Tuhaf değil mi? Zararı zarar bildiğimiz halde, bile bile girer; geçici zevk ve lezzet uğruna kötü alışkanlıklar pençesine düşer; kıvranırız. Tedâvi için de çırpınır; koşuşturur; yeri gelir milyarlarca lira masraf eder; paha biçilmez zamanımızı harcarız.
Alışkanlık ve bağımlılıklar nâdir de olsa tıbbî tedbir ve ilâçlarla tedâvi edilebilir. Ne yazık ki, onların da yan etkileri var ve bağımlılık yaparlar! Oysa; kötü alışkanlık ve bağımlılıklardan temelli olarak ancak ebedî hakiketleri özümseyip; sağlam karakter, kişilik kazanıp; korku, endişe ve üzüntüleri yok ederek kurtulabiliriz.
Allah’ın her yerde hazır ve nazır olduğuna; meleklerin her tarafta bulunduğuna inanan; “yalnızlık” girdabına düşmez; onun getirdiği stresi atmak için fantaziyelere sapmaz. Geçmişin elemlerinden, geleceğin endişelerinden ve şimdiki zamanın problemlerinden kurtulur.
Evet, bağımlılıklardan kurtulma reçetesi hayâlî değil. Gerçek ve sonuç alıcı tedâvinin yalnız imânla mümkün olduğunu Asr-ı Saadet modeli bize ispat ediyor: O mutaassıp, cahil, vahşi toplulukların damarlarına işlemiş; bağımlılık hâline gelmiş alkol dahil bütün kötü alışkanlıklar; çok kısa zamanda kaldırılıp, yerlerine en güzel ahlâkî değerler yerleştirilmiştir.1
Acaba, meşrû yolda da olsa, alışkanlıklardan doğan bağımlılıkları nasıl önleyebiliriz? Yine imân, Kur’ân nurları ve ibâdetler imdadımıza yetişiyor. Şöyle ki:
* Para/mal-mülk bağımlılığını, putçuluğunu “zekât ve sadaka” önler.
* Her türlü menfaatleri, zevk ve lezzetleri çeken temel duygularımızdan şehvet gücünün (ki, yeme-içme ve çeşitli menfaatlerin tamamı dahil) aşırılığını, bağımlılığını, ancak “Kur’ân ahlâkıyla ahlâklanıp, oruç tutmak”la engelleyebiliriz.
* Ayrıca, midemize acımalı; az, öz yemeli; sofradan doymadan kalkmalıyız. Dilin, kapıcı; midenin, cesedi idare eden efendi ve hâkim2 hükmünde olduğunu; ‘kapıcı’ya çokça rüşvet verirsek sağlığımızın bozulacağını unutmamalıyız.
* Meşrû dairedeki keyfe iktifâ edelim. O, keyfe kâfidir. Gayr-i meşrû bir lezzetin içinde bin elem olduğunu3 hatırımızdan çıkarmayalım. Devamı olmayan şeyde lezzet olmadığından4 fâni şeylere kalbimizi bağlamamamalıyız.
* Faaliyet de, zevk ve lezzet verir. Özellikle ilmî, fikrî faaliyetler içinde olmalıyız. Hakikî lezzet yalnız Allah sevgisinde, imânda, ulvî meşgalelerdedir.
* Ve şu gerçekleri bir levha, tablo yapıp yattığımız veya çalıştığımız yerin karşısına asmalıyız:
“Dünya madem fânidir. Hem madem ömür kısadır. Hem madem gayet lüzumlu vazifeler çoktur. Hem madem hayat-ı ebediye burada kazanılacaktır. (...) Elbette, en bahtiyar odur ki, dünya için âhireti unutmasın, âhiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebedîyesini hayat-ı dünyevîye için bozmasın, mâlâyâni şeylerle ömrünü telef etmesin, kendini misafir telâkki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin, selâmetle kabir kapısını açıp saadet-i ebedîyeye girsin.”5
Dipnotlar:
1- Sözler, s. 216. 2- Lem’alar, s. 144. 3-Sözler, s. 132-133. 4- Mesnevî-i Nuriye, s. 110. 5- Mektûbât, s. 73.