"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Cemaatler demokrasiyi savunmalı, baskıcı rejimlere karşı çıkmalı

06 Kasım 2020, Cuma
Cemaatlerin hizmetlerini sağlıklı bir şekilde yapabilecekleri ortam ancak hürriyet ortamıdır. Demokrasinin içselleştirilerek, ahlâkî değerlerle içi doldurularak bütün cemaatler tarafından benimsenmesi lâzım. Cemaatlerin şu an Türkiye’nin içinde bulunduğu tek adam rejiminin bütün İslâmî hizmetlere zarar verdiğinin de farkına varmaları lâzım. Panel konuşmalarını şu linkten izleyebilirsiniz: https://www.yeniasya.com.tr/video/risale-i-nur-penceresinden-cemaatler-ve-tarikatler_529777

Gazetemiz yazarlarından eğitimci ilahiyatçı Süleyman Kösmene konuşmasında cemaat ve tarikatların kuruluş gayelerinden bahsetti. Tarikat, mezhep, cemaat konuları çerçevesinde oluşturduğu konuşmasında şunları vurguladı: “Bin yıla dayanan köklü geleneklerden bahsediyoruz. “Kalpler ancak Allah’ı zikirle tatmin olur.” “Tazarru içinde korkarak, korku içinde yalvararak, ısrarla Allah’ı zikret” diye Kur’ân emrediyor. “Onlar öyle ki ayakta Allah’ı zikrederler, otururken Allah’ı zikrederler, yanları üzerine yatarken Allah’ı zikrederler, ve göklerin ve yerlerin yaratılışını düşünürler. Ve şöyle derler: Rabbim hiçbir şeyi boş yaratmadın.Ve tefekkürle Allah’a ulaşmaya çalışırlar (Ali İmran 191).” 

“Tarikatlar İslam alemini aydınlatmış köklü oluşumlardır suç örgütü değildir”

Kösmene, “Cemaat oluşumları belki son yüz yıldır pek fazla gündemimize düşmeye başladı, ama cemaat kavramı da eskidir. Cemaatle namaz dinimizde bir sünnet-i müekkededir. Cemaatleşmek, bir araya gelmek, birlik beraberlik içinde olmak, Kur’ân’ın emirleri içerisinde yer alır. Tarikat yoldur zaten. Tarikatlar Allah’a ulaşan yollardır. Bu yollar ümmeti işba etmiş. Ümmetin ruh terbiyesi, ahlâkî yükselişi konusunda fevkalâde feyiz kaynakları olmuş, faydaları görülmüş yollardır. Cemaat de keza Kur’ânî tefekkür üzerine kurulmuş manevî oluşumlardır. Mezhep de Kur’an’ın ve sünnetin yorumları üzerine yine bin yıla dayanan, İslâm âlemini aydınlatmış köklü  kurumlardır. Bunların hiçbirisi suç örgütü değildir. Dolayısıyla bu kurumları muhafaza etmemiz, gönlümüzde bu kurumların itibarını düşürmememiz gerekir” şeklinde konuştu. 

“Cemaatler kurucu gayelerinden koparsa yozlaşmaya doğru giderler”

“Hak bir iken neden Peygamberimiz  (asm) sonrası bu kadar kurumlar oluşmuş?” şeklindeki soruya Kösmene, “Hak bir olmakla beraber Allah’a ulaşan yollar çok fazladır. Metod, yol farklılığı vardır. Neden fazla olmasın? Ne sakıncası var? Ekmek alırken bile kaç tane fırın dolaşırız. Kendi zevkimize göre lavaş, somun, odun ekmeği alırız. 

“Cemaatlerin, tarikatların her birisi insanların fıtratlarına, özlerine, kalplerine, kültür yapılarına, coğrafî yapılarına hitap eden oluşumlardır. Peygamberimiz (asm) varken nübüvvet kurumu ortadayken, insanların birden fazla dallara bölünmesine ihtiyaç da yoktu. Çünkü nübüvvet bir feyiz kurumu olarak ortadaydı. Her konuda Peygamberimiz (asm), bir feyiz kaynağı olarak ümmete yeterliydi. 

“Tarikatlar mezhepler, cemaatlerin hepsinin çok ciddî kuruluş gayeleri vardır. Kurucu gündemi vardır. Bu kurucu gündem çerçevesinde hizmetlerini yaparlar. Eğer kurucu gündemden koparlar, ihmal ederlerse suça, yanlışa, yozlaşmaya doğru eğilim gösterebilirler. 

“Devlet imkânlarıyla kendi hizmetimiz arasına bir mesafe koyma duyarlılığı bütün tarikatlarda var olagelmiştir. Şahı Nakşibend Hazretleri demiştir ki, benim himmetim Allah’tan başka ne varsa her şeyden geçip, Hak Teâlâ Hazretleri’ne kavuşmaktır. Dünyadır, devlettir, devletin içinde kadrolaşmaktır, tarikatların ve cemaatlerin böyle bir tarzı yoktur. Onların hizmetleri uhrevidir. Hedefleri ahirettir. Hedefleri ümmetin imanına hizmet etmektir. Onlar kendilerini asıl hizmetlerden alıkoyarak, hizmetlerini gevşeterek, devlette kadrolaşmaya, devletin imkânlarını almaya giderlerse, dünya onlara gülmeye başlarsa ya da dünyanın kapısını çalarlarsa kendi kurucu gayelerinden imamlarından, âlimlerinden kopmuş olurlar, bu kopukluk onların hizmetlerine zarar verir. Dolayısıyla cemaatler, tarikatlar gibi dini oluşumlar kendi âlimleriyle el ele gönül gönüle onlarda kopmadan hizmetlerini ancak ihlâsla yürütebilirler. 

“Cemaatler açık, şeffaf olmalı, ilmi olmalı, kitaba dayanmalı, bu prensipleriz uyulması bu yapılanmalardaki münferit yanlışları düzeltecektir.”

HASAN GÜNEŞ: Cemaat ve tarikatlar toplumun bir parçasıdır

Cemaat ve tarikatların tarihi köklerini referansları, cemaat ve tarikatların istikamet, kontrol çalışmaları hususiyetleri konusunda değerlendirmede bulunan gazetemiz araştırmacı yazarı Hasan Güneş insanın içtimaî yönüne vurgu yaparak, “İnsan sosyal, içtimai bir varlık. İnsanlar öğrenmeye, bir araya gelmeye, tekâmül etmeye muhtaç olan, farklı meşrep ve karekterlerde yaratılmış varlıklar. Cemaatlerin ve tarikatların İslâm’ın ilk günlerine kadar dayanan referansları var. İslâmiyet’i anlatmak, tebliğ etmek İslâmiyet’in en önemli unsurlarından” dedi. 

Güneş şöyle konuştu, “İslâm toplumunun gelişmesi, farklı coğrafyalara, Orta Asya’ya, Atlas Okyanusuna kadar uzanması bu eğitim öğretim faaliyetlerinin bir sistematik içerisinde olması gerektiği zaruretini ortaya çıkardı. Tabiî burada İslâm’ın öğrenilmesinde ve yaşanmasında cemaatler ve tarikat meselesinde kısmen medrese ve tekke şeklinde bir sınıflandırma yapmak mümkün. Bediüzzaman Hazretleri bütün hak tarikler Kur’ân’dan alınmıştır der. Orta Asya’da sağlam bir medrese geleneği vardır. Eskiler kitaba daha çok bağlıydı. Moğol istilâsı ve Timur medreselerin zora düşmesine sebep oldu. Cemaati şöyle de düşünmek lâzım; Bediüzzaman Hazretleri medrese talebelerini de bir cemaat olarak niteler.”

Güneş konuşmasının ilk bölümünü şöyle tamamladı, “Tarikat ve cemaatler bin yıldır bu milletin, bu devletin bu halkın bir parçasıdır. Her yönüyle bunlar toplumla beraber olmuşlar. Toplumun İslâmı ve hakikatleri iyi öğrenmesinde destekleri olmuştur. Katılımcı olarak toplumun bu seviyeye gelmesinde çok önemli fonksiyonlar icra etmişlerdir. Devletler zaman zaman cemaatleri, tarikatları kendileri için tehlikeli görmüşler. Devletin müdahalesi başka zorluklara sebep olmuş. Meselâ Yeniçerilerde devletin Bektaşiliği hakim kılmaya çalışması, sonra Yeniçerilerde problem çıkmasına sebep olmuş. Bu tür şeyler İslâm dünyasında devletin de, milletin de dinin de zarar görmesine sebep olmuş..”

KÂZIM GÜLEÇYÜZ: Cemaatleri devlet kontrolüne alma projelerinden vazgeçilmeli

Seminerin ikinci turunda cemaatlerde özeleştiri ihtiyacından bahseden Güleçyüz, “Cemaat ve tarikatların tümünün özeleştiri, iç muhasebe yaklaşımıyla konuya eğilmeleri ve ciddî manada tahlil yapmaları, gözden geçirmeleri lâzım. Bunun zemini her şeyden evvel Kur’ân’ın temel emri olan meşveret ve şûrâdır. Cemaatlerin kendi içlerinde sağlıklı bir meşveret yapabilir durumda olmaları lazım. Bütün cemaat bireylerinin, mensuplarının bu meşveret mekanizmalarına hür bir şekilde eşit statüde katılabilmeleri ve gördükleri yanlışları kendilerince o meşveret zeminlerinde dile getirebilmeleri lâzım. Bu yapılamadığı için birçok yanlışlara yol açılıyor. Bunun yanı sıra dışarıdan birtakım eleştirilere baktığımız zaman deniliyor ki, “Cemaatte biat kültürü hakimdir. Tepedeki lider ne derse cemaat mensupları ona kayıtsız şartsız itaat eder. Böyle bir şey Bediüzzaman Hazretlerinin tarif ettiği cemaat oluşumu için kesinlikle söz konusu değil. ” ifadelerini kullandı. 

“Devletin cemaatleri kontrol altına alması gibi akla ziyan projeler üzerinde artık dayatmalardan vazgeçilmeli. Bunlar dönem dönem hep gündeme geliyor, ama sağlıksız şeyler, problemi büyüten ve cemaatlerin hizmetlerini aksatan ve bunun yanında toplum – cemaat ilişkilerini zehirleyen teşebbüsler. Velhasıl cemaatlerin devletle olan ilişkilerini bahsettiğimiz çerçevede tanzim etmeleri lâzım. Devletle ilişkilerini çok mesafeli tutmaları lazım. Siyasette aktif siyasî aktör gibi davranır olmaktan, taraf olmaktan çıkmaları lazım. Ticarî faaliyetleri kendileri için esas iştigal alanı olarak görmemeleri lâzım. Kesinlikle dünyevileşmemeleri lâzım. Aslî hizmetlerini, aslî misyonlarını hassasiyetle muhafaza edebilmeleri lâzım. Cemaatler böyle bir hassasiyetle birbirleriyle olan ilişkilerini İslâm kardeşliği, “Mü’minler ancak kardeştir, Müslümanlar bir vücudun azaları gibidir, Müslümanlar bir binanın birbirini tamamlayan elemanları gibidir” gibi Kur’ânî ve Nebevî prensiplerde ifade bulan çerçevede yeniden tanzim etmelidirler. Ve bu kardeşlik hukukunu ihya edip hayata geçirmelidirler. Ve birbirleriyle kesik olan diyaloglarını tekrar kurmaları lazım, canlandırmaları lâzım. Çünkü cemaat ve tarikatlar birbirini tamamlayan hizmetler ortaya koyuyorlar.

“Bütün bu yaşananlardan sonra cemaat kavramının bu kadar yıpranmış olmasını da göz önünde bulundurarak, bu yıpranmayı tamir edecek şekilde bir inisiyatif ortaya koymaları ve bu inisiyatifi ortaya koymak için de bütün enerjilerini, güçlerini, samimiyetlerini birleştirmeleri lâzım. Cemaatler bu özeleştiriyi mutlaka yapmalı. Cemaatlerin demokrasiye sahip çıkması lâzım. Cemaatlerin baskı rejimlerine taraf olmaları kadar yanlış bir şey olamaz. Üstad cemaatlerin ittihadının asgarî şartlarından birisini hürriyet-i şer’iye ve asayişe sahip çıkmaları, taraftar olmaları şeklinde ifade ediyor. Bundan yüz sene evvel yazmış olduğu makalelerinde. Bunun için cemaatler kesinlikle antidemokratik, baskıcı yönetimlere arka çıkmak gibi yanlışlara düşmemeli. Cemaatlerin hizmetlerini sağlıklı bir şekilde yapabilecekleri ortam ancak hürriyet ortamıdır. Ve demokrasinin içselleştirilerek, ahlâkî değerlerle içi doldurularak bütün cemaatler tarafından benimsenmesi lâzım. 

“Cemaatlerin şu an Türkiye’nin içinde bulunduğu tek adam rejiminin bütün İslâmî hizmetlere zarar verdiğinin de farkına varmaları lâzım. Şu anda kendisini dindar olarak takdim eden kadroların, siyasilerin yaptığı yanlışlar cemaatlere ve bütün dindarlara fatura ediliyor artık. Onların yaptığı yanlışlar yüzünden dinden soğuyan birçok insan var. Dindar ailelerin çocukları bile artık dinî değerleri sorgular hale gelmiş vaziyette. Dini hayatı yaşama seviyesinin araştırıldığı anketlere baktığımız zaman çok düşündürücü sonuçlarla karşılaşıyoruz. İmam Hatiplerde bile ahlâkî değerlerin yaşanırlığı veya namaz kılma oranının düşüklüğü çok düşündürücü, alarm verici tesbitlerdir. 

“Diyanet’in de kendisini devletin resmî ideolojisinin uygulayıcısı olarak görmekten çıkması çok önemli bir konu. Diyanet’in resmî ideoloji adına cemaatleri zapturapt altına almak gibi bir misyonla ortaya sürülmesi Diyanet’i de tahrip eder, itibarını zedeler. Diyanet’i İslâm cemaatinden koparır. En sağlıklı çözüm, cemaatlerin sivil kalması, şeffaflık içerisinde olması, kendi içlerinde meşvereti işletir hale gelmesi ve devletin de demokratikleşmesi ve Diyanet’in bu demokratikleşme içerisinde özerk bir yapıya kavuşarak cemaatlerle demokratik platform ve zeminde sağlıklı bir ilişki kurabilmesi.”

Süleyman Kösmene: Cemaatlerin işi devleti yönetmek değildir

Süleyman Kösmene ikinci bölümde şunları söyledi:

Bediüzzaman Hazretleri Emirdağ Lâhikası’nda bütün Nur Talebelerine bir son mektup yayınlıyor. Son mektubunda ısrarla üzerinde durduğu bir mefhum vardır; “müsbet hareket etmek.” Bunun manası iyiliklerden asla vazgeçmemek –çünkü bu tam da İslâm’ın özüdür- Peygamber Efendimizin (asm) “Birisi size iyilik yapsa siz iyilik yapacaksınız, birisi size kötülük yapsa siz ona yine iyilik yapmakla yükümlüsünüz. Kötülüğe kötülükle karşılık vermek gibi bir lüksünüz yok” beyanı müsbet harekettir. Sizin iyiliğiniz karşı taraftaki kötü insanı iyi insan haline getirecek ve getirmiştir. Müsbet hareket menfi hareketten kaçınmaktır diyor Said Nursî Hazretleri. Gerek insanlara, gerek topluma, devlete, yönetenlere, bütün insanlığa karşı müsbet hareket. Bir iyilik meleği haline gelmekle yükümlüdür Nur Talebeleri. Çünkü Risale-i Nur’dan aldıkları ders bunu gerektiriyor.

“Asayiş” diye bir kavram var. Ne demek asayiş? Toplumun huzurudur. Toplumun birlik beraberliği, kardeşliği, kardeşane kaynaşmasıdır. Toplumdan kötülüklerin, vandalizmin, terörün ve anarşinin uzaklaşmasıdır. Bu asayişin polisleri, emniyet birimleri var. Risale-i Nur’da  800’den fazla asayiş kelimesi geçiyor. Diyor ki biz bu ülkenin ma-

nevî asayişinden sorumluyuz. Polislere diyor ki siz maddî asayişten sorumlusunuz, biz manevî asayişten sorumluyuz. Siz olay olduktan sonra tedbir alırsınız, biz olay olmadan tedbir alırız. İnsanların kalplerine, ruhlarına hitap ederiz. İnsanları ahlâken yetiştiririz, eğitiriz, iyi insan haline getiririz. Bu açıdan asayiş konusu çok önemlidir. Nur Talebeleri her zaman asayişi muhafazaya dikkat etmişlerdir. 

Said Nursî Hazretleri kırmızı çizgiler olarak nelerin altını çizmiştir? Siyasete karışmamak Nur Talebesinin esasi düsturudur. Çünkü hizmet-i Kur’âniye büyük bir hizmettir, ebedî uçları olan bir hizmettir. Dünyanın hizmetine, dünyanın işlerine asla ve asla alet olmaz. Ve dünyanın işleri yüzünden ihmal etmeye asla gelmeyecek yüksek bir hizmettir. Bu, devletin içerisine girerek, kadrolaşarak, oraya buraya adamını yerleştirerek olmaz. Bu çabalar utanç verici çabalardır. Cemaatlerin de, tarikatların da devletle alâkalı bir görev tanımları yoktur. Gerek cemaatler, gerek tarikatlar devletten yardım almazlar. Alırlarsa asıl hizmetlerine, ihlâslarına zarar gelir. Din hizmetinde istiğna, kanaat, iktisat düsturları çok önemlidir. 

Okunma Sayısı: 4566
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı