"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

12 Eylül ahlâkı bozdu, insanları robotlaştırdı

26 Eylül 2018, Çarşamba
12 Eylül darbesi ahlâkımıza da büyük darbe vurdu. İnsanlar robotlaştırıldı, âdeta makine haline getirildi. Müstehcen sahneler ekranları işgal etti. Bu durum hayâ duygularını tahrip etti. İnsanlar lüks hayata özendirildi.

Nur hizmetini daha yakından tanıma ve Türkiye’nin son elli, elli beş yılını Nurculuk perspektifinden değerlendirmek için...

12 Eylül döneminde en büyük darbe siyasete indi, ahlâka indi. Namuslu, haysiyetli insanlar siyasetten ürktü ve ürkütüldü. Siyasetçiler devamlı şekilde kötülendi, horlandı. Siyaset ve siyasetçiler, ayırım  yapılmadan gerek ihtilâlciler, gerekse sesi, borazanı olan medya tarafından -devlet televizyonu dahil devamlı şekilde kötülendi: “Bunlar  tencereyi  pislettiler”  gibi malûm benzetmelerle... Tek vatanperver “ihtilâlciler ve o anlayıştakiler” idi.

Bu Türkiye’ye çok şey kaybettirdi. Tecrübeli politikacıları alıp götürdü. Halbuki dünyada demokratikleşme süreci hep bir takım dalgalanmalardan sonra yerleşmiştir, ama bizde ona fırsat verilmedi.

27 Mayıs İhtilâli siyasete büyük bir darbe vurduğu gibi, 12 Eylül de farklı bir yolla aynı şeyi yaptı. O zaman devlet adamlarını asmışlardı. Demokrat düşünce  ve zihniyete büyük işkenceler yapıldı, azaplar verildi. Büyük tevkifat yapıldı; büyük sıkıntılar oldu. Ama onlar halkın kalbinde yer aldı, halkın kahramanı oldu. 12 Eylül’de öyle bir propaganda yürüttüler ki,  siyaset ve siyasetçi halkın gözünde en dibe vurdu.

Tabiî bunlar unutulacak şeyler değil.

Dolayısıyla Türkiye’de demokratikleşme sürecine, o noktada büyük bir darbe indi.

Onun ötesinde maddî ciheti belki düzeltebilirsiniz, fakat ahlâkî bozulmayı düzeltmek uzun yıllar alır.

12 Eylül darbesi ahlâkımıza da büyük darbe vurdu.

Bunun yanında devlet imkânlarını kullanmaya, kullandırtmaya yönelik aldırmazlık, hatta teşvik en büyük ahlâkî darbeydi. 

“Enflasyonun yüksek tutulması” bir devlet politikası olarak uygulandı.  Maksat geniş halk kesimlerini geçim derdi ile meşguliyetten başka meseleleri düşünemez hale getirmekti. Fikri âdeta öldürmekti.

Hayalî ihracat konusu o dönemde ortaya çıktı. “İhracat olsun da nasıl olursa olsun” zihniyeti teşvik edildi. Böylece vergi iadeleri ile çok sayıda, ama hak etmeyen zenginler meydana getirildi. Kazancın helâl mi, haram mı olduğu önem taşımıyordu. Teşvik kredileri ise en kolay dağıtılan, âdeta ulûfe mesabesindeydi.

Turgut Özal ve ailesinin, devlet adamı siyasetçilerin ve aile fertlerinin devlet imkânlarını kullanarak ticaret yapmalarını meşrûlaştıran girişimleri ve faaliyetleri oldu. İhale ve benzeri devletin “akçe”li işlerinde aracı olma noktasında görülmemiş şeyler yapıldı. Devlet, yandaşlara soyduruldu; ahlâkın tahribi bedeli ödenerek.

12 Eylül, Demirel’in de tabiriyle, “halkı ve siyaseti hadımlaştırmak” üzere kurgulanmış, ihtilâlcilerin kullanıldığı bir darbe hareketi idi.

12 Eylül, bütün ideolojileri ortadan kaldırdı ve törpüledi.

İnsanlar robotlaştırıldı, âdeta makine haline getirildi. Sadece işe ve evine giden, hiçbir şeye karışmayan, hiçbir şey hakkında fazla düşünmeyen, lüks ve konforlu hayat isteğinden başka derdi olmayan bir insan tipi ortaya çıkarttı. Televizyonların renkli ve yaygın olarak devreye sokulması bu maksada yönelikti. Zamanlama tesadüf değildi.

Biz medeniyet araçlarına karşı değildik; ama insanları fikren öldürmeye yönelik kullanılmasına karşıydık. İşin kötüsü, bu gibi araçlar veya onların faydalı şekilde kullanılması bakımından sağ cenah gayet zayıf durumdaydı. Hem tecrübe, hem de eleman olarak.

Özel televizyonları, evvelâ hemen ehl-i dünya tabir edeceğimiz kesimler kurdular. Tabiî insanların hevesatına dönük yayın yaptıkları için, gençlere daha cazip geliyordu. Her ne kadar bizim cephemizden de sonradan teşebbüsler oldu; televizyonlar kurulduysa da, kimisi teknolojiyi aktaramadı, kimisi kadro, kimisi program için malzeme bulamadı.

Sonuçta, programlarda öyle kötü şeylere maruz kaldık ki, bizim geleneklerimize, örf ve inançlarımıza göre çocukların yanında konuşamayacağımız, konuşmadığımız şeyler, müstehcen sahneler ekranları işgal etti. Tabiî bu durum hayâ duygularını tahrip etti. İnsanlık duygularını da tahrip etti. İnsanlar lüks hayata özendirildi. Bu amaç için gençler, aileler yoldan çıktı.

Bu dönemde ayrı bir darbe de, Refah Partisi bünyesinden geldi. Bunlar Türkiye’yi darü’l-harp ilân ederek, İslâm ahlâkının temellerini tahrip edecek bir adım attılar. Darü’l-harp denince bankadan faiz alıp-verme meselesinden tutun da, devletin akçeli işlerinden menfaat elde etmeye, devlete karşı silâhlı mücadele vermeye kadar, normal şartlarda caiz olmayan pek çok şey mübah kabul edildiğinden, bunu teşvik etmeleri ciddî münakaşalara sebebiyet verdi. Aynı zamanda pek çok İslâmî grup bu argümandan hareket ederek, normalde caiz olmayan pek çok faaliyetin içine girdiler.

“DARÜ’L HARP” FİTNESİ

Büyük cemaatlerin içinde Türkiye’nin darü’l-harp olduğunu kabul etmeyen ve benimsemeyen sadece Risale-i Nur Talebeleri kaldı. Diğer grupların hepsi Türkiye’yi darü’l-harp kabul ettiler. İman hizmetine siyasî tarafgirlik ve inat meselesinden başka bu belâyı da bulaştırdılar.

İşte İslâmî pek çok grubun Turgut Özal’ın hazırladığı zeminde her ne pahasına olursa olsun zengin olma, köşeyi dönme eylemlerine katılmalarının temel cevazını bu fikir oluşturdu. Bu da imanları tahrip etti. Bunun için de Turgut Özal zamanında hayalî ihracat gibi ya da birçok değişik şeylere darü’l-harp fikriyle bütün İslâmî gruplar o imkânlara girdiler.

Biz bu fikirle ciddî anlamda mücadele verdik. Bu anlayışın yanlış olduğunu ispat ettik.

“Türkiye darü’l-harp olamaz. Çünkü İmam-ı Şafi Hazretleri’ne göre bir memleketin, iki-üç gün gibi kısa bir süreyle bile İslâm hâkimiyeti altına girmesi, Müslümanların eline geçmesi, onun darü’l-İslâm sayılması için yeterli oluyor ve bu durumu İslâm hâkimiyetinden çıkması, bir daha değiştiremiyor” şeklindeki Ehl-i Sünnetin görüşünü herkese duyurmaya çalışıyorduk. Ama birtakım Müslümanlar, Ehl-i Sünnet olmalarına rağmen, bu konuda da, siyasetlerini de şekillendirdikleri Şia görüşünü benimsemeyi yeğliyorlardı. Yani dinî hizmeti bırakıp siyasî hizmete yöneldiler. Çünkü onu, aynı din hizmeti gibi kabul ettiler.

Bunlar yanlıştı, dün de yanlıştı,  bugün de yanlış, yarın da yanlış, zarar veriyor. Üstad Hazretleri bunları net şekilde ortaya koymuş. Biz, Üstad Hazretleri’ne göre hareket ettik. Dinin her şeyin üstünde tutulması, bir partinin tekeline girmemesi, böyle yapıldığı zaman Müslümanların ve İslâmiyetin büyük zarar göreceğini hep Üstadımızın ölçülerine göre anlattık.

Okunma Sayısı: 12271
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı