Türkiye’de hızlı nüfus artışı, şehirleşme ve iklim değişikliği gibi sebeplerle tatlı su kaynaklarının miktarı hızla azalıyor.
2030 yılında 100 milyon nüfusa ulaşacağı tahmin edilen ülkede, kişi başına düşen su miktarının da bin 519 metreküpten bin 120 metreküplere kadar ineceğine işaret eden çevre uzmanları, ülke çapında bir su yönetimi politikası uygulanması gerektiğini savunuyor.
Ferdi olarak alınması gereken tedbirlerin yanısıra büyük işletmelerin de konuya hızla el atması isteniyor.
2 GR. MİKROÇİPE 32, BİR ÇİFT AYAKKABIYA 8 BİN LİTRE SU
Bazı teknoloji ve gıda ürünlerinin üretiminde harcanan su miktarları:
-Bir çift deri ayakkabı için 8 bin litre su ;
-Bir A4 kağıt için 10 litre su
-Yarım kilo peynir için 2 bin 450 litre su
-Bir dilim ekmek için 40 litre su
-100 gr. patates için 25 litre su
-200 gr. paket patates cipsi için 185 litre su
-1 hamburger için 2 bin 400 litre su
-2 gr. mikroçip için 32 litre su
BEDİÜZZAMAN'DAN İKTİSAT VE KANAAT ÇAĞRISI
İsraf yüzünden bereket kalkıyor, fakirlik ziyadeleşiyor!
Büyük İslam Alimi Bediüzzaman Said Nursi, Kur'an-ı Hakim'in ve Peygamber Efendimizin -Aleyhissalatu Vesselam- şiddetle menettiği israfın dehşetine bereketin kalkmasına sebep olduğu ve fakirliğin artmasına neden teşkil ettiği cihetleriyle dikkat çeker ve Risale-i Nur talebelerine 'bitmek, tükenmek bilmeyen bir hazine' olan kanaat ve iktisadı tavsiye eder.
Risale-i Nur'daki konuyla ilgili bazı bölümleri istifadenize sunuyoruz;
''Evet, zekât vermek ve iktisat etmek, malda bittecrübe sebeb-i bereket olduğu gibi, israf etmekle zekât vermemek, sebeb-i ref-i bereket olduğuna hadsiz vakıât vardır.
Üçüncü Netice: Hırs, ihlâsı kırar, amel-i uhreviyeyi zedeler. Çünkü, bir ehl-i takvânın hırsı varsa, teveccüh-ü nâsı ister. Teveccüh-ü nâsı mürâât eden, ihlâs-ı tâmmı bulamaz. Bu netice çok ehemmiyetli, çok câ-yı dikkattir.
Elhasıl, israf, kanaatsizliği intaç eder. Kanaatsizlik ise, çalışmanın şevkini kırar, tembelliğe atar, hayatından şekvâ kapısını açar, mütemadiyen şekvâ ettirir. (Haşiye-1) Hem ihlâsı kırar, riyâ kapısını açar. Hem izzetini kırar, dilencilik yolunu gösterir.
İktisat ise, kanaati intaç eder. “Kanaat eden aziz olur; tamah eden zillete düşer” hadisin sırrıyla, kanaat, izzeti intâc eder. Hem sa’ye ve çalışmaya teşcî eder. Şevkini ziyadeleştirir, çalıştırır. Çünkü, meselâ bir gün çalıştı.
Akşamda aldığı cüz’î bir ücrete kanaat sırrıyla, ikinci gün yine çalışır. Müsrif ise, kanaat etmediği için, ikinci gün daha çalışmaz. Çalışsa da şevksiz çalışır.
Hem iktisattan gelen kanaat, şükür kapısını açar, şekvâ kapısını kapatır. Hayatında daima şâkir olur. Hem kanaat vasıtasıyla insanlardan istiğnâ etmek cihetinde, teveccühlerini aramaz. İhlâs kapısı açılır, riyâ kapısı kapanır.
İktisatsızlık ve israfın dehşetli zararlarını geniş bir dairede müşahede ettim.
Şöyle ki: Ben, dokuz sene evvel mübarek bir şehre geldim. Kış münasebetiyle o şehrin menâbi-i servetini göremedim. Allah rahmet etsin, oranın müftüsü birkaç defa bana dedi: “Ahalimiz fakirdir.” Bu söz benim rikkatime dokundu.
Beş altı sene sonraya kadar, daima o şehir ahalisine acıyordum. Sekiz sene sonra yazın yine o şehre geldim. Bağlarına baktım. Merhum müftünün sözü hatırıma geldi. “Fesübhânallah,” dedim. “Bu bağların mahsulâtı, şehrin hâcetinin pek fevkindedir. Bu şehir ahalisi pek çok zengin olmak lâzım gelir.” Hayret ettim.
Beni aldatmayan ve hakikatlerin derkinde bir rehberim olan bir hatıra-i hakikatle anladım: İktisatsızlık ve israf yüzünden bereket kalkmış ki, o kadar menâbi-i servetle beraber, o merhum müftü “Ahalimiz fakirdir” diyordu. Evet, zekât vermek ve iktisat etmek, malda bittecrübe sebeb-i bereket olduğu gibi, israf etmekle zekât vermemek, sebeb-i ref-i bereket olduğuna hadsiz vakıât vardır.
İslâm hükemasının Eflâtun’u ve hekimlerin şeyhi ve filozofların üstadı, dâhi-i meşhur Ebu Ali ibni Sina, yalnız tıp noktasında, “Yiyin, için, fakat israf etmeyin” (A’râf Sûresi, 7: 31.) âyetini şöyle tefsir etmiş.
Demiş: İlm-i tıbbı iki satırla topluyorum. Sözün güzelliği kısalığındadır. Yediğin vakit az ye. Yedikten sonra dört beş saat kadar daha yeme. Şifa hazımdadır. Yani, kolayca hazmedeceğin miktarı ye, nefse ve mideye en ağır ve yorucu hal, taam taam üstüne yemektir. (Haşiye-2)
HAŞİYE-1: Evet, hangi müsrifle görüşsen, şekvâlar işiteceksin. Ne kadar zengin olsa da yine dili şekvâ edecektir. En fakir, fakat kanaatkâr bir adamla görüşsen, şükür işiteceksin.
HAŞİYE-2: Yani, vücuda en muzır, dört beş saat fasıla vermeden yemek yemek, veyahut telezzüz için mütenevvî yemekleri birbiri üstüne mideye doldurmaktır.
(Lem’alar, On Dokuzuncu Lem’a, Yeni Asya Neşriyat, yeni tanzim, s. 366)
LÛGATÇE:
teveccüh-ü nâs: İnsanların alâkası, yönelmesi.
mürâât: Gözetme, bakma, riayet etme.
menâbi-i servet: Zenginlik kaynakları.
sebeb-i ref-i bereket: Bereketin ortadan kalkmasının sebebi.
amel-i uhreviye: Ahirete ait fiil, iş.
ihlâs-ı tâmm: Tam ihlâs, yaptığı her işinde Allah’ın emrini ve rızasını gözetme.
şekvâ: Şikâyet.
intac: Netice verme, sonuç doğurma.
sa’y: Çalışma, gayret, emek.
teşcî: Cesaret verme, cesaretlendirme.
istiğnâ: Cenâb-ı Hakk’tan başka kimsenin minneti altına girmeme, başkasına ihtiyacını arz etmeme.
Gelenek görenek belası!
İnsaniyetin yaşamak damarı ve hıfz-ı hayat cihazı, bu asırda israfatla ve iktisatsızlık ve kanaatsizlik ve hırs yüzünden bereketin kalkmasıyla ve fakr u zaruret, maişet ziyadeleşmesiyle o derece o damar yaralanmış...
Medeniyet-i hâzıra-i garbiye, semavî kanun-u esasîlere muhalif olarak hareket ettiği için seyyiatı hasenatına, hatâları, zararları, faydalarına râcih geldi.
Medeniyetteki maksud-u hakikî olan istirahat-i umumiye ve saadet-i hayat-ı dünyeviye bozuldu. İktisat, kanaat yerine israf ve sefahet; ve sa’y ve hizmet yerine tembellik ve istirahat meyli galebe çaldığından, biçare beşeri hem gayet fakir, hem gayet tembel eyledi.
Semavî Kur’ân’ın kanun-u esasîsi, “Leyse lil-insâni illa mâ seâ” [“İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır.” (Necm Sûresi: 53:39.)”, “Külû ve’şrabû velâ tüsrifû” [“Yiyin, için, fakat israf etmeyin.” A’râf Sûresi: 7:31.] ferman-ı esasîsiyle, “beşerin saadet-i hayatiyesi, iktisat ve sa’ye gayrette olduğunu ve onunla beşerin havas, avâm tabakası birbiriyle barışabilir” diye Risale-i Nur bu esası izaha binaen, kısa bir iki nükte söyleyeceğim:
Birincisi: Bedevîlikte beşer üç dört şeye muhtaç oluyordu. O üç dört hâcâtını tedarik etmeyen, on adette ancak ikisiydi. Şimdiki garp medeniyet-i zâlime-i hâzırası, su-i istimâlât ve israfat ve hevesatı tehyiç ve havâic-i gayr-ı zaruriyeyi, zarurî hâcatlar hükmüne getirip görenek ve tiryakilik cihetiyle, şimdiki o medenî insanın tam muhtaç olduğu dört hâcâtı yerine, yirmi şeye bu zamanda muhtaç oluyor.
O yirmi hâcâtı tam helâl bir tarzda tedarik edecek, yirmiden ancak ikisi olabilir; on sekizi muhtaç hükmünde kalır. Demek, bu medeniyet-i hâzıra insanı çok fakir ediyor.
O ihtiyaç cihetinde beşeri zulme, başka haram kazanmaya sevk etmiş. Biçare avâm ve havas tabakasını daima mübarezeye teşvik etmiş. Kur’ân’ın kanun-u esasîsi olan “vücub-u zekât, hurmet-i riba” vasıtasıyla avâmın havassa karşı itaatini ve havassın avâma karşı şefkatini temin eden o kudsî kanunu bırakıp burjuvaları zulme, fukaraları isyana sevk etmeye mecbur etmiş. İstirahat-i beşeriyeyi zîr ü zeber etti. (….)
Elhasıl: Medeniyet-i garbiye-i hâzıra, semavî dinleri tam dinlemediği için, beşeri hem fakir edip ihtiyacatı ziyadeleştirmiş. İktisat ve kanaat esasını bozup israf ve hırs ve tamahı ziyadeleştirmeye, zulüm ve harama yol açmış.
Emirdağ Lâhikası, s. 334, yeni tanzim: s. 649
***
Evet, insaniyetin yaşamak damarı ve hıfz-ı hayat cihazı, bu asırda israfatla ve iktisatsızlık ve kanaatsizlik ve hırs yüzünden bereketin kalkmasıyla ve fakr u zaruret, maişet ziyadeleşmesiyle o derece o damar yaralanmış ve şerait-i hayatın ağırlaşmasıyla o derece zedelenmiş ve mütemadiyen ehl-i dalâlet nazar-ı dikkati şu hayata celb ede ede o derece nazar-ı dikkati kendine celb etmiş ki, ednâ bir hâcât-ı hayatiyeyi büyük bir mesele-i diniyeye tercih ettiriyor.
Bu acip asrın bu acip hastalığına ve dehşetli marazına karşı Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın tiryak misâl ilâçlarının naşiri olan Risale-i Nur dayanabilir ve onun metin, sarsılmaz, sebatkar, halis, sadık, fedakâr şakirtleri mukavemet edebilir. Öyleyse, herşeyden evvel onun dairesine girmeli, sadakatle, tam metanet ve ciddî ihlâs ve tam itimadla ona yapışmak lâzım ki, o acip hastalığın tesirinden kurtulsun.''
Kastamonu Lâhikası, s. 74, yeni tanzim: s. 137
Sekülarizme Karşı İktisat, Şükür ve Kanaat
Yeni Asya Gazetesi Eğitimci Yazarı Süleyman Kösmene
ŞİRKETLERİN YENİ POLİTİKASI ‘SU AYAK İZİ’
"Karbon ayak izi" ile ilgili tedbirlerin uygulanmaya başladığı günümüzde, "su ayak izi" de gündemde. Türkiye’nin, sanılanın aksine su zengini bir ülke olmadığını söyleyen Yaşar Üniversitesi Meslek Yüksekokulu Alternatif Enerji Kaynakları Teknolojisi Programı Sorumlusu Selen Çekinir, şirketlerin alması gereken tedbirleri anlattı.
Çekinir, “Su, yiyecek ve giyecek gibi temel ihtiyaçlardan araba, cep telefonu gibi özel ihtiyaçlara kadar tüm ürünler için temel bir girdidir. Şirketlerin su ayak izi ise mal veya hizmet üretimi için kullanılan toplam suyun ölçüsüdür fakat hangi ürün için ne kadar su harcandığı bilinmezse su kaynaklarının verimli kullanılabilmesi imkansızdır.
Özellikle su ayak izinin daha büyük olduğu kurum, kuruluş ve fabrikaların, bu konuya daha çok dikkat etmesi gerekmektedir. Tüm bunların hesaplanması, doğru kullanılması ve su tüketiminin azaltılması için de doğru bir su yönetimi şarttır.” dedi.
'MARKALAR TEHLİKEYE GİREBİLİR'
Dünya Ekonomi Forumu’nun 2015 Global Risk Raporu’nda, en yüksek önem derecesindeki riskin su krizi olduğunu aktaran Selen Çekinir,
“Şimdiye kadar suyun sınırsız bir kaynak olduğu düşünülüyordu fakat şirketlerin artık suyun önemiyle ilgili düşüncelerini değiştirmeleri gerekmekte. Aksi takdirde markalarını ve güvenirliklerini tehlikeye sokabilir. Aynı zamanda bu bir çevresel farkındalıktır ve şirketler de bu konuya sosyal sorumluluk olarak yaklaşmalıdır.
Şirketler, büyüme hedeflerini belirlerken bulundukları veya etkiledikleri havzalardaki su miktarının sürdürülebilirliğini dikkate almalıdır ve bu havzalardaki azalma ve kirlilik gibi problemlerin çözümünde rol almalıdır.
Suyu verimli kullanmanın yanısıra tüm tedarik zinciri boyunca su kullanımını azaltmalıdır. Ayrıca operasyonlarında suyu verimli kullanmanın ötesine geçerek, tüm tedarik zinciri boyunca su kullanımını dikkate almalıdır ve bununla ilgili çeşitli standartlar oluşturmalıdır.
Eğer tüm bu önlemler alınmazsa üretim durmak zorunda ve tedarik zinciri de kırılmak durumunda kalacaktır.” bilgisini verdi.
'DENİZ SUYUNDAN FAYDALANABİLİRİZ'
Türkiye’de üretimin su ayak izinin yaklaşık olarak yüzde 90’ının tarım sektöründen kaynaklandığını belirten Çekinir, deniz suyundan tatlı su etmenin mümkün olduğunu da söyledi. Bunun sınırsız olmadığını da hatırlatarak,
“Sınırsız gibi görünen deniz suyunun kullanımı, birtakım kısıtlar içeriyor. Birincisi, tuzundan arındırılmış deniz suyu her alanda, her amaç doğrultusunda kullanılamıyor. İkincisi ise tuzdan arındırma işlemi için yine bir enerji gerekiyor. Bu da enerjide kaynak sıkıntısı sorunu yaratabiliyor.” dedi.
SU AYAK İZİ
Su ayak izi, birim zamanda harcanan ve kirletilen su miktarıyla ölçülmektedir. Bir ürünün su ayak izi, imalat sırasında ve daha sonra da müşteriye ulaşana kadar izlediği yolda sarfedilen toplam su miktarıdır.
TÜRKİYE’NİN SU KAYNAKLARI POTANSİYELİ
Yıllık yağış miktarı: 501 milyar metreküp
Buharlaşma: 274 milyar metreküp
Yer altına sızma: 41 milyar metreküp
Tarımda kullanılan: 32 milyar metreküp
İçmek için kullanılan: 7 milyar metreküp
Sanayide kullanılan: 5 milyar metreküp
Haber Merkezi