05 Ağustos 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Basından Seçmeler

YAŞ KRİZİNİN ALTINDA DA SİSTEM KRİZİ YATIYOR

YAŞ'taki komutan atamaları krize dönüşürken, sorunun kökünün derinlere uzandığını vurgulayan uzmanlar, Genelkurmay'a ve komutanlıklara şu veya bu ismin atanmasıyla aşılması mümkün olmayan bir sistem ve yapı probleminin söz konusu olduğuna ve bu yapının yasal düzenlemelerle bir an önce düzeltilmesi gerektiğine dikkat çekiyorlar.

SİVİL DENETİM OLMADAN VE KÜÇÜLTMEDEN OLMAZ

Lale Kemal: “TSK'nın çağdaş bir ordu haline getirilmesi için gerekli olan pek çok yasal düzenleme henüz yapılabilmiş değil. TSK'yı diğer NATO üyesi ülkelerin orduları gibi demokratik sivil denetime tâbi kılmadan ve küçültmeden, başına kim gelirse gelsin, değişen birşey olmayacak. Dolayısıyla iş, parlamento ve hükümete düşüyor.”

KÖKLÜ BİR YENİDEN YAPILANMA SÜRECİ ŞART

Avni Özgürel: “TSK askerî eğitim veren okullardan başlayarak, tayin/terfi sistemine; birliklerin büyüklüklerinden bina, hizmet, araç-gereç, silâh, mühimmat alım satım işlemlerinde izlenecek esaslara varana kadar; daha önemlisi hakim zihniyet değişimi anlamında köklü bir yeniden yapılanma sürecinin eşiğinde.”

Ha Koşaner, ha bir başkası

DAHA Ergenekon soruşturmaları başlamamıştı. Ankara’da biraraya geldiğim bir Amerikalı diplomat, çoğunluğu mecburi askerlik hizmeti yapanlardan oluşan 1 milyon mevcutlu, 367 generalli NATO üyesi Türkiye’nin silahlı kuvvetlerinin, çağın gerisinde kaldığını söylüyordu. Ergenekon soruşturmaları başlasaydı herhalde çağın gerisinde tanımından çok daha ileriye gider, küçük dilini yutardı.

Takke çoktan düştü kel göründü sayın generaller... Sivil neferlerinizle birlikte ‘Ordu yıpratılıyor, ordu tasfiye ediliyor’ teranelerini artık kimse yutmuyor. Ordu zaten kendi kendini yıpratıyor ama ne yazık ki yurt savunmasında ciddi zafiyet anlamına gelen bu vahim duruma ‘Dur’ diyecek bir parlamento yok. Siyasi otorite tek başına, bu yıpranmışlığı topyekûn ortadan kaldıracak iradeye maalesef sahip değil. Kolay değil milletin sırtından elde edilen yılların alışkanlığı bir imtiyazlı sınıfın sonlanmasına karşı bir direniş var ortada.

Orgeneral İlker Başbuğ, darbe tertibi yaptıkları iddiasıyla mahkemeye sevk edilen muvazzaf ve emekli askerleri koruması ve böylece “Yargıya müdahale ettiğinin,” AB ilerleme raporlarında da tescil edilmiş olması nedeniyle ciddi şekilde yıprandı. Başbuğ hem kendisini hem de TSK’yı, hukuk dışı eylemlere karıştıklarından şüphelenilen mensuplarını koruduğu içindir ki yıpranarak ama görev süresini doldurarak emekli oluyor. Yerini, belli ki yıpranmasın diye sessizliğe büründürülen Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Işık Koşaner’e bırakıyor. 64 yaşındaki Koşaner, 67 yaşında emekli oluncaya değin 3 yıl süreyle Genelkurmay Başkanlığı görevini sürdürecek.

Koşaner son olarak iki yıl önce konuşmuş ve “TSK, ulus devlet, üniter devlet ve laik devletin korunmasında her zaman taraf olmuş ve olmaya devam edecektir” diyerek, ordunun, ülkenin tek gerçek sahibi olma iddiasını yinelemişti. 20 yıl önce Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle dünya ve Türkiye değişirken, ordumuz Orgeneral Koşaner’in de ima ettiği gibi değişime ayak diretecekti, diretiyor da.

Ancak Orgeneral Koşaner bu konuşmasının ardından sessizliğe büründü. Belli ki TSK kurumsal bir karar alarak, Koşaner’in son iki yılı sessiz sedasız geçirmesini ve böylece yıpranmadan Başbuğ’dan görevi devralmasına karar verdi. Kimi beklentilerin tersine Orgeneral Koşaner’in, yukarıda alıntı yaptığım iki yıl önceki açıklamasından da anlaşılacağı üzere mahkemelere intikal eden kimi hukuk dışı eylemlere katıldıklarından şüphelenilen özellikle generalleri “Koruma kollama” görevini sürdürmesi beklenmelidir. Sonuç olarak kendisi de TSK’yı siyasete bulaştıran ideolojik müfredattan geçmiş bir asker ve kurum içindeki mahalle baskısının etkisi altında kalmaması düşünülemez.

Ha diyeceksiniz ki Genelkurmay eski Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök de aynı eğitim sisteminden geçmiş olmasına karşın çağdaş orduların komutanlarının yaptığı gibi seçilmişlerden oluşan siyasi otoriteye başkaldırmadığı gibi bazı darbe planlarının gerçekleşmesini de önledi. Ama Özkök’ün izlediği çizgi münferit idi. Bu çizginin sürekli hale getirilmesidir aslolan. Diğer bir deyişle, parlamento, TSK’nın sivil demokratik denetim altına alınmasını sağlayacak yasal düzenlemeleri yapmazsa ordu, ister Koşaner gelsin ister bir başkası kendisini yıpratarak dolayısıyla Türkiye’yi de yıpratmaya devam edecek.

Doğru, 2003 ve 2004 yıllarında yapılan yasal düzenlemeler sonucu TSK’nın siyasetteki rolü biraz azaltılabildi. Ama bu önlemler yetersiz kaldı ki darbe tertiplerine karıştıklarından şüphelenilen askerler hukuka direnme cesaretini gösterebildikleri gibi Genelkurmay karargâhının desteğiyle son çıkartılan yakalama kararlarına direnebiliyorlar.

TSK’nın çağdaş bir ordu haline getirilmesi için gerekli olan pek çok yasal düzenleme henüz yapılabilmiş değil. TSK’nın askeri harcamalarını Parlamento adına denetleyecek Sayıştay yasa tasarısı henüz çıkmadı. Genelkurmay Başkanı bırakın Milli Savunma Bakanı’na bağlı olmayı Başbakana bile bağlı değil yalnızca sorumlu. Böylece özerk ve denetimsiz kalmayı sürdürebiliyor.

TSK’yı diğer NATO üyesi ülkelerin orduları gibi demokratik sivil denetime tabi kılmadan ve küçültmeden, başına kim gelirse gelsin değişen bir şey olmayacak.

Dolayısıyla iş, parlamento ve hükümete düşüyor.

YAŞ’ta yetki siyasi iradenin...

Bir askeri kaynağımın, YAŞ toplantısı nedeniyle dikkat çektiği ve atamalarda yetkinin bütünüyle sivil iradede olduğuna dair değerlendirmesini aşağıda sizinle paylaşıyorum;

YAŞ’ın atamalar konusunda hiçbir yetkisi yoktur. Yetki tamamen aşağıda belirtildiği üzere siyasi iradenindir; Genelkurmay Başkanlığı makamına kimin ve nasıl atanacağı 926 sayılı TSK Personel Kanununun 49’ncu maddesinin (h) fıkrasında açıklanmıştır. İki şartı vardır:

1- Orgeneral veya oramiral olmak.

2- Kara, deniz veya hava kuvvetlerinden birinde komutanlık yapmış olmak.

Bu şartları sağlayan herhangi birini bakanlar kurulu teklif eder, cumhurbaşkanı da onaylarsa atama gerçekleşir. Yani bakanlar kurulu isterse deniz ya da hava kuvvetleri komutanını dahi teklif eder, cumhurbaşkanı onaylarsa atanır.

Kuvvet Komutanlıklarına atamanın nasıl yapılacağı ise, “Subay ve Astsubay Atama Yönetmeliği”nin 13’ncü maddesinin c fıkrasında açıklanır.

Teklifi Genelkurmay Başkanı yapar, bakanın bu teklif üzerine inha etmesi (yani genelkurmay başkanının teklif ettiği kişiyi bu göreve layık görmesi) ve atama kararnamesi hazırlaması, bu kararnamenin başbakanca da uygun görülüp imzalanması ve en son Cumhurbaşkanının onaylaması gerekir. Yani YAŞ’ın kuvvet komutanlığı atamalarında da bir yetkisi yoktur.

Aynı maddenin (ç) fıkrasına göre Jandarma genel komutanı için de aynı süreç işler, ancak inha ve kararname hazırlama yetkisi İçişleri Bakanı’nındır. Yani Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları atamaları tamamen siyasi iradenin yetki ve takdirindedir. General ve Amirallerin hangi görevlere nasıl atanacağı da tamamen siyasi iradenin tekelindedir. Bu konuda pazarlık olmaz. [email protected]

Lale Kemal / Taraf, 4.8.2010

*****************

Orduyu konuşma zamanı...

YÜKSEK sesle dillendirilmese de, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin askeri eğitim veren okullardan başlayarak, tayin/terfi sistemine; birliklerin büyüklüklerinden, bina, hizmet, araç-gereç, silah, mühimmat alım satım işlemlerinde izlenecek esaslara varana kadar; ama hepsinden daha önemli olarak, silahlı kuvvetlere hâkim zihniyet ve ABD’nin Irak harekâtı sonrası bölgesel gelişmeler ve PKK eylemlerindeki mahiyet farklılaşmasıyla ortaya çıkan yeni duruma uyarlanması kaçınılmaz hale gelen, iç güvenlik- dış tehdit algısı doğrultusunda, değişimi hedef alan köklü bir yeniden yapılanma sürecinin eşiğinde olduğunu söyleyebiliriz.

Zaruretin Genelkurmay karargâhı katında kabul gördüğünü ancak kuvvet komutanlıkları katında zaman içinde etkisi azalıyor olsa da dirençle karşılandığını düşünmek için yeterli işaret var.

(...)

Halen görev yapan 367 generalle dünya orduları içinde en fazla sayıda yüksek rütbeli subaya sahip ordulardan biri olmanın TSK’ni hantallaştırıp hantallaştırmadığından başlayan, tayin ve terfi sisteminin ‘teamüller’ sözcüğünde özetlenen başta kıdem ve kadro sınırlamaları olmak üzere kimi zaman ordunun hizmetine ihtiyaç duyduğu üstün yetenekli personelin emekli edilmesine sebep olan YAŞ puanlamasına dayanması usulünü sürdürmekte fayda olup olmadığına kadar uzanan bir dizi soru gündemdeki yerini koruyor..

Aynı şekilde çağın gelişen teknolojik imkanları ve istihbarat donanım ve kaynaklarının karar verme mekanizmasına hız kazandırması gerekirken; veri- bilgi değerlendirme yanında emir-kumanda zinciri içinde hareket etmeye riayet zaruretinin, Güneydoğu Anadolu gibi zor bir coğrafyada terör saldırısına maruz askeri, ihanet kuşkusuna kadar uzanan yanlış anlamalara sebebiyet verecek derecede sıkıntıya soktuğu da gözardı edilemez...

Ordunun Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasal ortam ve toplumsal ayrışmadan etkilendiği sır değil. Mezhepçi unsurların 28 Şubat sürecinde yargı ve orduyu hedef aldığı, bunların TSK’de, Deniz Kuvvetleri’nden başlayarak kendi anlayış ve meşreplerini Atatürkçülük zarfı içinde komuta katına taşıyıp kısmen benimsetmeyi başardıkları da..

Cumhuriyete ilham veren düşünce ve yaşadığımız çağın insan hakları temelinde kazandırdığı demokratik değerler dışında bir ideolojiye kapalı olması gereken Silahlı Kuvvetler bünyesini söz konusu unsurlardan arındırması umulan yargılamaların devam ettiği süreçte oluşacak yeni Genelkurmay karargâh yapısının ve kuvvet komutanlıklarının sorumlulukları büyük, işleri kolay değil. Söylenebilecek olan; gelenek kavramının Türk ordusunun fazilet, feragat, cesaret ve disiplin anlayışı yanında marazi evhamlardan uzak, entelektüel derinlik, vizyon, strateji ve teknolojik bilgiyle güçlendirecek yeni bir yaklaşıma ihtiyaç olduğu.

Avni Özgürel / Radikal, 4.8.20

********

Org. Çetin Doğan senaryoyu Org. Yalman’dan sakladı mı?

DÖNEMİN Birinci Ordu Komutanı Orgeneral Çetin Doğan, 5-7 Mart 2003 Mart tarihlerinde gerçekleştirilen Plan Semineri-03’ün hazırlıkları sırasında, dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Aytaç Yalman’dan gelen “İç tehdide ilişkin senaryoları seminer planına dahil etmeyin” talimatını hasır altı mı etti?

Balyoz İddianamesi’nde yer alan bir askeri bilirkişi raporuna bakarsanız, bu sorunun yanıtı “evet”tir.

İddianamenin içindeki bilirkişi raporları arasında en çok dikkat çekenlerden biri, “Balyoz Darbe Planı” iddialarının geçen ocak ayında Taraf Gazetesi tarafından ortaya atılmasından sonra Birinci Ordu Komutanlığı Askeri Savcılığı’nın görevlendirdiği Kurmay Pilot Binbaşı Ahmet Erdoğan’ın kaleme aldığı 22 Şubat 2010 tarihli rapor.

Bu raporda, Balyoz savcılarının tezlerine güç veren bir dizi saptama ve gözlem yer alıyor.

KARA KUVVETLERİ:

İÇ TEHDİDİ GÖRÜŞMEYİN

Binbaşı Erdoğan, raporunda çok açık ifadelerle Plan Semineri-03’ün a) hazırlık ve planlama, b) uygulama ve c) değerlendirme ve tenkit safhalarında olmak üzere “bazı konularda sorunlar yaşandığını” belirtiyor. Rapora göre, sorunların kaynağında yatan mesele şudur:

Plan Semineri-03’ün konusu Yunanistan’dan kaynaklanan dış tehdit çerçevesinde hazırlanmış olan “Egemen Harekât Planı”dır. Birinci Ordu Komutanlığı, bu plana ek olarak doğrudan bölücülük ve irtica kategorilerindeki iç tehditlerin ele alındığı “Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryo” (OEYTS) çerçevesinde hazırlanan Alternatif Harekât Planları’nı da seminerde görüşmek ister. Komutanlık, 12 Aralık 2002 tarihinde KKK’lığına ve ilgili birliklere gönderdiği yazıyla, seminerde OEYTS’nin de kullanılacağını bildirir. Başında Orgeneral Aytaç Yalman’ın bulunduğu Kara Kuvvetleri Komutanlığı, 3 Ocak 2003 tarihinde bu yazıya yanıt verir ve “OEYTS’nin anılan plan seminerinde kullanılmamasını, sonradan belirlenecek bir tarihte yapılacak başka bir plan çalışmasında kullanılmasını” emreder.

Binbaşı Erdoğan, raporunda, “KKK’lığının (bunu) emretmesine rağmen, Birinci Ordu Komutanlığı’nın ve 52’nci Zırhlı Tümen Komutanlığı’nın 9 Ocak tarihinde yayınladıkları iki yazıdan OEYTS’yi kullanmaya devam ettiğinin anlaşıldığını” belirtiyor.

17 Ocak tarihinde Birinci Ordu Komutanlığı’nın seminer hazırlıklarına ilişkin brifingi Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Yalman’a takdim edilir. Binbaşı’nın saptamasına göre, bu takdimde 2003 plan semineri hakkında bilgi verilirken OEYTS’nin bu seminerde kullanılmasına ilişkin herhangi bir bilgi verilmemiştir.

BİLİRKİŞİ: SEMİNER

AMACINDAN UZAKLAŞTI

Rapordaki bir başka çarpıcı bölüm, Birinci Ordu’nun ast birliklere ve KKK’ya farklı seminer uygulama emirleri gönderdiğinin ileri sürülmesidir.

Raporda, “Seminerin Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın emrine muhalif olarak hazırlanan ve yayınlanan uygulama emrine göre 5-7 Mart 2003 tarihleri arasında icra edildiği anlaşılmıştır” deniliyor.

Binbaşı Erdoğan, “ast birliklerin alternatif harekât planlarına ait çalışmalara daha fazla ağırlık vermeleri nedeniyle plan tatbikatlarının ve ordu plan seminerinin başlangıçta konulan maksatlardan uzaklaştığı, seminer uygulama emri ile seminer sonuç raporunda yazılan maksatların bile tamamen farklı olduğu” kanaatine varıyor.

Seminer Sonuç Raporu’nda yer alan ve bütün çalışmanın vardığı noktayı gösteren şu bölümün de altını çizelim:

“Ordu plan semineri raporunda özetle; dış tehdidin bertaraf edilmesinin ancak ülke içerisinde sağlam ve sağlıklı devlet yapısı ile mümkün olabileceği, siyasal İslam’ın ülke kaderini bütünüyle ele geçirmek için kadrolaşmaya hız verdiği bir ortamda, Türkiye Cumhuriyeti devletine yönelik en büyük tehdidin siyasal İslam’dan kaynaklanan iç tehdit olacağı dikkate alınarak, iç tehdide yönelik plan ve eklerin mevcut bilgiler ile güncelleştirilmesini ve müteakip Ordu Plan seminerlerinde iç ve dış tehdidi kapsayan alternatif harekât planlarının incelenmesinin uygun olacağının değerlendirildiği tespit edilmiştir.”

Sedat Ergin / Hürriyet, 4.8.2010

05.08.2010

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Son Dakika Haberleri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.