BİR ÂYET, BİR YORUM - Yrd. Doç. Dr. Atİlla YARGICI |
Gerçek sefihler (akılsızlar) kimlerdir? “Onlara siz de insanların iman ettikleri gibi iman ediniz, denildiği vakit, ‘Biz hiç, sefihlerin (akılsız ve ahmak kişilerin) iman ettikleri gibi iman eder miyiz?’ derler. Biliniz ki akılsız ve ahmak olanlar yalnızca kendileridir, fakat bunu bilmezler.” (Bakara: 3/13)
Bu âyet insanların değer ölçülerinin zamanla nasıl tersyüz edildiğini gösteriyor. Peygamberimize (asm) iman edenlerin çoğunluğu fakirler, köleler idi. Bundaki sırrı anlamayan müşrikler, İslâma girenlerin kendi menfaatini bilemeyecek kadar sefih ve akılsız olduklarını ileri sürüyorlar. Halbuki onların ahmak diye alay ettikleri insanların bir kısmı daha dünyada iken cennetle müjdelenmiş, aşere-i mübeşşereden olmuştu. Bunu söyleyenlerin çoğu da zenginliğin kendilerini şımarttığı kimselerdi. Bunlar, varlıklarını kendilerinden, akıllarından, zekâlarından, bilgilerinden zanneden zavallılardı. Bu yüzden fakirlerin gittikleri bir yolun kötü olduğunu düşünüyorlardı. Halbuki durum düşündüklerinin tam tersi idi. Hz. Muhammed (asm) bile, “Ya Rabbi, beni fakir olarak yaşat, fakir ölerek öldür” diye duâ etmiştir. İslâmla şereflenen insanlar, zengin de olsalar fakir bir hayatı yaşamayı tercih ederler. Peygamberimiz (asm) ve onun ashabı öyle yapıyordu. Hz. Muhammed (asm) eline geçen parayı, malı elinde hiç tutmuyordu. Bir gece yanında kalsa o gece uykuları kaçıyordu. Ashab da mallarını Allah yolunda sarfetmeyi tercih ediyorlardı. Bu yüzden Peygamberimiz (asm), “El fakru fahrî” buyurmuştur. Fakirliğin kendisi için bir övünç kaynağı olduğunu söylemiştir. Bu malı, mülkü Allah sevgisinin önüne geçirmeme dersidir. Dünyaya, mala, mülke kalben bağlanmamadır. Bazılarının değer ölçüsü, sadece mal, mülk, para olunca başka insanları da aynı ölçüye göre değerlendiriyor. Günümüzde de etrafımıza baktığımızda, insanların zenginlere bakışı ile ortahallilere ve fakirlere bakışı çok farklıdır. Parası olan akıllı, zeki, hürmete değer, olmayan ise ahmak, arkadaşlık bile yapmaya değmeyen kimsedir. Halbuki rızık, Allah’ın takdirinde olan birşeydir. Allah insanları sınava tabi tutmak için bazen zengin eder, bazen de fakir eder. Bunun çok çalışmayla da ilgisi pek yoktur. Kimisi var ki, çok çalışır, az kazanır. Ama kimisi de vardır ki az çalışır, çok kazanır. Kimisi de haram yollardan kesesini doldurmayı tercih eder. Bunların hepsinin de hesabı sorulacaktır. Zenginlik insanları çoğu zaman şaşırtır, şımartır, Allah’tan uzaklaştırır. İnsanlar gaflette geçici dünyanın elemli lezzetlerine yönelirler. Sadece bu dünya için yaratılmış gibi dünyaya dalarlar. Günahlara dalmak ve ısrarcı olmak insanları zamanla dinden de uzaklaştırabilir, dinsiz de yapabilir. Çünkü işlediği bir günahın günah olmadığını söyleyen bir insan dinden çıkar. İşte dünyanın kısa, elemli lezzetlerine, zevklerine kendilerine kaptıran kişiler, iman yoluna dâvet edildiği zaman bu yaşayışlarını bırakmak istemediklerini söylemezler de, bu dinde olanlar fakir, fukara ahmak olduğunu iddiâ ederler. Çünkü onlara göre zengin olmayan ve bu hayatın lezzetlerini amaç edinmeyen, haram helâl ayrımı yapmayacak kadar özgür olmayan bir kimse ahmaktır, akılsızdır. Gününü gün etmeyen kişi delidir. Halbuki dine girseler, Allah’a ve ahirete iman olacak, ibadet olacak. Bunlar da ‘vur patlasın çal oynasın’ bir hayata engel. Onlar “Bir daha mı geleceğiz dünyaya?” diyerek, hayatı sadece bu dünya hayatı zannederek gaflet ile yaşamayı tercih ederler. Yani kırılacak bir şişe parçasına benzeyen dünyayı, ebedî bir elmas gibi ahirete tercih ederek, aslında Kur’ân’ın ifadesiyle kendi “sefih”liklerini, ahmaklıklarını ilân ediyorlar. Gerçek akılsız, geçici menfaat ile ebedî menfaati birbirinden ayırt edemeyen kimsedir. |
10.09.2009 |