"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Kaybedilen şehir anlayışı

09 Mart 2015, Pazartesi
Önce camileri, ibadethaneleri devamında külliye ve medreseleri, kütüphaneleri, vakıfları, şifahaneleri, hanları-hamamları, bedestenleri inşa etti Osmanlı medeniyeti.

Bu değerli ana merkezin etrafına özel yaşama alanı olan haneler de eklenerek kuruldu Osmanlı’nın şehirleri… Şehirlerin ana yapısında her zaman toprağa yakın bir mimarî ve kurulum gözlendi. Koca Mimar Sinan’da bu kaideye özellikle dikkat etti. Herhangi bir mimarî yapının cami ölçülerinin üstünde bir ölçüye ulaşmasına asla izin verilmedi. Bir şehre bakıldığı zaman en belirgin olan eserler ise yine camiler, ibadethaneler ve ilim merkezleriydi. İslâm ahlâkıyla donanmış şehrin yüksek anlayışlı insanlarında çok başka bir ufuk ve anlayış hâkimdi. Şehrin her bir mahallesinde ayrı bir muhabbet ve yardımlaşma, infak hali hâkimdi. 

Sözü burada Abdülbaki Gölpınarlı’ya bırakıyoruz: “Ağaçlar kesilmekte, çeşmeler musluksuz, ormanlar yanıyor, kalan çeşmelerin kitabeleri aynaları kırılmayı bekleyen boynu bükük zavallılar... Küllük, güllük, eğri büğrü merdivenli yamru yumru duvarlı, otomobil meşheri, seyyar satıcı pazarı çiğ renkli kilimlerle örtülü, 5.43 pislik birikintileri ayaklar kaydırmada, biber, et, soğan kokuları buram buram... Borazanlı satıcıların sesleri kulakları tırmalıyor. Ve bu meydanlıktan çıkmış meydanın sonunda irfan merkezimiz üniversite!.. Müzik–bağışlayın-p..leşmiş. ne Doğulu, ne Batılı. Fakat şu muhakkak ki bizim değil, değil, değil ve biraz değil çok,  pek çok deli, zırdeli! Ve biz bu ülkede artık garibiz; “Gâh olur gurbet vatan, Gâhi vatan gurbetlenir”. Bütün bu, benliğimizi kaybetmekten meydana gelmiş. Benliğini kaybeden varlığını bulamaz, dününü bilmeyen bugününü anlayamaz. Bu gününü anlamayan yarınına hazırlanamaz. Milliyet evdir, yapıdır, temeldir, şehirdir, binadır, maddedir, havadır, sudur hayal değil!...”  Sanıyoruz ki artık ne müziğimiz, ne giyim tarzımız, ne mimarîmiz, ne de yaşama şeklimiz, hayat anlayışımız gerçek bizi yansıtmıyor, yansıtamıyor... Ne zaman başladı bu kopuş ve birbirimizden gerçek medeniyet anlayışımızdan uzaklaşma, ayrışma sürecimiz? Farklı kültürlerin, anlayışların ve algıların bir araya toplandığı şehirler içinde barındırdığı insanlara medeniyet anlamında ne kadar hitap etmekteydi? Bir medeniyetin izlerini taşımayı ve aksettirmeyi ne vakit unutmuşlardı. Modern şehir anlayışı ve yaşayışı bu sürecin tam da neresindeydi? 

Mânâ merkezli bir şehir anlayışından AVM kültürü anlayışına ne vakit döndük biz sahi?

Modern şehir özentisi Cumhuriyet’in öncesinde de vardı ve bu özenti fiiliyata dökülerek Osmanlı’nın o güzide şehir anlayışını da vurdu. Değişik mimarî ve yerleşim anlayışı o dönemlerde uygulanmaya başlamıştı. Başta İstanbul olmak üzere, büyük şehirlerde bu mimarî yapıların ve şehirleşme çalışmalarının örneklerini görmek mümkündür. Cumhuriyet dönemiyle birlikte daha sistematik ve sağlıklı bir yerleşim planı uygulamaya ve kentsel dönüşüm projeleri ile düzgün bir imar yapılmaya çalışılsa da belli bir dönem sonra bu düşünceler de yarım kalır ve bütün projeler rafa kaldırılır.  Devamında önü alınamaz kırsal kesimlerden gelen göç dalgası, imar izinsiz gecekondulaşma ve peşkeş çekilen kamu arazileri derken... Ortaya çıkan sonucu görmek için yüksek bir yerden içinde bulunduğumuz şehri bir ufuk bakışı ile seyretmek yetiyor sanırız... Dünya tarafından gözbebeği olarak görülen şehirlerin–İstanbul-o kendine has güzelliği ortadan kalkıyor ve yerini silüeti bozulmuş, içinde barındırdığı birbirinden değerli mimarî eserleri yok olmaya yüz tutmuş, çarpık kentleşme ile özünü kaybetmiş veya kaybetmeye yüz tutmuş bir görüntü sergiliyor.  Birçok kültürün bir araya gelişinden oluşan toplumlarda çatışmalar da kaçınılmaz oluyor. Devamında gerçek anlam, toprakla bağlılık kaybedilince yerini maddî hazların verdiği mutlulukların peşinde koşturmaca yarışı alıyor ve bu yarışın sonucu olarak da devasa alış veriş merkezleri ve eğlence mekânları yükseliyor. Hızlı yaşa, hızlı tüket ve zevk al formülü, bazı eller tarafından belki farkında belki değil, ama bir şekilde bize, bizim toplumumuza giydiriliyor. İnsan ve insana hizmet amaçlı şehir anlayışından hız, maddiyat, para, keyif ve refah anlayışlı bir şehir anlayışına geçiliyor. Son dönemde yapılan, yakın zamanda yaşanan ve geride büyük bir acı bırakan depremler neticesinde ortaya çıkan kentsel dönüşüm çalışmaları ile şehirler ve binalar güçlendirilmeye çalışılıyor. Peki, bu noktada aklımıza birkaç soru takılıyor: Birincisi; insanların gerçekten kendini rahat hissedeceği, manevî olarak huzur bulacağı ve aslı olan toprağa, muhabbete yakın olacağı bir kentsel dönüşüm gerçekten yapılabilecek midir? Gördüğümüz, şahit olduğumuz-en azından İstanbul’da-şehir silüeti bu düşüncemizi pek de doğrulayamıyor maalesef... 

 

Geleceğimizi temsil eden çocuklarımız şehir anlayışının neresinde!

Okul ev, ev okul gitgelinde sıkıştırdığımız büyükşehrin çocukları... Birbirine yakın binaları ile aslında bir nevi açık cezaevini andıran dar geçitli sokakların oyunsuz, eylemsiz, baskın çocukları… Oyun ve tabiat anlatır, öğretir, olgunlaştırır. Toprağa dokunan çocuk aslıyla bağını kurar. Yatay yerleşimden dikey yerleşime geçildiğinden beri kayıptadır çocuklar. Baskılanmış ve korku yüklenmiş psikolojileri ile geleceğin ürkek yetişkinlerini mi büyütür şehirler? Oynayacak alan bulamayan, son dönemde parklarda moda haline gelmiş spor aletlerini kendilerine oyuncak bilen ve enerjilerini oralarda tüketmeye gayret eden çocuklarımız... Onlardan sağlıklı bir şehir hayatı sunulmadıkça sağlıklı bir birey olmaları beklenilebilir mi, bilemiyoruz. Kentsel dönüşüm projelerinde geleceğimizi temsil eden, elinde tutan çocuklarımızın yeri nedir, onu da bilemiyoruz. Bildiğimiz bir tek şey var ve maalesef bunun acı sonuçlarını da toplum olarak tecrübe ediyor ve acısını çekiyoruz. Şehirlerimizde hayat hakkı tanımadığımız çocuklarımızı zaman içinde yavaş yavaş kaybediyoruz... 

Bu yazı dizimizde uzmanlarıyla şehir-insan ilişkisini, kentsel dönüşümü konuştuk ve aydınlarımızın konuyla ilgili düşüncelerinin geleceğimize değerli bir katkısı olmasını istedik. Umarız, sizin için de faydalı bir çalışma olmuştur. 

Gayret bizden tevfik Allah'tan...

Melek ŞAFAK / [email protected]

Etiketler: melek şafak
Okunma Sayısı: 3984
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Bilge Doğu

    9.3.2015 09:39:50

    Her medeniyet kendi kent algısını oluşturur. Fakat Türkiye'de herhangi bir manevi algı oluşması istenmediğinden anlamsız fikirler üzerine kurulmuş. Her kesimde olduğu gibi kentleşme alanında da bir devlet politikası yok. Her gelen anlayış kendine göre yorumlamış. Bu da memleketin kentlerini vasıfsız, işlevsiz ve çirkin hale sokmuş. İşi bilenlere değil de kendi yandaşlarına iş verilmiş. Sonra da birbirinin aynı, bulunduğu coğrafyaya uyum sağlamayan, nereye taşısanız aynı gözükecek kentler ortaya çıkmış. Kent olgusunu anlamak için eski Anadolu illerine bakmak yeterli olacaktır. Bizse daha cami yapılarında dahi şekilcilikten kurtulamadığımız için bu fikirlerin çok uzağındayız.

  • Faruk

    9.3.2015 08:46:40

    güzel bir calisma olmus.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı