Yâ Adl! |
Ya Adl, zerreden kürelere kadar kâinatı bütün varlıklarıyla birlikte ölçü altına alıp dengeleyen Sen olduğun gibi canlı cansız her şeye en güzel ve en uygun vaziyeti veren de Sen’sin. Her varlığa lâyık olduğu ölçüde varlığını devam ettirme hakkı vermekle sonsuz adaletini gösterirsin ve emrine itaat edenleri mükâfatlandırırken, haddini aşanları dizginler ve hak ettikleri cezayı verirsin. Haşirde yani büyük mahkemende ise mutlak adaletini en geniş ve en mükemmel tarzda gösteren yine Sen’sin. Ya Adl, herkese tam adaletli davranırsın. Adalet, zulmün zıddı olduğuna göre kimseye de zulmetmezsin. Çünkü zulüm kelimesinde; incitme, can yakma mânâsı vardır. Zulmetmeyerek herkese hakkını vermek ve herşeyi akıl ve mantığa, hikmet ve maslahata uygun olarak yapmak da adaletinin gereğidir zaten. Sen Âdil’sin. Zalimleri sevmezsiz. Zalimlerle düşüp kalkanları ve hatta sadece uzaktan onlara imrenenleri ve sevenleri de sevmezsin. Onun için de, biz Sen’in adaletinden örnek alarak hiçbir kuluna zulmetmeyiz. Başkalarına da zulmetmemeyi, adaletle davranmayı nasip et Ya Adl. Ya Adl, adalet sahibisindir. Adaletle iş yapar, adaletle muâmele buyurur, haksızlık ve zulüm yapmazsın. Sen, ne hükümlerinde, ne emirlerinde, ne kahrında, ne gazabında, ne celâlinde, ne cezanda zulmetmez; her işinde ve her fiilinde mutlak adalet edersin. Âdil-i Hakîm olarak, adaletinin gereği biz insanlara, sevaba ve cezaya esas olacak bir ihtiyar ve irade verdin. İrademizde hür bırakmış; ama mesuliyeti de omuzumuza yüklemişsin.1 Adaletli olma durumunuN, Sen’in hem ismine, hem fiiline, hem sıfatına, hem de şe’nine (mukaddes hâllerine) işaret ettiğini beyan eden2 Bediüzzaman Hazretleri, zalimin de mazlûmun da ruhunu alarak her ikisini de eşitleyen ölümden sonra; Sen’in adaletinin zorunlu bir gereği olarak Mahkeme-i Kübra’yı kuracağını ve Hakkın yerini bulması bakımından da Adl isminin ahireti ve haşri ispat eden isimlerden olduğunu kaydetmektedir.3 Mahşer günü, Sen’in büyük adalet günündür. Bir diğer ifadeyle, adaletinin eksiksiz tahakkuk edeceği büyük buluşma günüdür. Hükümlerini esasen dünyadan itibaren icraya koyan İlâhî adaletin, Mahşer gününde artık son hükmünü koyacaksın. O gün hak yerini tamamen bulacaktır. O günden geriye, tartılacak bir husus, görülecek bir dâvâ, hüküm verilecek bir mesele kalmayacaktır. Kur’ân’ında, mahşeri, “İlâhî adalete” vurgu yapan söz ve kelimelerle gündemimize çok sık taşırsın. “O gün tartıları ağır gelen kimse, hoşnut olacağı bir yaşayış içinde olacaktır. Mizanı hafif gelenlerin ise sığınacağı yer haviyedir, Cehennemin kızgın ateşidir”4 buyuruyorsun. Diğer bir âyetinde ise, “Kim zerre kadar iyilik yaparsa onun mükâfatını görecek, kim de zerre kadar kötülük yaparsa onun cezasını görecektir”5 buyurmaktasın. Bu âyetlerle adaletin tam tahakkuk edeceğini, hiç kimsenin hiçbir davranışının görmezden gelinmeyeceğini, her davranışın muhakkak bir bedeli olduğunu ısrarla dile getiriyorsun. Ancak rahmetin o kadar sonsuz ve geniştir ki, iyilikleri kötülüklerinden—sayı veya nitelik olarak—fazla olanlarımız affa müstahak olacaktır. Yani Ya Adl, kötülüklerimizi affedeceksin, biz bunu Sen’den umuyor ve bekliyoruz. Bu İlâhî müjdene, Bediüzzaman Hazretleri şu sözleriyle dikkat çekiyor: “Cenâb-ı Hak, âhirette muhasebe-i a’mâl (amelleri hesaba çekme) düsturuyla, adalet-i Rabbâniyesini, hasenat (iyilikler) ve seyyiâtın (kötülüklerin) muvazenesiyle (karşılaştırılmasıyla) gösteriyor. Yani, hasenat râcih (üstün) ve ağır gelse mükâfatlandırır, kabul eder; seyyiat râcih gelse cezalandırır, reddeder. Hasenat ve seyyiâtın muvazenesi kemiyete (sayıya) bakmaz, keyfiyete (niteliğe) bakar. Bazı olur, bir tek hasene bin seyyiâta tereccuh eder (üstün gelir), affettirir.”6 “Bazan birtek hasene ile çok seyyiâtını örter.”7 diyerek İlâhî lütfunun ne kadar geniş olduğunu müjdelemiştir. Sen’in adâletinin tahakkuk yeri sadece mahşer değildir elbet, Ya Adl! Yaşadığımız, nefes alıp verdiğimiz her bir günde de İlâhî adaletinin tecellileriyle karşı karşıya bulunmaktayız. Burnumuzun kanamasından, başımızın ağrımasına ve işimizin ters gitmesine kadar her tecellinin, bir bakıma adaletinin tahakkuku olduğu hadislerde de bildirilmiştir. Öyleyse unutmamalıyız ki, adaletin dünyada da tecelli eder. Sen’in adaletin, yaşadığımız hayatı her boyutuyla kucaklar, bütün canlıları kuşatır. Biz insanlar arasında, “Eden bulur”, “Gülme komşuna, gelir başına”, “Ne ekersen onu biçersin” gibi sözler İlâhî adaletin gerek insanî ilişkilerimizde, gerekse hayatımızın her kesitinde önemli bir yere sahip olduğunun göstergesidir. Üstad Said Nursî, Semud, Ad ve Firavun kavimleri gibi geçmiş kavimlere gelen dünyevî musîbetleri, Sen’in Adl isminin bir tecellisi olarak zikreder ve bu musîbetlerin, o kavimlerin Peygamberlere isyanlarına mukabil başlarına geldiğini belirtir. 8 Ya Adl, adaletin tecellisi bakımından dünya-âhiret dengesini elbette Sen kurarsın. Enes (ra), Resulullah'ın (asm) şöyle buyurduğunu bildirmiştir: “Allah hiçbir mü’mine bir tek iyiliğinde bile haksızlık etmez. İyiliğine karşılık dünyada birçok nimetler verir. Âhirette ise ayrıca buna karşılık mükâfatlandırır. Kâfirin ameline gelince: İyiliklerine karşılık dünyada rızıklandırılır. Âhirete kavuştuğunda ise, karşılık verilecek bir iyiliği bulunmaz.” 9 Bütün bunlardan anlıyoruz ki, Sen’in adaletin dünya ile mahşerde bir bütün olarak tahakkuk edecektir. Öyleyse adaletin tecellisi açısından dünya ile mahşer, tıpkı bir terazinin iki kefesi gibi birbirini tamamlamaktadır. Hem kâinatı bütün varlıklarıyla ölçüsü altına alan ve bütün ulvî ve basit cisimlerin dengelerini sağlayan ve devam ettiren ve güzelliğin en önemli bir esası olan uygunluğu sağlayan ve herşeye en güzel vaziyeti veren ve her hayat sahibi varlığa yaşamak hakkını verip o hakkın yerine gelmesini sağlayan, mütecavizleri durduran ve cezalandıran bir adaletinin güzel haşmetini açıkça görüyoruz ve bunu anlayıp hayatımıza yansıtmayı bize nasip et Ya Adil.
Dipnotlar: 1- Sözler, s. 430. 2- Şuâlar, s. 72. 3- Sözler, s. 66, 67, 80, 81, 82. 4- Karia Sûresi, 6, 7, 8, 9. 5- Zilzâl Sûresi, 7, 8. 6- Mektubat, s. 430. 7- Lem’alar, 13. Lem’a, s. 91. 8- Şuâlar, s. 53 9- Riyâzu’s-Sâlihîn, 427.
M. FAHRİ UTKAN |
24.08.2010 |