"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

AHİRZAMAN

26 Haziran 2011, Pazar
Ahirzaman; son zaman, özellikle dünyanın son zamanı anlamına kullanılan bir terimdir. Yaratılış ile başlayan zaman süreci, kıyametin kopması ile son bulacaktır. Fakat kıyametin ne zaman kopacağını Allah’tan başka kimse bilemez. Ahirzamanın, Peygamberimizle (asm) başlayıp kıyamete kadar devam eden bir süreyi kapsadığı hadis-i şeriflerden anlaşılmaktadır.
 Çok inkılâplar ve kaynaşmalar ile beşer kavimleri bir tek dersi alacak, bir tek muallimi dinleyecek, bir tek şeriatla amel edecek vaziyete geldiğinden, ayrı ayrı şeriata ve ayrı ayrı muallime ihtiyaç kalmadığından ahirzaman peygamberi, yani hatemü’l-enbiya (peygamberlerin sonuncusu) gönderilmiş ve peygamberlik silsilesinin sonu mühürlenmiştir. Hâtem; “son” anlamına geldiği gibi “mühür” anlamına da gelmektedir. (27. Söz-Hatime)
Âyet ve hadisler âhirzamanın iki safhalı olduğunu göstermektedir. Birincisi, dünyanın maddi ve manevi sorunlarla dolu safhası; diğeri de “Altınçağ” olarak adlandırılan, Kur’an ahlâkının ve her alanda üstün bir refahın yaşanacağı safhadır. “Altınçağ”dan sonra dünya çapında yaşanacak olan çok hızlı bir sosyal çöküş sonucunda kıyametin kopması beklenmektedir.
Ahirzamanda rol alan önemli unsurlar; Deccal, Süfyan, kadınlar taifesi ve bunlara karşı da Mehdi ile Hazret-i İsa’dır (as).
Hadis-i şeriflerdeki rivayetlere göre;
Süfyan; israf edip elinde mal tutmayan ve ömrünü sefahatte geçiren biri olduğu, aynı zamanda israfı teşvik edip, şiddetli bir hırs ve tamahı uyandırıp insanların zayıf damarlarını elinde tutarak kendine bağlayacağı,
Ahirzamanın müstebit hâkimlerinden özellikle Deccalın kendisine itaat edenleri ödüllendirdiği yalancı Cennetinin, itaat etmeyenleri de cezalandırdığı yalancı Cehenneminin bulunduğu, 
Ahirzamanda “Allah Allah” diyecek kimsenin kalmayacağı, yani tekkelerin, zikirhânelerin ve medreselerin kapatılacağı, ezan ve kamet gibi şeâirde ismullah yerine başka isimlerin konulacağı,
Deccal gibi bir kısım şahısların ulûhiyet dâvâ edecekleri ve kendilerine secde ettirecekleri,
Ahirzaman fitnesinin çok dehşetli olacağı ve kimsenin nefsine hâkim olamayacağı; o fitnelerin nefisleri kendilerine çekip meftun edeceği; insanların isteyerek belki zevkle o günahları işleyecekleri; kadınların kendi güzelliklerini göstermeye fıtraten çok meyyal olmalarından seve seve o fitneye atılıp baştan çıkacağı; fıtraten cemalperest erkekler dahi nefislerine mağlûp olup o ateşe sarhoşâne bir sürurla düşüp yanacakları,
Süfyanın büyük bir dâhî olacağı, ilimle dalâlete düşeceği, çok âlimlerin de ona tâbi olacakları,
Ahirzamanın şahıslarının çoğu icraatları kolay olan tahribat ve cezp edici olduğundan fevkalâde bir iktidarları varmış gibi görüneceği,
Ahirzaman fitnesi zamanında, harplerde erkeklerin çoğunun telef olmasından, hem bir hikmete binaen kızların çok doğmalarından bir erkeğin kırk kadına nezaret edeceği,
Hem Büyük Deccalın, hem İslâm Deccalının üç baskı devresi manasında üç gününün olacağı; bir gününde, yani bir hükümet devresinde üç yüz senede yapılmayacak kadar büyük bir icraat yapacağı; ikinci gününde, yani ikinci devresinde, otuz senede yapılmayan işleri bir senede yaptıracağı; üçüncü gününde/devresinde, bir senede yaptığı değişikliklerin on senede yapılamayacağı; dördüncü gününde/devresinde ise adîleşip bir şey yapmaz hale geleceği, yalnızca vaziyeti muhafazaya çalışacağı,
Sihir, manyetizma ve ispritizma gibi derece derece harikalarıyla kendini muhafaza eden ve herkesi teshir eden o dehşetli Deccalın şahsını, İsa Aleyhisselamın öldüreceği; İsevî ruhanîlerinin, Deccalın teşkil ettiği dehşetli maddiyyunluk ve dinsizliğin azametli heykelini ve manevî şahsiyetini öldürerek Allah’ı inkâr olan küfür fikrini mahvedeceği; o ruhanîlerin İsevî dininin hakikatlerini İslâm hakikatleri ile mezc ederek o kuvvetle onu dağıtacağı ve manen öldüreceği, hatta Hazret-i İsa Aleyhisselâmın gelip Hazret-i Mehdîye namazda tâbi olacağı, İsa Aleyhisselâmın Büyük Deccalı öldüreceği, Deccalın mühim kuvvetinin Yahudilerin olacağı,
Kur’ân’ın semavî lisanında “Ye’cüc” ve “Me’cüc” namı verilen Mançur ve Moğol kabilelerinin, eski zamanda Çin-i Maçin’den bir kısım başka kabileleri yanlarına alarak kaç defa Asya ve Avrupa’yı altüst ettikleri gibi, gelecek zamanlarda da dünyayı altüst edecekleri,
İsa Aleyhisselâmı iman nuru ile tanıyan ve ona tâbi olan mücahit ruhânî cemaatin sayısının, Deccalın ilmî ve maddî ordularına nispeten çok az ve küçük olacağı,
Deccal çıktığı gün bütün dünyanın işiteceği (radyo, telgraf, telefon) ve harikulâde bir eşeği (tren, otomobil, uçak) ile dünyayı kırk günde gezeceği, Deccalın, deccallık haysiyetiyle değil, belki gayet müstebit bir kral sıfatıyla işitileceği, gezmesi de her yeri istilâ etmek için değil, belki fitneyi uyandırmak ve insanları baştan çıkarmak için olacağı, bindiği merkebinin ise, ya şimendiferdir ki bir kulağı ve bir başı cehennem gibi ateş ocağı, diğer kulağı yalancı cennet gibi güzelce tezyin ve tefriş edilmiş olduğu, düşmanlarını ateşli başına, dostlarını ziyafetli başına göndereceği,
Âl-i Beytten olan Büyük Mehdînin siyaset âleminde, diyanet âleminde, saltanat âleminde, cihad âleminde olmak üzere çok dâirelerde icraatlarının olacağı ve ecdadının şeriatını muhafaza ve sünnetini ihya edeceği,
Güneşin batıdan doğacağı, tövbe kapısının kapanacağı ve yeraltından dâbbetü’l-arzın zuhur edeceği, (Süfyanın ve Deccalların fitneleriyle bilerek, severek isyan ve tuğyana, Ye’cüc ve Me’cüc’ün anarşistliği ile fesada ve canavarlığa giden ve dinsizliğe, küfür ve küfrana düşen insanların akıllarını başlarına getirmek hikmetiyle arzdan çıkıp musallat olacak, altüst edecek dehşetli bir hayvan taifesidir. Belki o hayvan, dâbbetü’l arz denilen ağaç kurtlarıdır ki; insanların kemiklerini ağaç gibi kemirecek, insanın cisminde dişinden tırnağına kadar yerleşecek. Mü’minler imanın bereketiyle sefahet ve su-i istimalâttan kaçındıklarından bu dâbbetü’l arzın şerrinden kurtulacaklardır.) rivayet edilmiştir.
Mehdî, Süfyan gibi ahirzamanda gelecek şahısları, çok zaman evvel, hatta Tabiîn zamanında beklemişler, yetişmek emelinde bulunmuşlar. Hatta bazı ehl-i velâyet “Onlar geçmiş” demişler. İlâhî hikmet gereği bunların da, kıyamet gibi, vakitlerinin bilinmemesi gerekmektedir. Çünkü her zaman, her asır, manevî kuvvetinin takviyesine medar olacak ve ümitsizlikten kurtaracak Mehdî manasına muhtaçtır. Bu manada her asrın bir hissesi bulunmak lâzımdır. Hem gaflet içinde fenalara, kötülere uymamak ve lâkaytlıkta nefsin dizginini bırakmamak için, nifakın başına geçecek müthiş şahıslardan her asır çekinmeli ve korkmalı. Eğer belirli olsaydı, umumî faydalar zayi olurdu.
Bu dünya tecrübe meydanıdır. Akla kapı açılır, fakat ihtiyarı elinden alınmaz. Öyleyse, Mehdi, Süfyan, hatta o müthiş Deccal dahi çıktığı zaman, çokları, hatta kendisi de başta Deccal olduğunu bilmez. Belki imanın nuru dikkatiyle o ahirzaman şahısları tanınabilir. (Yirmi Dördüncü Söz, s. 309)
Bediüzzaman; “Bu zamanın hâdiselerine, ahirzaman fitnesi diyorsun.” sorusuna; “Ahirzaman fitnesinin müddeti uzundur. Biz bir faslındayız.” cevabını vermiştir. (Sikke-i Tasdik-i Gaybî, s. 2093)
Ahirzaman fitnesinden korunmak için Peygamberimiz’in (asm) emri ile bin üç yüz sene boyunca bütün ümmetin; “Allahümme ecirnâ min fitneti âhiri’z-zaman” (Allahım, bizi ahirzaman fitnesinden muhafaza eyle), “Allahümme ecirnâ min fitneti’l-Mesihi’d-Deccali ve’s-Süfyan” (Allahım, bizi Mesih-ı Deccal ve Süfyan’ın fitnesinden muhafaza eyle), “Allahümme ecirnâ min fitneti’n-nisa” (Allahım, bizi kötü kadınların fitnesinden muhafaza eyle), “Allahümme ecirnâ min şerri’n-nisa” (Allahım, bizi kötü kadınların şerrinden muhafaza eyle) ve “Allahümme ecirnâ min belâi’n-nisa” (Allahım, bizi kötü kadınların belâsından muhafaza eyle) diyerek sakındıkları rivayet edilmektedir. Aynı şekilde Bediüzzaman Hazretlerinin bu duaları namaz tesbihatına alması ve sürekli okunmasını tavsiye etmesi, konunun çok ehemmiyetli olduğunu göstermektedir.
Âhirzaman, yukarıdaki ifadelerden de anlaşılacağı üzere zamanın dehşetli fitnelerin bol olan bir evresidir. Bu nedenle ahirzamanın, Deccalın, Süfyanın ve kadınların fitnesinden korunmak için sürekli Allah’a sığınmalıyız. Fitne ateşlerinin, belâların ve günahların sel gibi üzerimize aktığı bu zamanda korunabilmek için, manevî şirketler hükmünde olan şahs-ı manevilere dâhil olmalıyız. Tâ ki binler ve milyonlar dil ile bu dehşetli fitnelere ve kötülüklere karşı durabilelim, imanımızı ve istikametimizi koruyabilelim.
Ahirzamanın bu dehşetine, ilim ve fenden gelen fitnelerine karşılık, tahribatlara—Allah’ın izniyle—mani olması ve birçok kimsenin hidayete erişmesine vesile olması için Mehdî gönderen ve her vesile ile de bol bol sevap ve mükâfat vereceğini vaad eden Cenab-ı Hakk’ın, gayret gösterenleri ve dergâhına iltica edenleri kurtuluşa erdireceği muhakkaktır.
İslam’ın esasları ile amel edilen “Altınçağ”ın peşinden insanların bozulması ve kâfirlerin başına kıyametin kopması ile ahirzaman da sona erecektir.
 
SORU - CEVAP
 
SORU:
“Her nefis ölümü tadacaktır” meâlindeki âyetlerin mânâ kapsamına insanların ruhları dâhil midir?
 
CEVAP:
“Külli nefsin zâikatü’l-mevt”, yani “Her nefis ölümü tadacaktır” meâlindeki ayet Kur’ân’da üç surede geçmektedir. (Bkz: Âl-i İmran: 3/185; Enbiya: 21/35; Ankebut:  29/57)Bu âyetlerde “nefis” insanın ruhunu ifade etmektedir. Çünkü insan bedeni ölür, ama ruh ölmez. Beden mürekkeptir, yani birçok zerreden, molekülden, hücreden, organdan vs. yaratılmıştır. Bu nedenle değişmeye ve sonunda bozulmaya mahkûmdur. Ama ruh ise basittir. Birleşik değildir. Bu yüzden de çürümeye, bozulmaya maruz kalmaz. Ruh adeta beden evininin misafiri konumundadır. Ev yıkıldığında misafir de kendisine başka bir yer bulur. Orası ise ruhlar âlemidir. Buna göre ölüm, ruhun bedenden ayrılmasını ifade ediyor.
Ayrılık bazen acıdır, bazen de tatlıdır. İnsan eğer bir mekândan ayrılıp başka bir yere taşınırken sevdiği kişilerin yanına gittiğini düşünürse, bu ayrılık onu acısıyla yakmaz, tam aksine sevindirir. Çünkü bu gerçekten bir ayrılık değil, bir kavuşmadır, visâldir. O halde ruh ayrılığın tadını tadar. Eğer ölümün bir visal, bir kavuşma olduğunu düşünürse, bu ona tatlı; ölümün ebedî bir ayrılık olduğunu düşünüyorsa bu ona çok acı gelir.
Razi de “Her nefis ölümü tadıcıdır” âyetini tefsir ederken, bedenin fani, ruhun bâkî olduğuna dikkat çekmektedir. Çünkü bir şeyi tadanın onu tadarken var olması gerekmektedir. (Razi, Tefsiru Kebir, VII, 253.)
Sonuç olarak tüm ruhların ölümü tadacaklarını ihtar eden âyetler, bir açıdan insanı insan yapan unsurun insanın bedeni değil ruhu olduğu gerçeğinin vurgulanmasıdır. Bu anlamda ölen, yani fonksiyonunu icra edemez hale gelen bedendir; ruh ise devamlıdır, bâkîdir ve ölümü tadandır. Zaten ölüm denilen şey ruhun bedenden ayrılması, mekân yenilemesi, hayat görevinden paydos ve bâkî bir hayatın başlangıcından başka bir şey değildir.
Okunma Sayısı: 6450
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı