Sohbet halkalarının 'çam sakızı çoban armağanı misâli' küçük ikramları, bu halkaları ve manevi ortamları süsleyen ve güzelleştiren küçük, tatlı vesileler olarak kendini gösterir. Bu cümleden olarak “Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır", "Gönül ne çay ister ne çayhane; gönül sohbet (dost) ister çay bahane." vb. deyişler ve özlü sözler milletimizin dokularına kadar işleyerek günümüze dek dillendirilmeye devam edegelmiştir.
"Çay" deyip geçmeyelim. O göz alıcı, kırmızımtırak tavşan kanı rengi ve güzel tadı ile, içimi ânında binlerce yıldır ne hoş sohbetler edilmiş, insanlığa yön veren ne kararlar alınmış, ne feyiz dolu hatıralar yaşanmıştır.
İnsanlık tarihinde binlerce yıldır varlığı konuşulan ve içilmeye devam edilen çayın bulunuşunun 5000 yıl öncesine dayandığı ve bulunuşuyla ilgili Çin ve Hint efsanelerinde çeşitli söylenti ve rivayetlerin olduğu anlatıla gelmektedir.
Her ne kadar bulunuşu Çin ve Hint'te olsa bile, bize biz kadar yakın olan çayımız, yüzyıllardır sofralarımızı ve sohbetlerimizi, bütün sıcaklığı ile süslemeye ve güzelleştirmeye devam etmektedir.
Bu manada, Peygamberler, evliyalar ve erenler diyarı Anadolu’nun bağrından başlayarak, bütün dünyaya yayılan Nurlu sohbet halkalarıyla yeryüzünü bir irfan mektebi hâline getiren Kırmızı Ciltli Kur’ân Nurlarının, Risale-i Nur eserlerinin yanında içilen çayların da ayrı bir yeri vardır.
Anadolu’da Kur’ân ve İslâmiyet nurunun söndürülmesine matuf, en çirkin istibdat, zulüm, işkence, hapis ve baskıların uygulandığı dönemlerde, Kur’ân Nurunun sönmesine mani olmak için canını ve her türlü varlığını ortaya koyan, Nurun çelik iradeli dava erlerinin ve Nur postacılarının zindanlarda çürütüldüğü kara günlerde, bu dava erlerinin peşine takılan ve onlara suç isnadı arayan müstebit ve hafiyeler, bu insanlar için "Kırmızı çay içip, Kırmızı Kitapları okuyorlar" diye kendilerini görevlendiren üstlerine bilgi vermişlerdir.
Günümüzde ise artık, köprülerin altından çok sular geçmiş, o çileli ve zor günler geride kalmış; 50 civarında dünya diline tercüme edilen Kur’ân Nurları Risale-i Nur Külliyatı, dünyanın yüzlerce ülkesinde oluşturulan yüz binlerce sohbet halkalarında okunmakta; insanlığı dalalet, sefahat ve inkâr karanlıklarından kurtararak, kalp ve gönülleri nurlandırmaktadır.
Tabii ki bu nurlu sohbetleri tatlandırmak için de, yediden yetmişe, ihlâslı ve güleryüzleriyle, sohbete gelenlerle canhıraşane ilgilenip onlara çay dağıtan “Nur Çaycıları” ve onların dağıttığı çaylar, bu halkaların güzelliğini tamamlayan latif bir cilvesi...
Söz nur çaycılığından açılmışken, yazımıza ilham kaynağı olan ve bir asra yaklaşan ömründe Nur davası için her türlü çileyi çeken, hapis yatan, sıkıntılara dûçâr olan; o günlerde kendisine bakıp selâm vermenin bile suç addedildiği bir hengâmede, jandarmalar arasında götürülen Üstadını görüp elini öpebilmek için, hiçbir şeye aldırmadan konvoyu yarıp kamçı yiyen bir 'Nur Postacısı'nın ve bir 'Nur Çaycısı'nın bazı hatıralarını sizlerle paylaşmak istiyorum.
Bu Nur Çaycısı, Üstad Bediüzzaman’ın “Kâinata değişmem” diye iltifat ettiği Zübeyir Gündüzalp ağabeyin kardeşi Haydar Gündüzalp Ağabey. Haydar Ağabey hemen hemen haftanın her gününde demleyerek çantasına koyduğu çayları, gün boyu, bilâbedel, Ermenek’te bulunan esnafa dağıtarak, onlara güleryüzüyle tebligat yapar. Bazen bu çay dağıtma seferinin ikinci kez demlenen çayların dağıtılmasıyla devam ettiği ifade edilmektedir. Bir gün 2 km yürüyüp, bizim bulunduğumuz yere gelmiş; termosundaki meyankökü çayını bana ve arkadaşlarıma ikram etmişti. (Şifalı bitkiler konusunda malumat sahibi olan kendisinin ‘Zübeyir ağabeyin içeceği’ dediği bu şifalı çay, kuru incirin ince doğranıp, meyan kökü ile karışılıp kaynatılmasıyla yapılıyor; birçok mide ve göğüs rahatsızlıklarına iyi geliyor.)
Üstadından ve Zübeyir ağabeyden her bahsedilişinde derunî bir hâl içine giren Haydar ağabeyin iki damla gözyaşının göz kapaklarını ıslattığını her an görmek mümkün.
Rahmetin bardaktan boşanırcasına yeryüzünü ıslattığı bir cuma sohbeti çıkışında, toprak kadar tevazu sahibi ve vakur olan Haydar ağabeye şemsiye tutmak istediğimde, çok mahcup oldu ve reddetmek istedi. Ben de bunun üzerine, "Ağabey, biz sultanlara, devlet başkanlarına şemsiye tutmayız, ama sana şemsiye tutmak bizim için bir şereftir. Çünkü sen Âhirzamanın Bedisi’ni görüp onun elini öpmüşsün, çünkü sen kâinat kadar değerli Zübeyir ağabeyin kardeşisin" dedim.
Bir gün yine bir Nur sohbeti arasında, "Haydar ağabey, senin çaycılığınla ilgili gazetemiz Yeni Asya’ya gönderilmek üzere bir yazı hazırlıyorum, bu konuda bana ne söylersin?" dedim. Kendisi bana, ”Kardeşim, herkesin vazifesi ve yapabileceği işler farklı, bana da bu çaycılık işleri düşüyor. Hastanede çaycılık (kendisi devlet hastanesinde uzun yıllar şoför olarak çalışıp, ayrıca çay yaparmış), hapishanede çaycılık ve haccda çaycılık..." diye mukabele etti. Ben de tevafuku bozmamak için, "İnşâallah ağabey has bahçede (cennet bahçesi) de çaycılık olur" diye temennide bulundum.
Son olarak Ermenek’te ağaçların rengârenk bahar çiçekleriyle bezenip, yeni yapılan masmavi Ermenek Barajının muhteşem manzarasıyla bütünleşip doyumsuz görüntüler oluşturduğu bir Nisan gününde, yine çantasında taşıdığı 2 litrelik çay termosundan çay dağıttığı anda Haydar ağabeyle birlikteyiz. Esnaf esnaf çayları dağıtarak ayaküstü küçük sohbetlerde bulunduk. Zübeyir ağabeyin doğduğu evin önünde ve başka bir iki yerde hatıra fotoğrafları çektik. Bardağı olmayanlar için yanında bardak da taşıyordu Haydar ağabey. Çay oldukça bereketliydi, biteceği falan yoktu. Bu arada, bir büroya uğradık. Her zaman olduğu gibi, çantasından termosunu çıkararak, çayları doldurdu. Çay sonunda ben, "Müsaitsek, bu güzel çayı güzel bir sohbetle taçlandıralım" dedim. Kabul görünce, öncelikle toplum olarak da en çok ihtiyacımız olan namazdan söz ederek, 21. Söz’den 2. İkaz'ı ve 20. Mektub’dan Kelime-i Tevhid’in 11 Kelimesi'nden 11.'sini paylaştık. Hz. Yusuf (as) kıssasını özetleyerek, "Mısır Azizliği gibi bir saltanatın 1000 yılının bile, Cennet hayatının 1 saatindeki lezzete mukabil gelmeyeceği" konusunda söylediklerimiz bulunanların çok dikkatini çekti. Her hâl ve şartta namazın kılınması gerektiğini, önce nefsimizde olmak üzere, teyid ederek, onları haftalık Nur sohbetlerine davet ettik.
Bu kıymetli ağabeyimizin, 85’e yaklaşan yaşıyla, içinde bulunduğu muhtelif hastalıklara rağmen, "Nurları tebliğ" ve "Nur Çaycılığı" konusunda gösterdiği cehd ve gayretten alacağımız birçok ders olduğu kanaatindeyim. Özellikle, Risale-i Nur Külliyatı’nın İhlâs Risalesi'nde bahsedildiği gibi, hizmetin küçüklüğüne ve büyüklüğüne bakılmaz; ihlâsla Allah rızası için yerine getirilen bir hizmet karşılığında, zerre dağ gibi olur.
Son şahitlerden Haydar Ağabeyimize Cenab-ı Allah’tan "Nur Çaycılığı"nda daha nice uzun ve feyizli ömürler temennî ediyoruz. Ne mutlu Nur davasının feyizli sohbetlerinde çay dağıtanlara; ne mutlu "Nur Çaycıları"na…