Allah’a en çok şükreden... |
BİR HADİS,BİR YORUM “İnsanlar içinde Allah’a en çok şükreden, insanlara en fazla teşekkür edendir.” (Müsned, 5:212. Camiüssağir,I.301.)
Teşekkür, şükr kökünden türetilmiş bir kelimedir. Şükrün esas anlamı nimeti düşünmek ve düşündüğünü izhar etmek, göstermektir. Şükür, nimetin nimet olduğunu ortaya çıkarmaktır. Bunun zıddı da küfürdür. Küfür ise, nimeti unutmak, nimetin üzerini örtmektir. O nimeti vereni hatırlamamaktır. O halde insanlara bize yapmış oldukları iyiliklerden dolayı teşekkür etmek, o iyilikleri hatırlamak, onların bir iyilik olduğunu fark etmektir. Onu da sözümüzle ifade etmektir. Bu yüzden teşekkür etmeyi alışkanlık hâline getirmeliyiz. İnsanlara teşekkür etmesini bilmeyen, Allah’a da şükretmesini bilmez. Allah bize bu teşekkür duygusunu Allah’a şükretmeyi hatırlayalım diye vermiştir. Bizler, bize ikram edilen bir bardak çaya, ısmarlanan bir yemeğe, ya da kahveye defalarca teşekkür ederiz, hatta “Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı olur” deriz. Ve asla bize ikram edilen bir şeyi unutmayız. İşte bu düşünce bizi Allah’ın verdiği nimetleri de hatırlamaya sevketmeli. Bu da biraz düşünmek ve kıyas yapmakla ortaya çıkacak bir şeydir. Allah’ın bizi verdiği nimetlerin haddi hesabı yoktur. Ama insanların çoğu o nimetleri sebeplerden bilmekte ve böylece de nankörlüğe sapmaktadır. Şöyle bir düşündüğümüz zaman, bizim cansız madenler olarak kalmayıp, bitki ve hayvan olmayıp insan olarak yaratılmış olmamız, Allah’ın iradesi ve kudretiyle olan bir şeydir ve sonsuz bir şükür ister. Azalarımızın her birisi o kadar kıymetlidir ki, bunları bizim kendi gücümüzle elde etmemiz imkânsızdır. Hepsi de Allah’a şükretmeyi gerektirir. Vücudumuzun ihtiyaç duyduğu şeylerin sınırsız denecek kadar çok yaratılması keza şükrü gerektirir. Vücumuzun bizim haberimiz olmadan mükemmel bir şekilde çalıştırılması şükrü gerektirir. Bir yerimizde aksaklık olursa vücudumuzun bir mucize eseri olarak çalıştırıldığını anlıyoruz; halbuki daha önce de tefekkür ederek bu milyarlarca canlı fabrikaları barındıran vücud nimetimiz için şükür edebiliriz. İslâm, Kur’ân ve Hazret-i Muhammed (asm) ayrı bir şükür vesilesi. İmana ermemiz en çok şükretmemiz gereken hususlardan birisi... Burada şükrü nasıl yapacağımız sorusu karşımıza çıkıyor. Nimetlere karşı şükrü, onların Allah’tan geldiğini bilerek, israf etmeyerek, kanaat ederek gösterebiliriz. Dilimizle elhamdülillah demek, buna kalbimizle inanmak ve aklımızla da düşünmek ayrı bir şükürdür. Yaptığımız farz ibadetler de Allah’a şükrün en devamlı şeklidir. O halde sadece dilimizde şükretmemiz yetmez. Bunu ibadetler tarzında ve nimetlerin kıymetlerini bilerek de fiillerimizde izhar etmemiz gerekir. Gerçekten de bize bir kahve ısmarlayanın kırk yıl hatırını sayarken, bize bu kadar nimetleri veren ve ahirette ebedî cenneti cemalini ihsan edecek ve nimetini bu şekilde tamamlayacak olan Allah’a şükretmemek, ne kadar büyük bir noksanlık ve kınanmaya layık bir hâldir. Allah’ım, Sen bizi, verdiğin sayısız nimetlerden dolayı Sana hakkıyla şükreden kullarından eyle. Nimetlerine karşı israf ve kıymet bilmemekle nankörlük eden kullarından eyleme. Küfür ve dalâlet müstesna her hâl üzere Allah’a hamd olsun. İman ve İslâm nimetinden dolayı Allah’a hamd olsun.
Ahiretteki pişmanlik fayda vermeyecek BİR ÂYET, BİR YORUM
“Müşriklere ve fasıklara uyan insanlar, azab gününde uydukları kimselerin kendilerinden uzaklaştıklarını görünce şöyle derler: ‘Ah keşke bir daha dünyaya geri gitmemiz mümkün olsaydı da, şimdi onların bizden uzaklaştıkları gibi biz de onlardan uzaklaşsaydık.’ Böylece Allah onlara işledikleri bütün kötü fiillerini kendilerine hasret, pişmanlık ve üzüntü kaynağı olarak gösterir ve onlar da artık ateşten çıkamazlar.” (Bakara:2/167)
İnsanların kendi iradelerini kötüye kullanarak yaptıkları kötülüklerden dolayı girdikleri cehennemde kendilerinden başka kimseyi düşünmeleri mümkün değildir. Bu âyet, orada herkesin kendi derdinde olacağını beyan ediyor. Bir kişi kendisi azap çekerken elbette başkasını düşünemez. Bu yüzden Allah’a şirk koşmada ya da Allah’ın yasaklarını işlemede kendilerine uyulan kişiler, kendilerine tabi olanlardan hızla uzaklaşacaklar. Çünkü orada Allah için olmayan dostluğun, arkadaşlığın hiçbir anlamı ve faydası olmayacaktır. Tam aksine zararı olacaktır. Burada şerde, sapıklıkta, inançsızlıkta dost olanlar, orada birbirlerinin düşmanı olacaklar. Aynı zamanda orası bir hasret ve pişmanlık yeri. Bu dünyada şirk, küfür ve fısk üzere yaşayanlar, azabı gördükleri anda gerçeği anlayacaktır. Ama artık çok geçtir. Çünkü hiçbir insan tekrar dünyaya gönderilmeyecektir. İşte o anda şirklerinin, küfürlerinin ve şerlerinin kendilerini sürüklediği azapla karşı karşıya kalanlar, hem “Ya leytenî küntü türâbâ”, yani “Keşke toprak olaydık da bu durumu görmeyeydik” diyecekler ama toprak olamayacaklar. Kâfir kendisinin yok alacağına inanıyor. Ahirete inanmıyor. Aslında Allah’ın böyle düşünen kâfirleri yok etmesi mümkün. Ama O, cehennemde de olsa onlara beka veriyor. Kâfirlere şefkatini bu şekilde gösteriyor. Rahmetini kâfirlere, müşriklere de tezahür ettiriyor. Ya da bunlardan bazıları “Keşke bir kere daha dünyaya dönseydik. O zaman orada kendilerine uyduğumuz kötü insanlara uymaz, iyilere uyardık, iyilikler yapardık. Yanlışlarımızı telafi ederdik” diye içlerinden geçirecekler. Ama bütün bu yalvarışlar nafile. Hiçbir faydası yok. Çünkü ölüm vaki olmuş, hesap görülmüş, herkes gideceği yere gönderilmiş. Orada yapılanların cezasını çekmekten kurtuluş asla yoktur. Oradaki pişmanlığın insana hiçbir faydası olmayacak. Allah’a ve ahiret gününe, cennete ve cehenneme inanan bir insan Kur’ân’ın bu öğüdünden nasibini alır. Ve bir bataklığın içinde ise, farkına varmadan nefsine uyarak kötülüklere bulaşmış ise, şu anda oturup başını iki elinin arasına alarak düşünmesi gerekir. “Ahirette azaba maruz kalacağım zaman duyacağım pişmanlık asla bana fayda vermez. Hiç birimize vermez. O halde ben, bugün yaptığım hatalardan, düştüğüm yanlışlıklardan vazgeçmeliyim. Yol yakın iken dönmeliyim. Zararından neresinden dönülürse kârdır. Allah benim hatalarımı affeder de ben de hesabı kolayca veren kullardan olurum.” Bu tefekkürü her zaman yapmak gerekir. Yoksa insanın yaptığı kötülüklerin menhus lezzetlerine kapılarak boğulması, iki hayatını da mahvetmesi söz konusudur. Allah bizi bu dünyada yaptığı yanlışlıklardan pişmanlık duyan insanlardan eylesin. Âmin.
YRD. DOÇ. DR. ATİLLA YARGICI |
26.08.2010 |