batı standartlarına uymakla da yükümlüdür. Bireyin hakkını devlete feda eden, devletin halkın refahı, huzuru ve mutluluğunu temin etmek üzere oluşturulmuş bir büyük siyasal organizasyon olarak kutsal bir varlık gibi takdim eden mevcut anayasa yerine sivil ve demokratik bir anayasa projesi mutlaka gerçekleştirilmelidir.

Şu soruya birlikte cevap aramalıyız; “Günümüz değerleri içerisinde medeniyetin merkezinde oturan dinamik nedir?”. “Devlet mi, toplum mu, insan mı?” O merkeze insanı oturttuğumuz zaman ulaşacağımız sonuç farklıdır. Çizeceğimiz yol farklıdır ve koyacağımız hedef farklıdır. Geleceğin insan merkezli olacağı görüşü dünyanın genel olarak ortak görüşüdür. Bu anlayışla tasarımlar, planlar, kurumlar ona göre şekillenmektedir.

Yeniliğin ve kalkınmanın kaynağı ise özgürlüktür. Şahsı her türlü hürriyetini korkudan uzak ve güven içinde yaşamalıdır. Hürriyeti, üretimi, eleştiriyi, şahsın keşfetme gücünü ezen devlet, geleceğe değil geçmişe yolculuğa çıkar. “İzin verildiği kadar düşünebilen” birey ve toplumlar, devlet tarafından hapsedilmiş gibidirler. Devlet milletin devleti olmalıdır. Milletle devlet arasında oluşturulan değerler uçurumu ortadan kaldırılmalıdır. Ankara milletin temel değerleriyle çatışmayan, akılcı kararların alındığı ve siyasetlerin geliştiği bir bilgelik merkezi olmalıdır.

Devlet, kendilerini devlet zanneden ve aslında milletin memuru olan bürokrasinin tasallutundan kurtarılmalıdır. Şahsın hakkını devlete feda eden, devleti halkın huzuru ve refahını temin etmek üzere oluşturulmuş bir büyük siyasal organizasyon olarak değil de kutsal bir varlık gibi gören anlayışın idamı şart olmuştur. Ceberut, baskıcı devletten hukuk devletine geçiş mutlaka sağlanmalıdır. Devleti birilerinin iradeleri değil, hukukun üstünlüğü yönetmelidir.

Mevcut anayasamız 36 yıllık uygulama sürecinde insan hakları ve siyasal rejimin işleyişi ile ilgili bütün tartışmaların ve eleştirilerin odağı olmuştur. Çünkü olağanüstü şartlarda, olağanüstü yöntemlerle yapılmıştır. Demokratik değildir. Anti demokratiktir. Siyasal ve toplumsal uzlaşma aranmamıştır. Milletin seçtiği gerçek temsilciler eliyle yapılmamıştır. Ya kurucu meclis ya danışma meclisi adı altında oluşturulan meclisler eliyle yapılmış anayasalardır. Bugünkü evrensel oluşumlara ve toplumumuzun eriştiği gelişme sürecine cevap verecek bir anayasaya ihtiyacımızın olduğu çok açıktır.

“Anayasa, yöneten gücü yönetilene karşı sınırlandırmak için geliştirilmiş bir hukuk tekniğidir”. Devleti şahsa ve onun haklarına karşı korumak adına totaliter bir anlayışla, devletçi bir anlayışla, zihniyetle yapılmış anayasalarla toplumun bir yere varması mümkün değildir. Anayasal seviye, insanlığın güce karşı verdiği haysiyet mücadelesinin görkemli bir meyvesi olarak görülmelidir. Bugün insan haysiyetine rağmen meşrûiyetlerini ve bekalarını güçten alanların uzun bir ömürleri olmadıklarını söylemek bir kehanet değildir.

Türk anayasasının tarihi gel-gitlerin ve kısa dönem denemelerin tarihidir. Bu köksüzlüğün birden fazla ana sebebi vardır. Ana sebep her halde Türk anayasalarının toplumsal talep ve mücadele sonucu ulaşılmış bir haklar demeti olmaktan çok, halka dayanmayan bir gücün şahsa hükmettiği birer ulufe özelliği taşımaktadır. Buna rağmen anayasacılık deneyimlerimiz hukuk ve demokrasi uygarlığımız açısından önemli bir kazanımdır. Bugün anayasa ihtiyacı, her zamankinden daha yoğun, daha nitelikli bir talep olarak şiddetle ve ısrarla seslendirilmektedir; şöyle ki:

1- Tam demokratik anayasa dalgasının önüne geçemeyiz. Bu dalgayı en verimli şekilde yönetmemiz gerekir.

2- Mevcut anayasamız üzerinde onca değişiklik yapılmasına rağmen askerî iradenin tasvibiyle oluşmuştur. Şimdiki haliyle adeta bir hukuk kevgirine dönüşmüştür.

3- Hiçbir parti tek başına anayasayı yapamaz, yapmamalıdır. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin önderliğinde; olabildiğince sivil tabandan destek alarak yazılan tam demokratik bir anayasayı bekliyoruz. İşte milletin anayasası ancak milletle yapılır. Sivil ve demokratik anayasa yapma girişimi desteklenmelidir. Medrese ve yeniçeri kökenli “istemezük” nakaratlarının bozucu ve erteleyici sarhoşluğuna hiç kimse kapılmamalıdır.

4- Anayasanın, demokrasinin ve Cumhuriyetin koruyucusu esasen ve tek başına millettir. Bütün egemenlik onun elindedir. 1961 anayasasından önce milletimiz egemenlik hakkını Meclis eliyle kullanıyordu. Halkın seçtiği temsilciler eliyle kullanıyordu. Ama 1961 anayasasında bu değiştirildi. “Yetkili organlar eliyle” egemenlik hakkını kullanabilecektir ifadesi eklendi. Buradaki yetkili organlar mutlaka tasfiye edilmeli ve sadece yasama, yürütme ve yargı erkleri şeklinde bir temel yapı oluşturulmalıdır.

Yürütme organının talebi olmaksızın herhangi bir bürokratik gücün kendiliğinden koruma ve kollama görevini kullanabilmesi iki devletlilikten başka bir şey değildir. Türkiye bu hukuk skandalından, güç paradoksundan kurtulmak zorundadır. 

Sonuç olarak; mevcut anayasamız yapımı itibariyle ayıplı, muhtevası itibariyle noksan bir anayasadır. Türk milleti sivil topluma dayalı anayasa yapabilme düzeyini çoktan aşmıştır. Üzerimize düşen, bu aşmışlığı göstermektir.

Okunma Sayısı: 2720
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı