10 Ağustos 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Dizi Yazı

‘Bu gücü nereden alıyorsunuz?’

Biz yazılarımızla, ilerde çok büyük sıkıntılara yol açabilecek hatalara sapılmaması, hatalı tavırdan vakit geçilmeden dönülmesini temenni ediyor ve bu düşünceyle hareket ediyorduk. Oysa mevcut idare bu gibi yazılara müthiş öfkeleniyordu. Bunu da sonraları öğrendik, defalarca sıkıyönetime çağrıldıktan sonra.

MGK’nın siyasî partileri feshetmesi, demokrasiye samimî inanmış olan herkesi çok üzdü. Biz ne yapacaktık? Diğer gazeteler gibi hadiseyi görmezlikten mi gelecektik? Böyle yapmak bizim prensiplerimize ve karakterimize aykırıydı.

MGK’nın 16 Ekim 1981’de almış olduğu karar yurt sathında ve dünyada büyük akis uyandırdı. Bu karar, demokrasiye candan bağlı olan kimseleri şoke edecek mahiyetteydi. Zira bu tarihli kararla (2553 sayılı kanun) bütün siyasî partiler feshedilmişti. Bu icraatı ihtilâlin ilk saatlerinde verilen sözlerle ve taahhütlerle teklif etmek mümkün değildi.

İlk bildirilerde demokrasiye dönüleceği hususu ısrarla belirtilmekteydi. Peki siyasî partisiz demokrasi olur muydu? Demokratik nizam içerisinde kurulan ve milyonlarca sempatizanı bulunan partilerin tabelasını indirince, vatandaşların temayülünü ortadan kaldırmak mümkün müydü?

Bu şekilde siyasî partilerin bir çırpıda kapatılması, demokrasilerde rastlanılır bir hadise değildi. Hürriyetçi parlamenter demokrasiyle idare edilen ülkelerde böyle bir hadisenin olabileceği hayal dahi edilemezdi. Ama Türkiye’de olmuştu işte.

BUGÜNLER İÇİN VARIZ

Peki, bu icraat karşısında bizim tepkimiz ne olacaktı? Diğer gazeteler gibi susup oturacak mıydık? Başka zamanlar mangalda kül bırakmayan aydınlardan nicedir ses seda çıkmaz olmuştu. Siyaset adamlarının konuşması zaten yasaktı.

Meseleyi uzun uzadıya görüştük. Enine boyuna değerlendirdik. Hepimizin müşterek görüşü, bu İcraatın geniş şekilde tenkit edilmesi gerektiği yönündeydi. Bu arada zihinlerde, "Peki, ya kapatılırsak?” sorusu doğdu. Bu soruya arkadaşlarımızın verdiği cevap aynıydı:

“Kapatırlarsa kapatırlar. Ne yapalım. Biz bu günler için varız. Gazete 364 gün hiçbir şey yazmamış olsa bile, bugün yazacağı hepsine bedel gelecektir. Hem biz, vazifemizi yapmalı ve hakikatleri söylemeliyiz.”

Bu kararı aldıktan sonra, “Bir dönüm noktası mı?” başlıklı başyazıyı neşrettik. 20 Ekim 1981 tarihli bu başyazıyı yeri gelmişken aynen vermek istiyoruz. Bu yazıda şöyle diyorduk:

“Siyasî partilerin feshedilmesi, 12 Eylül idaresinin tavrında mühim bir değişmeyi işaret etmektedir. Bugüne kadar böyle bir tasarruf hiçbir şekilde bahis mevzuu edilmediği gibi, idare bu konudaki ihtimallerin dile getirilmesi karşısında bile fevkalâde hassas davranmış ve vatandaşlara birçok defalar teminat vermek ihtiyacını duymuştu. Nitekim sayın Evren TV konuşmasında bu eski tavrı hatırlatmış ve ‘Demokrasiye inancımızın bir gereği olarak, siyasî partilerin sadece faaliyetlerinin durdurulmasıyla yetinilmiştir’ demiştir. Geçen hafta sonunda çıkan sürpriz karar bu inançta veya demokrasi telâkkisinde bir değişiklik ihtimalini hatıra getirebilecek istidattadır. Siyasî partilerin feshedilmesi, belki de içinde bulunduğumuz devrenin bir dönüm noktasını teşkil edebilecektir.

“Alınan kararın Danışma Meclisi çalışmaları üzerinde nasıl bir müsbet tesir icra edeceği belli değildir. Oysa Millî Güvenlik Konseyi, Danışma Meclisi üyelerinin seçiminde bütün yetkiyi üzerinde toplamakla bu hususu kendi açısından yeterince tedbir altına almıştı. Siyasî partilerin telkinlerinden müteessir olması muhtemel isimler listeye alınmayarak bu tedbirler baştan sağlama bağlanabilirdi. Siyasî partilerin feshedilmesi, gerekçesi ne olursa olsun, seçmen kitlesinin bir kısmını değil, tamamını rencide edebilecek bir davranıştır. Böyle bir tavrın milletimizin isteğini aksettirdiği şeklindeki bir görüşü delile dayandırmak ise, maddeten imkânsızdır; çünkü karar bir referandum neticesinde alınmamıştır.

“Kararın kendisinde olduğu kadar gerekçesinde de bir tavır değişikliğinin alâmetleri göze çarpmaktadır. 1980 12 Eylülünün sabahında, memleketin o günkü vasata gelişinden mes’ul olarak pek çok Anayasa kuruluşu sayılmıştı. Bu, yerden göğe kadar hak verilebilecek bir tavırdı; çünkü o günkü vasatta memleketin bir uçuruma sürüklenmesi karşısında seyirci kalanlar veya bu sürüklenişe bizzat yardım edenler, devlet idaresinin bir iki kesimine tahsis edilemeyecek kadar her kademe ve her sahada yaygın durumdaydı. Daha doğrusu, memleketin 12 Eylül’e gelişinde mes’uliyet sahibi olmayan bir kesimi göstermek hemen hemen imkânsızdı. Fakat zamanla bu ithamlar, sadece muayyen bir kesim üzerinde kesifleşmeye başladı. Meselâ geçmiş devrin siyasî mücadelelerinde en az partiler kadar iştirak sahibi olan bazı yargı organları, fonksiyonlarına aynı yetkilerle devam ederken, siyasî parti yöneticileri, sadece içinde bulunduğumuz devreyi değil, istikbali de içine alan bazı tehditlere muhatap oldular. Nihayet geçen haftaki kararla, siyasî partilerin, anarşiden sorumlu yegâne kuruluşlar olduğu ve bu partilerin kapatılmasıyla problemlerimizin halledilmiş olacağı inancı, bugünkü idarenin politikası olarak resmen tescil edildi. Bundan 13 ay önceki şümullü bakış açısını bu kararda müşahede edebilmek kolay değildir.

“Kararın gerekçesini izah eden konuşmasında sayın Evren, Türkiye’de siyasî partilere dayalı demokratik sistemin mutlaka kurulacağını taahhüt etmiştir. Bununla beraber, siyasî partilere karşı umumî bir itimatsızlık, konuşmanın bütününde göze çarpmaktadır. Nitekim aynı konuşmasında sayın Evren, ‘1950’den beri yapılan hatalardan’ söz ederek demokrasi tarihimizin bütününü tenkitlerinin içine almıştır. Bir bakıma haklıdır; zira bir işte hata yapmak için önce o işe başlamak gerekir. 1950’den önce demokrasiden bahsetmek mümkün olmadığına göre, demokrasi rejimi içindeki hatalardan bahsetmeye de imkân yoktur. Düşündürücü olan, bu atfın 1950 öncesini tebrie eder bir mahiyet taşımasıdır. Antidemokratik bir devrenin, demokratik bir rejim kurma çalışmaları esnasında takdirle yâd edilmeye başlaması, umumî efkârda tereddütlere yol açabilir.

“Siyasî partilerin hatasızlığını ileri sürmek, muhakkak ki, aklın kabul edeceği bir yol değildir. Hatta memleketin anarşi vasatına sürüklenmesinde rol oynayan bu hatalar arasında, suç ortaklığı ve ihanet derecesine varan numuneler ortaya koymak dahi mümkündür. Fakat bu konuda yapılacak bir değerlendirme, siyasî sorumluluk takdir etme mâhiyetini taşıyacağı için, bu değerlendirmenin yegâne ve şeriksiz mercii, millet olmak gerektir. 27 Mayıs hareketi milletin bu yetkisini kullanmış ve arkasında iyi bir hatıra bırakmamıştır. Bu hakikatin idraki içinde olarak Sayın Evren, daha Önce yabancı bir gazeteye verdiği beyanatta kendisinin ‘politikacıları değerlendirecek bir merci olmadığını’ ifade etmiş, yaklaşık bir sene önceki bir konuşmasında ise kendisinden partilerin kapatılmasını isteyen bir vatandaşa tebessümle mukabele ederek ‘herşeyi milletten sorarak yapacaklarını’ bildirmişti. Siyasî partileri feshetme kararı ile, idarenin evvelce kaçındığı bir değerlendirme, hem de ayırım yapmaksızın fiilen gerçekleştirilmiştir. Bu tavır değişikliğine sebep olarak Sayın Evren, ‘bir takım problemlerin dış ülkelere jurnal edilmiş olmasını’ göstermektedir. Dış ülkelere jurnal edilmenin idarede hissî bir tepkiye yol açması ne kadar mâkul karşılanırsa karşılansın, tavır değişikliğine gerekçe teşkil etmesini anlamak kolay değildir. Çünkü ortada taahhütler vardır. İstenmeyen gelişmeler bu taahhütlerden birinin geri alınması neticesini doğurabiliyorsa, bu durumun yol açtığı hayal kırıklığından, diğer taahhütlere olan inancın da müteessir olması kuvvetle muhtemeldir. Bu ise, içinde bulunduğumuz vasatta arzu edilmeyecek bir durumdur. Zira demokrasimizin geleceği kadar Silahlı Kuvvetlerimizin itibarı da yürütülmekte olan çalışmaların her safhasında kusursuz bir devlet-millet bütünlüğünü zarurî kılmaktadır. Türkiye’nin tarihî, coğrafî ve beynelmilel özelliklerine sahip bir ülke için ise, ne demokrasiden, ne de Silâhlı Kuvvetlerinin itibarından daha değerli bir unsur düşünmek imkânsızdır.”

BÜTÜN GAZETELER SUS PUS OLMUŞ

Biz bu gibi yazılarımızla, ileride çok büyük sıkıntılara yol açabilecek hatalara sapılmaması, hatalı tavırdan vakit geçirmeden dönülmesini temenni ediyor ve bu düşünceyle hareket ediyorduk. Oysa mevcut idare bu gibi yazılara müthiş öfkeleniyordu. Bunu da sonraları öğrendik. Defalarca sıkıyönetime çağrıldıktan sonra... Yazı işleri Müdürümüze gazetemizden kesilen yazıların dosyası gösteriliyor ve yayınlarımızın dikkatle takip edildiği imâ edilmek isteniyordu. Bazı yazıların altına “suç” olarak düşülen notlar enteresandı: “Konseyi etkilemeye çalışmak”

Sadece siyasî partilerin kapatılması hadisesinde değil, o günkü idarenin bütün mühim icraatlarıyla ilgili kendi görüşlerimizi herhangi bir endişeye kapılmaksızın yazıyorduk. Tabiî bunun ceremesini de ta baştan göze alıyorduk. Nitekim ya ikaz ediliyor, ya gazetemiz bazı bölgelerde dağıtılmıyor, yahut da kapatılıyorduk.

Bir defasında sıkıyönetimdeki subayın Gazetemizin Sahibi Mehmed Kutlular ile Yazı İşleri Müdürümüz Sabahattin Aksakal’a söylediği sözler hayli enteresandır. Şöyle demişti o ilgili:

“Yahu sizin gayeniz nedir? Bütün gazeteler sus pus olmuş. Hepsi alkışlıyor. Siz ise bu şekilde neşriyat yapıyorsunuz. Tabiî yarın hava sakinleşince, sivil idareye geçince, ‘Gördünüz mü biz ne yaptık?’ diyecektiniz. Bu hava için yapıyorsunuz, değil mi?”

Bu şekilde beyanda bulunan şahsın demokrasinin şuurunda olduğunu söylemek güçtü. Ona göre, demokrasiyi temelinden zedeleyecek hareketlere bile ses çıkarılmaması lâzımdı. Zira bu, “devrin icabıydı” ve susulması lâzımdı. Üstelik bizleri diğer neşir organlarıyla mukayese etmesi de yanlıştı. Onlar susuyor, alkışlıyor diye biz de mi susup alkışlayacaktık? Bu bizim karakterimize ve yayın prensiplerimize aykırıydı. Üstelik bu yazıları “Yarın böyle desinler” diye değil, her kelimesine samimî olarak inandığımız için yazıyorduk. Yoksa biz de “gelenin keyfi için geçmişe sövmeyi” marifet bilenler gibi davranabilir ve rahatımıza bakabilirdik. Oysa her an diken üstünde duruyorduk. Ha kapatıldık, ha kapatılacağız diye...

GÜCÜNÜZÜ NEREDEN ALIYORSUNUZ?

Yine bir defasında sıkıyönetime çağrılan Yazı İşleri Müdürümüze “Bu gücü nereden alıyorsunuz? Nasıl böyle yazabiliyorsunuz?” denince, Yazı İşleri Müdürümüz Sabahattin Aksakal şu cevabı vermişti:

“Gücümüzü imanımızdan, Allah’a olan inancımızdan alıyoruz.”

10.08.2010

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Dizi Yazı

  (09.08.2010) - DARBEDEN ÜÇ HAFTA SONRA, İLK KAPATMA KARARI GELDİ

  (25.07.2010) - SAİD NURSî, “CEMAAT ADINA SİYASET”İ DE TASVİP ETMİYOR

  (24.07.2010) - BEDİÜZZAMAN “BEN BU ORDUYA KARŞI KILIÇ ÇEKMEM” DEMİŞTİ

  (23.07.2010) - ORDUDAKİ DEĞİŞİMİ YÖNETMEK KOLAY DEĞİL

  (22.07.2010) - İTTİHATÇILARIN MENFî KISMI KEMALİZM VE CHP İLE DEVAM ETTİ

  (21.07.2010) - Artık Kemalizmle yüzleşmeliyiz

  (20.07.2010) - Adalet hakikati

  (19.07.2010) - Balyoz ve Kafes’te tutuklu kalmadı

  (18.07.2010) - O rütbelere nasıl yükselebildiler?

  (17.07.2010) - Heryerekon mu, sessiz devrim mi?


Son Dakika Haberleri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.