Ekonomiden dış politikaya her alandaki çöküşe karşı iktidardakilerin “başarısızlık itirafları” sürüyor. Başta 15 Temmuz Hadisesi olmak üzere birçok konuda “Rabbim ve milletim beni affetsin!” diyen Cumhurbaşkanı’nın en son partisinin grubundaki ifadeleri “fiyasko ikrarları”nın son tezâhürü.
“Metal yorgunluk” gerekçesiyle başkanlarını görevden aldığı partisinin belediyelerinde Sayıştay raporlarıyla tescillenen yolsuzluklara, ayyuka çıkan israflara, ihalelere fesad karıştırmaya, yandaşlara peşkeş çekilen ranta bakmadan “çok daha büyük hırsızlıklar, usulsüzlükler var” diye “soygun düzeni”nden söz eden Cumhurbaşkanı’nın yakınmalarıyla açık hayıflanmalarına yenileri ekleniyor.
Bu hususta “Ne liyakat, ne ehliyet ne de millete ve memlekete hizmet derdi var” diye eleştirdiği ana muhalefetin - “millet ittifakı”nın bunca belediyeyi kazanmasını, “Bunun müsebbibi Ak Parti olarak biziz” özeleştirisiyle “ekonomik sıkıntılar bizim kimi eksiklerimizle ve yanlışlarımızla birleşince milyonlarca insan muhalefete oy verdi” demesi dikkat çekici.
Oysa yıllardır ekonomistlerin ekonominin battığına dair ikazlarına başta Hazine ve Maliye bakanları olmak üzere ekonomiden sorumlu bakanlar defalarca “Bize güvenin, bize inanın!” teminatlarını vermişlerdi. O denli ki bir Bakan, “Neo klasik ekonomi düşüncesinden epistemolojik bir kopuşu temsil eden heterodoks yaklaşım günümüzde giderek ön plana çıkan davranışsal ekonomi ve nöro ekonomi ile daha fazla önem kazanmaktadır” diye kamuoyunu ekonomide “başaracakları”na hatta “başardıkları”na ikna etmeye yeltenmişti.
Ancak en çarpıcısı, “tek kişilik otoriterlik”te Cumhurbaşkanı’nın sürekli “Ekonominin sorumlusu benim ben! Ben ekonomistim!” çıkışlarıyla ekonomistlerin ve muhalefetin ciddî uyarılarını “Siz ne bilirsiniz!” tahkirleriyle reddetmişti.
Özetle vaziyet şu ki “yanıltıldım” ya da “aldatıldım” pişmanlığından sonra ekonomide “eksiklikler ve yanlışlıklar” özrü, Saray iktidarının kerameti kendinden menkul neticesiz politikalarının bedelinin bir defa daha millete yükleniyor, ağır faturası vatandaşlara ödetiliyor…
TESBİT
“Dilinde ne varsa işinde o yok…”
Saadet Partisi yeni Genel Başkanı Mahmut Arıkan’ın Meclis grubundaki ilk konuşmasındaki tesbitleri, “otoriter yönetim”de demokrasinin hibritleşip hukukun dibe vurduğu “Türkiye fotoğrafı” oldu. Lâkin en çarpıcısı, “bir iktidar düşünün ki adında ne varsa içinde o yok, dilinde ne varsa işinde o yok” diye “tek kişilik hükûmet”in “söylem-eylem” farkını özetlemesiydi. (gazeteler, 27.11.24)
Zira iktidar partisi AKP’nin adında “adalet” vardı; lâkin Arıkan’ın ifadesiyle “adalet konusundaki tek başarısı fiyakalı adalet sarayları”ydı; “adaletin siyasallaşması’yla birçok dosyanın hükmü mahkemelerde değil, siyasî parti binalarında alınmasıydı, “Siyasî iktidara yakınsanız, suç işleme özgürlüğüne sahipsiniz, değilseniz Allah yardımcınız olsun” çarpıklığıydı.
İkinci adı “kalkınma”ydı; ancak “ağır ekonomik kriz”le Türkiye, “çetelerin, mafyaların, canilerin, katillerin, hırsızların, gaspçıların sokaklarda terör estirdiği fecaatiyla cezaevlerinin artık sokaklardan daha güvenli diyenlerin sayısı her geçen gün arttığı” bir ülke hâline gelmişti.
Yatırım, üretim ve istihdamdan yoksun, kat kat katlanan “döviz, enflasyon ve faiz” kıskacındaki tutarsız ve temelsiz “ekonomi politikaları”yla Türkiye, yüksek enflasyonda Avrupa’da “birinci”, dünyada “dördüncü” olmuş; bir yıl içinde gıda enflasyonunun yüzde 300’e-400’e çıktığı, son on yılda yüzde 1.500 aştığı, pahalılığın pik yapmıştı. Keza Türkiye, “fert başına millî gelir”de belirlenen “hedef”in olukça altına düşmüş, G20 içinde 16 ekonomide devraldığı ekonomi, 22 sıraya gerilemişti…
Yine iktidarın adındaki ve dilindekinin tam tersini yapmasının en bâriz belgesi, özellikle Gazze soykırımında önce “İsrail’le yapılmıyor” denilen ticaretin altı ay sonra en üst düzeyde resmî açıklamalarla altı ay sonra “yapıldığı, ancak kesildiği” ilân edildi. Ancak bu “açıklama”nın da doğru olmadığı, hâlen üçüncü ülkeler, uluslararası şirketler üzerinden “gizli ticaret”in yüzde bin beş yüz-üç bin kat artarak devam ettiği ortaya çıktı.
Özetle, “AKP’nin adında ne varsa içinde o yok, dilinde ne varsa işinde o yok” gerçeği her hâliyle devam ediyor…
İBRET
“Faiz yok”tan yüksek faize
Cumhurbaşkanı, “Bu kardeşiniz burada olduğu sürece faiz düşecek, nas var, sana bana ne oluyor! “Kimse faizlerin yükseltilmesini benden beklemesin!” derken, seçim kampanyasında halka karşı “faiz karşıtlığı” propagandası yapılırken, seçimlerden sonra ânî bir çarkla Merkez Bankası’nın peşpeşe altı kez artışıyla faizin yüzde 8’den yüzde 50’leri aştı, gerçekte yüzde 60’ı, 70’ı buldu.
En vahimi de bütçe açığının 2 trilyonu bulduğu 2025 bütçesinde sadece faiz giderlerine 1 trilyon 950 milyar lira ödenecek olmasıyla faizin ana parayı geçmesi oldu. Böylece, “Faizler asla yükselmeyecek, bundan dönüş yok” diyen Cumhurbaşkanı’nın “düşük faiz” taahhüdün, algı operasyonlu medyatik dezenformasyonlarla “faziletli ekonomi”den dem vurulmasının aksine “ekonomide faziletli bir döngü”yle yeniden yüksek faize dönüldü.
Hâsılı, millete verilen vaadlerin, atılan “faiz karşıtlığı” nutuklarının zıddına fiiliyatta yüksek faizle tam bir faizcilik sergileniyor; ibret-i âlem olarak…
KISACA
“Evini, arabasını satan faize yatırıyor”
“Merkez Bankası’nın faiz artırımının ardından Türk Lirası’na olan ilginin daha da artması bekleniyor. Yatırım amacı ile ev ya da araba alanlar yönünü değiştirdi. Evini, arabasını satan faize yatırıyor. Bankalar harekete geçti, kâr katlanıyor.” (Hürriyet, 24.11.24)
SÖZÜN ÖZÜ
“Zaman olur zıd, zıddını saklarmış, lisân-ı siyasette lâfız mânânın zıddıdır.”
Bediüzzaman, (Eski Said Dönemi Eserleri, 663)