Dindarların en rahat ettiği ve hizmetlerini özgürce yapabildiği dönemler, Demokratların iktidarda olduğu zamanlardı.
Demokratların dine hizmeti
Millete hizmet için yola çıkan Demokrat misyonun önemli prensiplerinden biri, siyaseti dine de hizmet ettirmek. Misyona yıllarca emek vermiş olan Demirel bunu şöyle ifade ediyor:
“Din ve vicdan hürriyetini savunmak siyasetin vazifesidir. Bunu savunmak dine hizmettir. Bu, siyasetin fonksiyonu içindedir. İnsan haklarının tamamını savunmak siyasetin görevi olduğuna göre, onu savunduğunuzda din istismarı yapmış olmazsınız.” (İslâm Demokrasi Laiklik, s. 127)
Demokrat misyon, DP’nin 14 Mayıs zaferi ile yola çıktığı günden başlayıp, iktidar imkânı bulduğu her dönemde bu gayretin içerisinde oldu.
DP iktidarının ilk icraatının, tek parti rejimince Türkçeye çevrilmiş olan ezan-ı Muhammedî’yi özgürlüğüne kavuşturup, Türkiye semâlarını yeniden Allahu ekber nidalarıyla şenlendirmek olması, bu açıdan son derece anlamlı bir hadiseydi.
Sonraki süreç de bu minval üzere devam etti.
CHP’nin ot deposu olarak kullandığı camiler yeniden ibadethane hüviyetine kavuşturuldu. Sâbık devrin son demlerinde kerhen başlatılan din eğitimi geliştirildi. Kur’ân kurslarıyla imam-hatip okullarının önü açıldı. Dinî neşriyata uygulanan yasak kaldırıldı. Dindarlara yapılan baskılar tedricen hafifletildi. Böylece millet rahat nefes aldı.
Bütün bunlar tek parti zihniyetinin hışmını çekti. Menderes ve DP kadrolarına karşı tahripkâr ve yıkıcı bir muhalefet yürüten CHP, DP’yi “irticaya taviz vermek”le suçladı. Menderes’in, uçağının düşme tehlikesi geçirdiği bir yurt dışı gezisi dönüşünde şükür duası için Eyüp Sultan Camiine gitmesi bile çok yakışıksız saldırılara konu edildi.
İnönü, Menderes’e yüklenirken, “Bunu yapacak bir başbakanı Atatürk bacaklarından asardı” şeklinde konuşabildi. Ve 27 Mayıs’ta emeline ulaştı; Menderes bacaklarından değil, boynundan asıldı.
Ama ceberrut tek parti kafasının bu şirretliklerine rağmen, Demokrat misyon aynı hizmet anlayışıyla yoluna devam etti. 27 Mayıs ihtilâlinin indirdiği bayrağı devralıp 1965 seçiminde yeniden iktidar burcuna diken AP, siyaseti halkın olduğu gibi dinin de hizmetine sokma çabasını sürdürdü.
İhtilâlden alınan güçle dine ve dindarlara karşı tekrar tırmandırılmak istenen baskıları, demokrasiyi yerleştirerek hafifletmeye çalışan AP, ard arda açtığı imam-hatip okulları, Yüksek İslâm Enstitüleri ve Kur’ân kurslarıyla din eğitimini geliştirmeye, dinî neşriyatın önünü açmaya devam etti.
Türkiye’yi bir baştan bir başa süsleyen minareli camilerin çoğu Demokrat iktidarlar döneminde inşa edilirken, bu camilerin tefrişatında da, kadro tahsisatında da Demokratların ciddî katkıları oldu.
Bütün Müslümanların özlemi olan Ayasofya Camii’nin—kısmen de olsa—ibadete açılması ile, Topkapı Sarayı’nın Hırka-i Saadet Dairesinde Yavuz Sultan Selim’in başlattığı, ama yine CHP’nin sona erdirdiği 24 saat Kur’ân tilâvetinin yeniden ihya edilmesi de 1979 sonunda iktidara gelen AP azınlık hükümeti eliyle Demokratlara nasip oldu.
Ama Demokratların başlattığı her hayırlı hizmet gibi, bunlar da yine tek parti kafasının eseri olan bir başka ihtilâl tarafından kesintiye uğratıldı. 12 Eylül hem Ayasofya minarelerindeki ezan, hem de Hırka-i Saadet’teki Kur’an seslerini susturdu.
Bu seslerin tekrar duyulabilmesi için, DYP’nin birinci olduğu 1991 seçimi öncesine kadar beklemek icab etti. Ve DYP, koalisyon ortağı SHP olduğu halde, dine hizmet çizgisini kaldığı yerden devam ettirdi. Risale-i Nur Külliyatı’nın devlet kütüphanelerine konulması dahi—Üstelik SHP’li Kültür Bakanlığı eliyle—bu dönemde gerçekleşti.
12 Eylül ürünü başörtüsü yasağının yine DYP hükümeti döneminde minimum seviyeye indirildiği, ama 28 Şubat’ta RP bahanesiyle tırmandırılıp yaygınlaştırıldığı ve bu durumun yıllarca devam ettiği unutulmamalı.
Evet, dindar kitlelerin huzuru için Demokratların iktidarı şart.
Demokratlar ve dindarlar
Eski tüfek sosyalistlerden Abidin Nesimi bir yazısında, Adnan Menderes’i ayakta tutan en önemli gücün “500 bin Nur Talebesi” olduğunu ifade etmişti. Bediüzzaman’ın da mektuplarında Nur Talebelerini Demokratlar için “manevî bir istinadgâh” olarak niteleyen beyanları mevcut.
Nesimi’nin tesbiti, bu beyanlarla örtüşüyor.
“Kur’an, İslâmiyet, vatan ve millet namına, Demokratların iktidarda kalmalarını temin etmeye çalışıyoruz” diyen Said Nursî, Nur Talebelerinin yanı sıra diğer “ehl-i din”e de aynı çağrıda bulunarak Demokratlara yardımcı olmalarını istiyordu.
DP’nin bilhassa ilk yıllarında bu beraberlik manası tahakkuk etti. Ve DP, çoğunluğu dindar olan halktan aldığı destekle on yıl boyunca iktidarda kaldı. Ama son dönemde bazı dindar gruplar sonunu düşünmeden Menderes’in aleyhine geçtiler.
Söz gelişi, Necip Fazıl Kısakürek, Büyük Doğu dergisinde Menderes’i ve DP hükümetini yıpratmaya yönelik şiddetli yayınlar yaptı. Bu ve benzeri yayınlar, dindar halkın Menderes’e duyduğu sempatiyi azalttı. Ve bu da CHP’ye yaradı.
“Büyük Doğu ve Sebilürreşad’la dost ve kardeşiz, ama siyaset noktasında değil” diyerek önemli bir ayrıma işaret eden Said Nursî, son mektuplarından birinde Menderes’i “Halkçılar, ırkçıları elde ederek DP iktidarını devirebilir” diye uyardı.
Ve 23 Mart 1960’ta vefatından iki ay sonra gelen 27 Mayıs darbesi, maalesef bu uyarının gerçekleştiğini gösterdi. Halkçılar, DP’yi devirmek için ırkçıları kullanıp, sonra onları da harcadılar.
Bediüzzaman “Eğer Demokrat Parti iktidardan düşse ya Halk Partisi veya Millet Partisi iktidara gelecek” diyor; Halk Partisi iktidarının “komünist kuvvetine kol kanat geren” tahakkümcü ve dayatmacı zihniyetiyle büyük tehlike teşkil ettiğini, Millet Partisi’nin ise ırkçı yaklaşımıyla, bu vatandaki sair unsurları Türk milletinin aleyhine geçirerek ülkeyi parçalama tehlikesini beraberinde getirdiğini ifade ederken, her iki durum için de “dehşetli tehlike” nitelemesini kullanıyordu.
Bu tehlikeleri bertaraf edecek olan siyasî güç ise, içindeki bir kısım mevziî unsurların tesiriyle kısmen zarar verme ihtimali olsa da, hürriyetçi ve millete hizmeti esas alan bir yaklaşımla ortaya çıkan Demokratlardı. Kaldı ki Bediüzzaman’ın Demokratlardan, “baskılara son verip özgürlük ortamı sağlamaları” dışında bir beklentisi yoktu.
Gerçek şu ki, ehl-i dinin, yani dinî grupların, cemaatlerin, hizmet ekollerinin en çok rahat ettikleri ve hizmetlerini özgürce yapıp geliştirebildikleri dönemler, Demokratların iktidarda olduğu zamanlardı. Nitekim Ezan-ı Muhammediye tek parti rejiminin gasp ettiği özgürlüğünü tekrar kazandırarak açılan DP döneminde, din ve vicdan hürriyeti üzerindeki diğer baskılar da hafifledi. Dinî eğitim gelişti, dinî neşriyatın önü açıldı, dinî hizmetlerin önündeki engeller kalkmaya başladı.
Bu durum AP ve DYP iktidarlarında da devam etti. Sonradan ilâhiyat fakültelerine dönüşen Yüksek İslâm Enstitüleri’nin, imam-hatip okullarının ve Kur’ân kurslarının tamamına yakını bu iktidarlar işbaşındayken açıldı. Buna bağlı olarak dinî hayat da bu dönemlerde gelişme imkânı buldu. Buna mukabil, Demokrat iktidarların döneminde elde edilen kazanımların önemli bir kısmı, güya din adına ortaya atılan bir siyasî hareketin iktidarı bahane edilerek maalesef elden çıktı.
Cumhuriyet yazarı Aydın Engin 1965-71 döneminde AP’yi tek başına iktidarda tutan güçleri sıralarken, “Nakşibendi, Süleymancı, Nurcu gibi ‘Sünnî’ tarikatların tümü AP tabanındaydı” demişti.
Saydığı hareketlerin tamamını “tarikat” olarak nitelemesindeki yanlış bir tarafa bırakılırsa, Engin bir gerçeği dile getiriyor. Peki, aynı ittifak ve birlikteliği bugün de ihya etme zarureti yok mu?
YARIN: DEMOKRATLAR TOPARLANIRSA SİYASETTEKİ TIKANMA AŞILIR