“Bakın ben size şunu söylüyorum. Artık bizim içimize parmak atıp, sokmaktan, bizi bölüp parçalamaktan vazgeçin. Çünkü biz bu cemiyetin, milletin, devletin güvencesiyiz. Muvazene unsuruyuz.”
Nur hizmetini daha yakından tanıma ve Türkiye’nin son elli, elli beş yılını Nurculuk perspektifinden değerlendirmek için
Devam ettim:
“Said Nursî millî mücadeleye ‘isyan hareketi’ diye aleyhte fetva verilirken, ‘Hayır, bu istiklâl hareketidir, böyle işgal altındaki bir memleketin şeyhülislâmı hür hareket edemez. Onun fetvası da geçersizdir’ diyerek ona karşı kendi fetvasını vermiş ve bu hareketi desteklemiş. Kaldı ki Mustafa Kemal, ‘Halifemizi kurtaracağız, padişahımızı kurtaracağız, dinimizi, vatanımızı, milletimizi kurtaracağız’ diyerek, bu değerleri öne sürerek ortaya çıkmış.
BU KAHRAMAN HOCA BİZE LÂZIMDIR
“Bu cümleden olarak Said Nursî İstanbul işgal altındayken İngilizlere karşı büyük mücadele vermiş. Ehl-i ilmi onların tesirinden kurtarmaya çalışmış. Bu hizmetinden dolayı da İngiliz işgal kumandanı ölüm fermanı çıkarmış. Ankara hükümeti de, Mustafa Kemal bu kahraman ve cesur hareketten dolayı defalarca telgrafla Ankara’ya çağırmışlar. Fakat o her defasında, ‘Ben siper arkasında mücadeleyi sevmem’ diyerek dâvete icabet etmiyor. Sonradan yakınları da devreye girerek Said Nursî’yi çağırıyorlar ve kendisini meclis karşılıyor, şeref misafiri olarak bir konuşma yapması isteniyor.
“Said Nursî sıradan bir adam değil ki. Said Nursî, popüler bir insan olarak bütün mahfillerde padişah da dahil, oralarda bulunan ve gezen, söz sahibi olan bir insan. Sultan Reşat Rumeli seyahatini yapıyor. Şark vilâyetleri namına Said Nursî o heyetin içinde gidiyor.
“Bakın, Said Nursî, ‘Meşrûtiyeti şeriat namına alkışladım’ diyor. Hürriyet ve meşrûtiyete din namına sahip çıkıp, alkışlıyor. Hürriyete karşı olan dindarların karşısına çıkıyor.
“Bunun yanında, M. Kemal millî mücadele başarıya ulaşıp, kendisi de reis-i cumhur olduktan sonra önceden seslendirdiği fikirlerin tam zıddı icraatın içine girdi. Said Nursî gerçek hürriyetçi ve meşrûtiyetçiydi. Bu değerlerden uzaklaşan insanlarla nasıl beraber olacaktı ki? Said Nursî’nin şahsî bir beklentisi yoktu.
“Gerçek millî hâkimiyetin olduğunu hanginiz bana söyleyebilir ve iddia edebilirsiniz? Bunu sizinle tartışalım. Olmayan hürriyeti ‘Var!’ diye nasıl söyleyeceksiniz? Bütün muhalifler temizlenmiş, tesirsiz hale getirilmiş. Dalkavuklar meydan almış. Bu temel değer ölçülerine zıt hareketler içine girilmiş. Tevhid-i tedrisat denmiş, medreseler kapatılmış. Din dersleri mekteplerde okutulacağı yerde, tamamen kaldırılmış. Cumhuriyet diyorsunuz, millete sorulan bir şey yok. ‘Hâkimiyet bilâkaydı şart milletindir’ diyor. Nerede millet? Hürriyet yok. Her meselede dine karşı tavır alıyorsunuz. Said Nursî bu insanlarla, bu ekiple nasıl çalışır? Size soruyorum.
“Bunun için de Said Nursî’nin vatanperverliğine bakın ki, Said Nursî hükümetin bu yola girmemesi için o da fikrî şekilde mücadelesini yapıyor. M. Kemal’le bu sebeple tartışıyor. Bakıyor ki M. Kemal birçok insanı yanına almış. Artık siyasî noktada hâkimiyet içine girdiğinden onunla siyaset yoluyla mücadele edilmeyeceğini görmüş. Mücadelesini ilmî ve fikrî olarak yapma, müsbet hareket şeklinde bir mücadele yoluna girmiş.
SAİD NURSÎ: DAHİLDE SİLÂH ÇEKİLMEZ
“Aynı zaman içinde malûm Şeyh Said hadisesi var. Şeyh Said Kör Hüseyin Paşa’yı Said Nursî’ye gönderiyor. ‘Bu yeni hükümetin icraatını görüyorsunuz. Bunlara karşı fiilen harekete geçmek lâzım’ dedirtiyor. Said Nursî, ‘Kimi kiminle çarpıştıracaksın. Birtakım yanlışlar varsa bunlar ikaz edilerek müsbet yolla düzeltilmelidir. Sizin dediğiniz gibi olursa, yüzbinler adamın hayatına mal olur, neticesi akim kalır ve büyük bir zulme maruz kalırlar’ diyor.
“O da, ‘İyi de Seyda! Ağayız, söz verdik. Ağalığa, erkekliğe nasıl yakışır. Ben onların nazarında mahcup olmam mı?’ diyor.
Said Nursî’nin şu cevabını hanginizin havsalası alabilir: ‘Sen Allah’ın huzurunda mahcubiyetten kork. Yüz binlerce masum insanın hayatına mal olacak bu mesele. O yanlış şeyden dönmek senin için mahcubiyet olmamalıdır.’
“Hüseyin Paşa’yı ve Van havalisini bu meseleden vazgeçiriyor; ama M. Kemal’in hareketini ve tarzını da tasvip ediyor değil. Buna rağmen Said Nursî onlarla beraber olurdu. Erkekçe, çarpışarak ölürdü. Said Nursî’nin fıtratı buna da müsaitti, ama bunu yapmıyor. Bakın ki o müsbet hareketle başkalarını da bu menfi hareketten vazgeçiriyor.
“Biz yetmiş seneden beri artık imtihanımızı verdik. Üstad yaşadığı müddetçe ondan korkmuşlar, evhama kapılmışlar. Bir şey yapar mı, başımıza gaile açar mı diye. Hapisten hapse, sürgünden sürgüne göndermişler. Hiçbir zaman menfi bir hareket içine girmemiş.
Üstadımız daima şunu söylemiştir: ‘Bunlar hakikati bilmiyorlar, yanlış yapıyorlar. İkaz edilmeleri lâzımdır. Devlet aldatılıyor, yanıltılıyor, şaşırtılıyor. Dolayısıyla sabır ve tevekkül ile mukabele etmek lâzımdır’. Biz de hiçbir zaman anarşiye ve devlet yıkıcılığına girmemişiz. Siyaseten de Demokrat çizgide gelmişiz. Siz devletin kendi yapısı ve düşüncesi itibarıyla bir yerde zarar verecek cereyanlara sahip çıktığınız halde, biz bunlara Said Nursî’den aldığımız şuur ve ölçü ile karşı çıktık.
“Türkiye’de Türkçülük olmaz dedik. Devleti yok farzederek, komünizmden sizi biz kurtarırız diye ortaya çıkanlara dedik ki: ‘Devlet var. Devletin yanında olun. Devlet güçlerinin yanında olun. Kendiniz devleti yok farzederek bunlarla çatışmayın. Zarar veriyorsunuz.’ Bunu ne namına yaptık? Siz ise sağ cepheyi bölmek ve İslâmın önüne set çekmek için Türkçülük meselesini körüklediniz. Biz bunları bilmiyor muyuz?
“Aynı şekilde dinin siyasete alet edilmemesi lâzım geldiğini Said Nursî söylediği için biz de bunu yapanların karşısına çıktık. Onlar da bizi, Cehennemlik olmayla tehdit ettiler. Biz bunlara karşı gelmedik mi? Yani bunu Demirel’in, Menderes'in hatırı için mi yaptık? Hayır, Said Nursî’nin ölçüsü olduğu için yaptık.
“Bunların bedellerini de ödedik. Siz ise bunlardan hep medet umdunuz. Sağ cepheyi devletin başına gaile açabilecek gruplar telâkki ederek, aralarına fitneler sokup, bölmeye, tesirlerini kırmaya çalıştınız; ama biz bunların karşısına vatanımız, milletimiz ve inandığımız için karşı çıktık.
“Said Nursî Kürt diyorsunuz. Tamam, Kürt âlimi, ama Kürtçü değil. Ben Türküm. Irkçılık olsa niye Said Nursî’nin yanında olayım ki? Din, bu ırk meselesini kaale almaz. Onun üstüne çıkar. Benim Peygamberim de Arap. O zaman Müslüman olmayacak mıyım?
“Bakın ben size şunu söylüyorum. Artık bizim içimize parmak atıp, sokmaktan, bizi bölüp, parçalamaktan vazgeçin.
Çünkü biz bu cemiyetin, milletin, devletin güvencesiyiz. Muvazene unsuruyuz. Bizi zaafa uğratırsanız ne olur biliyor musunuz? O zaman sizi daha fazla korktuğunuz fanatik gruplar sopalı, satırlı insanlar bu memlekette daha fazla kuvvet bulur. O da sizin vebaliniz olur” dedim.
Hepsi beni tasdik ettiler ve “Vallahi doğru söylüyorsun” dediler.
“Bakın gelin size bir teklifte bulunuyorum. Siz de bunu üst taraflara götürün. Bugün Türkiye öyle bir duruma gelmiş ki; ne, ölü ne diri ‘bir şahsın’ etrafında bu milleti toplayabilirsiniz, ne de belirli o şahısların ideolojisinde toplayabilirsiniz.
“Ben size bir Nur Talebesi olarak ‘Gelin Said Nursî’nin etrafında toplanın’ demiyorum; ama siz de artık, ‘M. Kemal’in etrafında toplanılsın’ demeyin. Biz artık sistem etrafında toplanacağız. Hürriyetçi parlamenter sistemin etrafında toplanacağız. Siz bunu götürseniz, öbür İslâmî gruplar bazı yönlere karşı çıkabilir, tavır koyabilir; ama biz meselenin içinde olursak onlara gerçeği, hakikati anlatırız. Bizim sözümüzü onlar dinlerler.”