05 Ağustos 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Röportaj

TRANSFERDE ZİHNİYET DEĞİŞMELİ

Üç büyüklerin transferleri geçmişten ders alınmadan yapılıyor. Her sene baştanbaşa değişen kadrolar, milyon eurolar… Ardından menajerlerin çok büyük nemalandığı bir zihniyet çıkıyor ortaya. Bu, öncelikle ülkemiz adına çok kötü bir durum. Artık tüketim takımları halini aldık. Çok tüketiyoruz.

DÜNDEN DEVAM

Üç büyüklerin transferlerini nasıl

yorumluyorsunuz?

Üç büyüklerin transferleri geçmişten ders alınmadan yapılıyor. Taraftarlar için söylüyorum, çabuk kandırılabilen bir toplum olduğumuz için ve hafızamız maalesef zayıf olduğu için bugüne ayak uyduruyoruz. Bunu da bilen zihniyetler politikalarını aynen yürütüyor. Tabiî ki önemli isimler, önemli yıldızlar alınıyor. Ama bunları yaparken de hep ‘yapılanma’ söylemi içindeler. Her sene baştanbaşa değişen kadrolar, milyon eurolar, ardından menajerlerin çok büyük nemalandığı bir zihniyet çıkıyor ortaya. Bu, öncelikle ülkemiz adına çok kötü bir durum.

Galatasaray iki senede yapmış olduğu harcamaların aksine bu sene biraz daha genç, takım ruhunu oluşturabilecek oyuncu tiplerini seçmeye çalışıyor. Yani ne yaptığını bilmeyen bir anlayış var. Geçtiğimiz iki senede ülke futbolunda çok fazla şey değişmediki. Geçmişte de öyleydi, bugün de öyle. Bu iki senede seçim kazanabilmek için mi bu kadar para harcadınız? Demek ki öyle birşey var. Onun için transfer yapılıyor. Doğru değil. Neye yapıldığı bilinmiyor. Artık tüketim takımları halini aldık. Çok tüketiyoruz. Alttan yerleştirdiklerimizin sırtına biniyoruz, ama onları gerektiği kadar beslemiyoruz. Yani desteklemiyoruz. Haliyle çok doğru transfer politikaları izlemiyoruz.

Fenerbahçe’ye baktığımızda Aykut Kocaman’ın takımın başına gelmesine bir büyüğüm olarak, oda arkadaşlığı yapmış bir arkadaşı olarak çok sevindim. Değerli buluyorum kendisini. Umarım iyi bir şekilde hizmet eder. Kolay bir iş almadı. Fenerbahçe takımını çalıştırmak zor iş. Fenerbahçe’nin transferlerine gelince. Stoch transferini olumlu buluyorum. Yaşı ve oyun anlayışı bakımından uzun vadeli transfer. Tam bir takım oyuncusu. Onun dışında yetenekleri de var. Dia’yı henüz görmedik. Ama teknik ve agresif ve futbola aç bir oyuncu. Fenerbahçe’ye ne vereceğini zaman gösterecek. Fenerbahçe’nin yabancı seçimlerinde de çok spekülasyonlar oldu. İşine yaramayan çok yabancı oyuncu var kadrosunda. Alternatif olarak tutuluyor. Alternatiflere bu kadar çok para verilmez. Fenerbahçe’de de başka zihniyetler olduğunu düşünüyorum.

Quaresma ve Guti transferlerini de çok doğru buluyorum. Ben bir Guti hayranıyım. Guti’yi çok beğeniyorum. İyi bir oyuncu. Beşiktaş’a faydalı olacağına inanıyorum. Ama onu da zaman gösterecek. Trabzon’un Şenol Güneş avantajı var ki bunu da çok iyi kullanıyorlar. Aceleci davranarak çok para verip transfer yapmaktansa iyi bir takım ortaya çıkarmaya çalışan, çok fazla uçmayan bir kurgu içerisindeler. Bu da çok doğru. Rijkaard gibi bir takım antrenörler Türkiye’ye geldikleri zaman, geldiği takımı tanıdığını söylüyorlar. Bu söylenmesine rağmen zihniyet değişeiyor ve yeni transfer yapılıyor.

O zaman, Türkiye’yi tanıyan, bilen ve istediği oyuncuları aldırabilen, sistemini uygulatabilecek bir yapıyı görmüyorum ben Galatasaray’da. Rijkaard'ın bu seneki transferlerinde de bunları görüyoruz. Bir kadro kurarken yapılanırsınız. Yapılanırken yine şampiyonluğa oynarsınız. Ama ardındaki sene de yine onun direktifleri doğrultusunda oyuncular alıp, yapılanmaya katkı sağlarsınız. Her dakika oyuncu değişimi, hocaya sormadan yapılan transferler, kendi bonservisi elinde olan oyuncuyu almak... Zihniyetleri bu. Ama gene de işe yaramaz. Rijkaard’ın nasıl olsa idare edebileceğim niyeti ile baktığını düşünüyorum. Bu yaşadığımız olaylardan sonra buradaki kariyeri bir kriter değil. Burada yaşayacağı başarısız bir tablo onun için bir kriter olmayacak bir ismi var. Herşeyden önce futbolculuk kariyeri var. Barcelona geçmişi var. Onu sonuna kadar kullanacaktır. Nihayetinde onun başarısızlığında Rijkaard başarısız demeyecekler. ‘Ne yaptıysa olmadı, Türkler lâf dinlemiyor, orada sistem farklı buradaki lig böyle’ diyecekler. Vicente Del Bosque ile de Aragones ile de aynı şeyi yaşadık. Del Bosque buradan hangi zihniyetle gitti? Adam orada İspanya millî takımını Dünya şampiyonu yaptı.

Rijkaard kendi uygun gördüğü sisteme göre

Galatasaray’ı futbol oynatmaya çalışıyor. Ama ne Galatasaray, ne de Türk futbolu buna müsait değil. Bunun için kafasındaki sisteme göre değil de futbolculara göre bir sistem uygulasa daha iyi değil mi?

Çok doğru söylüyorsun, ama iş bunu ona anlatacak insanlarda bitiyor. Nitekim kayıp geçen bir sene. Ondan önceki senelerde de var başka antrenörler. Bu, takımlara hiçbir şey kazandırmadığı gibi, itibar da kaybettiriyor. Rijkaard oyun sistemini neye göre kurmuş, sistemini de çözebilmiş değilim. Barcelona’da bir model oluşturdu. Ama bunun için belli bir çalışma yaptı. Yani alt yapıdan çıkan oyuncuların çokluğu, oyuncu sistemlerindeki tercihleri, oradaki ekole adapte olabilecek isimleri alması. Bunlar bir kulübün, ülke futbolunun alması gereken dersler. Ama bir yerde de çok kötü bir şey yaptı. Bize öyle bir hedef sundu ki şimdi insanlar hiçbir şeyi beğenmiyorlar. Demek ki Barcelona’ya giden adamlar, o oyundan, isimden unvan sahibi oluyorlar. Kupalar kazanıyorlar ve başarılar böyle ortaya çıkmış oluyor. Son dönemdeki hali, sistemi, fikri, ekolü ve buradaki yapı, medya anlayışı, insanların bekleentisi İspanya’ya göre değil. Yani bu bütüne ve hiçbir sisteme uymadığı için, ben Rijkaard’a başarısız diyebilirim. Bugün Galatasaray, ismi ile ilk üçe girer, belki de şampiyon olabilir. Ama uzun süreli istikrarı yakalamak istiyorsak hedeflerimizi baştan koymak zorundayız. Biz hedefsizlikten, ne yaptığını bilmezsizlikten her sene takım değiştirirken, hoca üzerinden, oyuncu üzerinden bir politika uyguluyoruz. Yöneticilerin de bunda çok hatası var. Ellerindeki medya gücü ile de bunu göstermiyorlar. Dediğim gibi, sorumluluğu Arda ya da başka oyuncunun üzerine atarak, gündemi değiştirerek kendi hatalarını örtbas ediyorlar.

Futbolu bilmeyen bir çok iş adamı takımların

başına geçiyorlar, siz bu durumu nasıl karşılıyorsunuz?

Cebinden para veriyor mu? Hayır! Ben de yaparım öyle yöneticiliği, hem de ondan daha iyi yaparım. Çünkü futbolu biliyorum. Galatasaray’ın, Fenerbahçe’nin, Beşiktaş’ın bir markaları var, yani para eden değerleri var. Onu sağlayacak profesyonel bir ekip görevini yapar, ama futbolu yönetenler başkaları olur. Şimdi ise yöneticilerin çoğu gazetelere çıkabilmek için, tesislerde gezip bir takım konuşmalar yaparak gündemde kalıyor. Profesyonellikte böyle birşey yok ki. Başkanın, yöneticinin tesislerde ne işi var? Parayı bulur, transfer politikasını belirler, alt yapısını düzenler, kendi ekibini kurar, hiç karışmaz bile... İyide de, kötüde de sorumlular vardır, çıkarlar konuşurlar. Tabiî ki her zaman kazanacağınız diye bir kaide yok. Başarı çok hassas bir denge Türkiye’de, ama böyle yönetilmediği için hep gündemde kalabilmek, hep en iyi benim diye bilmek için, gazete ve televizyon köşelerinde yer alabilmek için kulüp yönetiyorsanız, bu samimiyetten uzak ve başarıyı yakalayamayacağınız anlamına gelir. Nitekim Türkiye’de bu şekilde gelişiyor bugün kulüp yönetmek, devlet kademelerine istediğiniz şekilde girmekle doğru orantalı, çünkü kalitesi yüksek bir mevki. Bu gün devlet kademeleri yüksek bir mevki, kendi işlerinizi çevirebileceğiniz bir yer. Bugün üç büyüklerin başkanları birşeyler üretmekten ziyade burasını bir basamak olarak kullanıp, işlerini halletme noktasına getirdiği bir yer olarak görüyorlar. Hiçbir şey üretmiyor, bu insanlar bizleri de böyle yönetiyorlar. Hakan gitsin, başkası gelsin zihniyetinde hem ülkenin parasını heba ediyorlar, hem ülke futbolunun ilerlemesine neden oluyorlar, bu da kaldırılabilir bir yük değil. Bu insanların medya güçleri de var. Çünkü iş adamları bunlar, reklâm veriyorlar, gazetelerde reklâmları dönüyor. Haliyle gazeteciler sorgulama kültüründen uzaklaşma zorunda kaldılar. İtiraz eden insanların karşısında duruyorlar, hiçbir yerde çalıştırmıyorlar, o zaman da Türk futboluna bakış açımız Arda’ya bakış açımızla doğru orantılı oluyor.

“Ben Haldun Üstünel’e böyle bir durumla

karşılaşabileceğini söyledim” demiştiniz.

Haldun Üstünel de bu türlü işlerin mağdurlarından biri... Bir şey yaparken çok hoşunuza gider; övünmek, anılmak tribünlerin size tezahürat yapması, ama aksi durumda, sizi kıskanan, ön planda olmanızı çekemeyen kendi ekibinizden insanlar var. Onun meselesi de sonunda varacağı noktaya vardı. Bu kötü bir şey yaptığından değil. ben kendisine dolaylı yollardan, böyle birşeyin başına gelebileceğini söyledim. Bunu söylemek için de âlim olmaya gerek yok, çok doğal bir şey ön planda olmak camiaları çok mutlu etmez. Çünkü herkes televizyonda, gazetelerde gözükmek istiyor. Taraftar, Haldun Üstüne’li seviyor, çünkü içlerinden gelen biri, son maça bakıldığında ona pankart açıldı, "Haldun Üstünel seni seviyoruz" diye... Bu güzel bir tezahürat, yani sevilmek çok güzeldir, ama Galatasaray’ın iyi gitmesi için yaptığımız eleştiriler sonrasında, aynı tribünde, aynı pankartların olduğu yerde bizi eleştiren, bizi tehdit eden pankartlar da gördük. Bu pankartları kimlerin yaptırdığı ve işlerine gelmeyen şeyler, duyduklarında kimleri harekete geçirdikleri çok açık ve net bir şekilde ortaya çıkıyor. Ben hep doğruları konuştum, eğer doğruları konuşmasaydım, en çok kazanan ve en çok arkadaşı olan ben olurdum. Kulüpleri yöneticisi olmak, orada ahkâm kesip çok büyük paraları yönetmek, çarçur etmek, rahatça harcamak kulüp yöneticiliği olamaz bu... O zaman herkes buraya aday olur.

Bir gün Galatasaray’da görev yapmak ister

misiniz, isterseniz Galatasaray’ın hangi biriminde görev yapmayı düşünüyorsunuz?

Önce Galatasaray’da her görev benim için bir şereftir, bu başkanlık olabilir veya antrenörlük olabilir. Üç büyüklerde yapacağınız olumlu şeyler, ülkenize çok önemli katkılar sağlar. Yetiştireceğiniz oyuncular, yönetim biçiminiz... Onun için buralarda olmak için başarılı olmak zorundasınız. Yayın gelirleri arttı deniliyor, burada Türk Telekom’un ve Digitürk’ün çok büyük katkısı var, ama öncesinde bundan önceki ihalelerde, kimse giremediği için çok büyük paralar ödenmiyordu, çok ufak paralarla tek kişi girip kazanıyordu. Telekom’a burada çok teşekkür etmek lâzım gelir. Telekom sayesinde takımlara ek bir kaynak sağlandı. Tabiî ki bunu Digitürk sağladı, ama onu zorlayan bir etken vardı, bir rekabet vardı.

DEVLET MESELEYE EL ATMALI

Haliyle bu ortaya çıkan rakamı kulüplere verdi ve kulüp başkanlığı ve yöneticiliği daha değerli bir hal aldı. Çünkü bu parayı yöneteceksiniz. Bugüne kadar kulüp yönetiminde yanlış politikalar uygulandığını görüyoruz. Devletimiz, gerekirse meseleye el koymalı... Popülist bir yaklaşımdan uzak, ama gerçekçi yeniden bir yapılanmayı sağlamalı.

Kulüp yönetimi de değişecek böylece...

Bu mânâda bir çok şeyin değişebileceğini düşünüyorum. Yöneticiler, kötü yönetiyorlar gidiyorlar, üç sene sonra yine geri geliyorlar. Kötü yönetmişsin, insan bir daha gelmeye utanır. Demek ki, o zaman burası çok yağlı bir kapı, çok güzel bir kapı. O zaman burada başka birşeyler var, kendi işinizi de buradan yönetiyorsunuz. Bu kadar parayı da hoyratça harcarken, demek ki dayandığınız ya menajer ya da Avrupa'da bitirdiğiniz transferlerden dönen birşeyler var. Başka bir şey gelmiyor insanın aklına... Çünkü kimse sorgulamıyor. Futbolcuyu 8 milyona almış, sonra da üstüne para vererek bedeva göndermiş. Ne oluyor kardeşim diye hiç kimse sormuyor, ama Hakan’ı, ülkemin en öncü değerini istediğiniz zaman kapının önüne koyabiliyorsun. Kimsenin sesi çıkmıyor.

Sen bana soruyorsun 'Abi futbolu neden erken bıraktın’ diye. Bana neden soruyorsun ki, adamın kafasına esti, beni gönderdi. İnancımı beğenmedi, gönderdi. Bu kadar kolay mı? Ben onun on katı azını alacağım, bütün kahrını ben çekeceğim, en başta akla gelecek kişi ben olucağım, sonra da ilk beni gönderecek. Kim gönderecek, gönderen kişinin yetkisi nedir, kim, yani ne yapmıştır? Ama bunu sorgulayan kimse yok. Türkiye’de o kadar çok yabancı merakı var ki, burası Dubai, Katar örneği olmaya başladı. Avrupa'da’ki kariyerini büyük paralar karşılığında bırakıp Türkiye’de oynamayı, uzun süreli kontrat yapmayı ve sezon içerisinde de transfer olacağı dönem hariç yatmayı adet haline getirmiş oyuncu tipleri var. Yöneticilerle bunlar arasında ne dönüyorsa, çanak tutuyorlar. Onların orada olması mümkün değil, ama kontrat süreleri uzun, bağlayıcı maddeleri var. En kral yerde oturuyorlar. Ben oturmasın demiyorumki... Aldığı paranın hakkkını versin. Biz almadığımız paranın hakkını vermeye çalışırken—çünkü taraftara karşı borcumuz var, camiaya karşı da borcumuz var—oraya çıktığımızda birşey yapmak istemesek bile onlar için oynuyorduk. Çok büyük paralar alıp Konya’ya, Sivas’a, Trabzon’a bir çok deplasmana gitmeyip yatan, İstanbul’un sadece keyfini süren bir yabancı zihniyeti var. O zaman siz millî takımın Dünya Kupasın’a gitmediğine üzülmeyeceksiniz. Yabancıları örnek alan yerli oyuncularına kızmayacaksınız. Diyeceksiniz ki, "Kardeşim dengelerini, üslûbunu bil, paranı alıyorsun, hakkını ver." Yöneticinin sorgulama şansı yok. Yabancı oyuncu istediği gibi izne çıkar. Bayramını kutlar, kampa geç katılır. Bunu ben mi sorguluyacağım, yönetici sorgulayacak. Adamla maç başına anlaşmadılar. Garanti para, oynasa da, oynamasa da o parayı alıyor. Tribüne gelen insanın ne günahı var? O formayı seviyor, onun parasına el koyuyorsun, kandırıyosun. Kendi iş hacmini genişletiyorsun, popüliten artıyor. Garibim, orada takımı yenilmiş üzülüyorken, önce sen üzülmeyi bileceksin. Hakkı hakkına teslim edeceksin, etmezsen samimiyetsizliğinden dolayı Allah’da sana o başarıyı vermez. Tablo ortada zaten. Lincon son gelmeden 28 yaşında en fazla kazandığı para 800 bin euro. Galatasaray’a geldiğinde 3,5 milyon euro kontrata geliyor. O kontrat üzerinden kim ne kazandı, ne oldu bilinmiyor. 800 bin euroya oynayan adama bir yerde 1,5 milyon euroya gel desen, adam havada atlayacak. Belki, ama 3,5 milyon euroya getiriyorsun. Bu ne demek biliyor musun? Başka şeyler var demek ve giderken 15 milyon euro zarar ettirdiği, giderken de bayram ettik, gönderebildik diye. Lincon iyi bir futbolcu, ama gördü buradaki yapıyı. Herkes üstüne titriyor. Tribünlere ellerini kollarını sallıyor, seviyorlar. Resmen ne yapıyor adam, formayı öpüyor filan... Ben de öperim o formayı, ben 3 yaşımdan beri Galatasaray’ı tutuyorum, seviyorum ve onun aldığının onda birini alıyorum. Daha fazla mücadele ediyorum. Bunu anlatan bir kesim olmayacak, yönetici bunu söylemeyecek. Neden? Lincon zaten gidecek, ama ben bu ülkede kalıacağım. Beni överse, ben yarın onun üstüne çıkarım diye korkuyor, ama yapamaz bunu bana veya Arda'ya. Meselâ bunu değiştiremediğimiz müddetce ülkemizin itibarı kadar parası da gider. Bu yönetici tiplerini değiştirmediğimiz müddetçe, kulübü kendi evleri, bahçeleri gördükleri müddetçe hiç bir yere varamayız. Geçici başarılar kazanırız, insanları kandırırız, çeker, gideriz.

Tugay Kerimoğlu’nun Galatasaray’a geri

dönmesini nasıl buluyorsun?

Olumlu bir adım. Takım arkadaşım. İngiltere tercübesi yaşamış. Oradan modeller getirebilecek. Eğer uygulamada zorluklar çekmezse, istediklerini yaptırma şansı olursa, iyi bir model, ama oradan yetiştirilenlerin ne kadar şan bulacağına bağlı. Tugay’ın futbol bilgisine güveniyorum. Baktığı zaman futbolcudan anlar. Örnek model olup olmaması konusunda orada iyi eğitilmesi lâzım oyuncuların. Galatasaray’ın en son şampiyon olduğu zamanlarda, küme düşmemeye oynar denebilecek kadrolarla, paf takım oyuncularıyla şampiyon oldular. Bu bir hava, motivasyon meselesi. Oradaki oyunculara kullanacağınız kelimeleri bilme meselesi. Çünkü yabancıyı belli bir ruha, belli bir deplasmana adapte edemezsiniz, ama yerli burda yaşadığı için, bu kültürü bildiği için, sahada ufak bir kıvılcım bulabilirsiniz. Soyunma odasında konuşabilirsiniz veya kızdırabilirsiniz. Ama yabancı oyuncu iki sene oynayacağım, gideceğim dediği anda iş biter. Zaten kendisi sahada kötü olduğu zaman bu durum takımı da etkiler. Ben oynuyorum, o kadar iş yapıyorum, ama bu adam benden fazla kazanıyor, çıksın oynasın diye düşünülür. Bu bir huzursuzluktur. Yöneticiler bunu iyi etüt edemedikleri için, aslına bakarsınız, takımlarına bence—artık bundan sonra bunu söyleyemek zorundayız—bilerek kötülük ediyorlar. Ben önceden bunu düşünemezlerdi diyordum. Şimdi herşey ortada, söylüyoruz, anlatıyoruz, ama demek ki düşündükleri, yaptıkları hesaplarla başka şeyler dönüyor .

Şampiyonluk dışındaki dereceler sizin için

başarısızlık mı?

Değil. Sizin hiç yapılanmanız olmazsa, ondan sonraki süreçte başarıların devamı gelmez ki... UEFA Kupasını almadan önce, 4 sene üst üstte Galatasaray şampiyon oldu. Bu şarkılara konu oldu. Fatih Terim zamanında çok iyi yapılandık ve takımın iskeleti de çok iyiydi. Hakan, Okan, Hasan Şaş, Tugay bu oyuncularla sahada bir araya geldiği zaman, bir Hagi, bir Popescu’yu idare eder, ama şimdiki 8-9 oyuncu Hagi ve Popescu duygusunda olunca, 2-3 kişi sahada mücadele ediyor. Ötekilere müdahale edemez. Sen yapılanıyorsun, ama mantığın öyle işlemiyor. Başka hesapların var senin, bol bol transfer yapayım. Alayım, alayım, Riva var, o var, bu var. Bu projem orada, bunu öderiz. Şurada bunu öderiz. Borçlandırıyorsun, insanları kandırıyorsun sonuçta... Bunu da yapacak gücü var. Hiçbir şey yok, elde var sıfır. Galatasaray’ın şampiyonluk şansı doğru yöneltildiğinde var. Doğru modeller belirlendiği takdirde var. Aynı hamam, aynı tas her sene devam ederse, yine zirvede olur belki... Tesadüfen şampiyon olur belki... Bir seçim daha kazanır belki... Ondan sonra yine düşer. Bugün Galatasaray'ın şampiyonluğunu en çok isteyen kişiyim. Benim için olmasını istediğim bir şeydir, ama gördüğüm şey değildir. Duygusal konuşamam, öyle konuşmayınca da insanlar Galatasaray’ı sevmiyor diyorlar. Hayır, konuşabilmek Galatasaray’ı sevmektir. Onun içinden gelen biri olarak, başkası konuşamaz benim kadar. Herkes onun içini bilemez. Ben orada kimin ne yapmak istediğini, konuşmalarını hareketlerinden transferlerinden anlarım.

Medyadan bu kadar konu açılmışken Yeni Asya Gazetesi hakkında neler düşünüyorsunuz?

Ben, sizin gazetenizin, hissedebilirlik düşüncemde, çok büyük ağırlığı olduğunu düşünüyorum. Ne yaptığınıza bağlı; büyüklüğünüz, hedefinize, idealinize bağlı, ülke sevdanıza bağlı, çünkü Türkiye’de geçmişten bu yana bazı değerleri ele geçirmiş insanların yapmak istedikleri şeyler çok hayırlı şeyler değil. Hayırlı bir şey yapmaya çalışıyorsanız, doğru şeyler yapıyorsanız bulunduğunuz yer nispetinde ağırsınız ve büyüksünüz demektir. Ben meselâ, kendime ufak birşey yaptığımda, onun hayır tarafına baktığımda kendimi çok büyük görüyorum. O bana ayrı bir haz veriyor. En azından yaptığım şey belli. Ortada hak, hukuk meselesi varsa, o bu kadar sattı da, bu kadar para kazandı, bu kadar potansiyeli vardı da büyüklük böyle değerlerde değil. Büyüklük, ne yapmak istediğinizde, o manevî değerlerle ne yapmak istediğinizi bilmekte. Emin olmakta, belki bir çoğuna göre yanlış bile olsa, durduğunuz yerin her zaman o yerde durmanızda, hani tek duruşunuz olsun. Zaman zaman okuyorum gazetenizi, ama normalde ben gazete fazla okumuyorum. Neden? Çünkü inanın, o kadar büyük fikir kirliliği var ki, bakıp da benden alıyor demesinler diye.

SON

GÜVEN ARDAHAN [email protected]

05.08.2010

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Röportaj

  (04.08.2010) - Futbola hizmet etmek istiyorum

  (01.08.2010) - Örtü kadının haremidir

  (27.07.2010) - Paket, gedik açsa da vesayeti kaldırmıyor

  (26.07.2010) - Risale-i Nur gençliğin manevî muhafızı

  (25.07.2010) - Terörü DP bitirmişti, yine o bitirir

  (22.07.2010) - Çocuklar, uçurtma sayesinde tabiatla buluşuyor

  (20.07.2010) - MÜFTÜ SÜLEYMAN KÜÇÜK: HAFIZLIK EĞİTİMİNDE SIKINTI VAR

  (19.07.2010) - Reformları yavaşlatmak darbecilere cesaret verdi

  (12.07.2010) - Millî Şef döneminde birçok aile göç etti

  (08.07.2010) - Yeni Asya arşivi burada saklı


Son Dakika Haberleri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.