Mehmet Kutlular, Türkiye’de inançların baskı altına alındığı, fikirlerin susturulduğu bir dönemde, Risale-i Nurlar’la temsil edilen kudsî bir dâvânın sadık bir neferi olarak mücadele sahnesine çıkıyordu.
DİZİ-1: Ahmet Dursun
Fotoğraf: Yeni Asya - Arşiv
***
Mehmet Kutlular’ın Dâvâsı
Dağılmaya yüz tutmuş bir cihan imparatorluğunun acılarla yoğrulmuş topraklarından, Bulgaristan’dan göç etmek zorunda kalan kederli bir muhacir ailenin çocuğu olarak Gönen’de dünyaya gelen Mehmet Kutlular; çile, ıztırap, mücadele, mücahede gibi kelimelerin talihinin özünü oluşturacağını nereden bilebilirdi?
Çocukluğunun ele avuca sığmayan kavgacı, haşarı, inatçı, mücadeleci özellikleri, fıtratının kendisine sunduğu bir nimet olarak ileriki yıllarda başına gelecek tahammülü zor hadisatın üstesinden gelebileceği hasletleriydi.
Gençlik yıllarında aklını karıştıran ve ruhunu mengene gibi sıkan sorulara cevap bulmak için düştüğü yollar, onu cihanşümul bir dâvânın sarsılmaz bir neferi olarak tarihe kaydedeceği mecralara sürükleyecekti.
Her asırda büyük kahramanlara, cesur yüreklere ihtiyaç duyan iman-küfür, hak-batıl dâvâsı küfrün ilim silâhını elde ettiği, kurdun gövdenin içine girdiği, iman kalesinin tehlikeye düştüğü, tehlikenin içerden geldiği bu asırda da dâvâsıyla hemhal olabilecek dâvâ erlerini bekliyordu.
Küfrün belini kıracak, Asr-ı Saadet Müslümanlığını, Asr-ı Saadet duruşunu günümüze taşıyacak bir dâvânın erliğine soyunmak…
Hz. Hasan’ın yarım kalan hilâfetiyle sekteye uğrayan, cihanı huzur iklimlerine kavuşturan tevhid hakikatlerini, Nebevî değerlerini modern çağlara ulaştıracak ulvî bir dâvânın sesi olmak…
Bediüzzaman Said Nursî’nin Risale-i Nurlar’la taçlandırdığı, yeni çağın modası haline gelen inkâr-ı uluhiyet, ırkçılık, hazcılık, izafi adalet gibi insanlığın mesh-i manevisine, toplumların her alanda çöküşüne sebep olan hastalıklarını ortadan kaldıran iman ve Kur’ân dâvâsının sadık yolcusu olmak…
Kur’ân’ın sönmez ve söndürülemez bir güneş olduğunu, inkârcıların at koşturduğu bir asırda ispat edecek ulvî dâvâya sahip çıkmak… Hz. Hasan’ın manevî saltanatının her asırda temsilciliğini üstlenen Mevlânâ Celâleddinler, İmam-ı Rabbaniler, Şah-ı Geylaniler, Halid-i Bağdadilerden asrımıza tevarüs eden ulvî dâvânın neferi kalabilmek…
Felâketler ve helâketler asrında Bediüzzaman Said Nursî ve onun has ve sadık talebeleriyle temsil edilen büyük dâvânın çilekeşliğine soyunmak…
İşte Mehmet Kutlular bu özelliklere namzet olarak, Türkiye’de inançların baskı altına alındığı, hürriyetçi hareketlerin sekteye uğratıldığı, fikirlerin susturulduğu, kökü Asr-ı Saadete uzanan bir dâvânın izlerinin silinmek istendiği bir dönemde, Risale-i Nurlar’la temsil edilen kudsî bir dâvânın sadık bir neferi olarak mücadele sahnesine çıkıyordu.
Tarihî Miras Yeni Asya ve Mehmet Kutlular’ın önemi
Mehmet Kutlular deyince Yeni Asya’nın, Yeni Asya deyince de Mehmet Kutlular’ın akla gelmesinin şüphesiz geçerli sebepleri vardır.
Kutlular’ı bugünlere taşıyan dâvâ şuuru, ahde vefa, sadâkat, metanet ve cesaret gibi özellikleri, onun temsil ettiği misyonun fikrî kökleriyle yakından ilgilidir.
Meşrûtiyet, Cumhuriyet ve çok partili dönemleri yaşamış olan Bediüzzaman Said Nursî henüz Osmanlı’nın gazetecilik açısından yeni sayılan Meşrûtiyet döneminde “Marifet ve İttihad-ı Ekrad” adıyla bir gazete çıkarmak ister. İslâm âleminin hastalıklarını teşhis eden ve buna çareler arayan Bediüzzaman, huteba-i umumî (umuma hitap eden hatipler) bedreke-i efkâr (fikirlerin kılavuzu) olarak gördüğü gazete yoluyla hisli vicdanları uyandırmak, Kur’ânî hakikatleri haykırmak, teşhis ettiği içtimaî hastalıkların çarelerini göstermek istemektedir. Bediüzzaman’ın gazete çıkarma teşebbüsü ne Meşrûtiyet yıllarında ne de sonraki dönemlerde mümkün olur. Bediüzzaman’ın vefatından on yıl sonra, tam da onun tasavvur ettiği şekilde Yeni Asya’nın basın hayatına adım atarak Nurculuğun naşir-i efkârı olması, yalnızca bir hayalin gerçekleşmesi anlamına gelmez. Artık iman ve Kur’ân hakikatleri matbuat lisanıyla muhtaçlara ulaştırılacak, Bediüzzaman’ın bu anlamdaki vasiyeti yerine getirilmiş olacaktır. Bu artık uğrunda her şeyden vazgeçilecek bir dâvânın ve mücadelenin adı olacaktır. Bediüzzaman Said Nursî’nin sadık talebesi Zübeyir Gündüzalp’le birlikte diğer talebelerinin teşvik ve gayretleriyle kurulan Yeni Asya, kendisinin isteği olmamasına rağmen Mehmet Kutlular’a teslim edilir. Bu emanet, Mehmet Kutlular’ın, yarım asra yakın bir süre, inandığı dâvânın gereklerini eksiksiz olarak yerine getirecek, nice fırtınalara göğüs gerecek bir dâvâ ve vefa adamı olarak anılmasına yol açacaktır.
İlerleyen yıllar onun birçok özelliğine şahit olacak ve dâvâsı uğrunda kendinden vazgeçen ‘abide şahsiyet’ olarak adı Yeni Asya ile özdeşleşecektir.
-DEVAM EDECEK-