KRİZANTEM |
Eyyûb Sultan’ı ziyaretimiz ve Eyyûb Sultan’ın bize ziyafeti - MEHTAP YILDIRIM Ramazan ayının başlamasıyla, bir rahmet kapısının daha eşiğinden adımımızı attık. Uzun zamandır nefsimizin tatmadığı açlık ve susuzluğu yeniden tattık. On bir ay boyunca oruç’a acıktık. Şimdi mide şekvâ etse de ruhumuz ve kalbimiz büyük bir ziyafetin içinde. Ramazanın ilk gününe, maneviyât büyüklerimizden Ebu Eyyub El-Ensârî yani halk tarafından yaygın bilinen adıyla Eyüp Sultan Hazretleri’nin kabrini ziyaret ile başladık. “O’nu feth eden kumandan, ne güzel kumandandır! Onu fetheden asker ne güzel askerdir!” hadis-i şerifine nâil olabilmek aşkı ile doksan yaşında surların dibinde şehit düşen Hz. Eyyub El-Ensârî’yi hayal ederek fatihalar okuduk. Hayalimiz biraz daha öncesine uzanmış, tarih sayfalarında Rasûlullah Aleyhisselâtü Vesselâm’ın Mekke’den Medine’ye hicret yolculuğunu haber alan Hâlid Bin Zeyd’i (Eyyub El-Ensâri) arıyordu. Simasını hayal edemesek de, onu heyecan ve telaş ile Efendimiz’in (asm) yolunu gözler bir halde buluyorduk. Yaşadığı heyecanı bir nebze olsun tadabiliyorduk. Bütün Müslümanlar Peygamber Efendimiz’i (asm) kendi evinde misafir etmek istedikleri için kapılarının önüne devenin seveceği yiyeceklerden koyuyorlardı. Fakat deve hiçbirine iltifat etmiyor, kapısının önünde yiyecek birşey olmayan Halid bin Zeyd’in kapısında çöküyordu. Bu hayal perdeleri arasında tekrar yaşadığımız ana döndüğümüzde güneş ufukta batmak üzere idi. Ve muazzam bir kalabalık iftarı bekliyordu. Eyyub Sultan Hazretlerinin misafirperverliğine ve cömertliğine yakışır çok büyük iftar sofraları hazırlanıyordu. Biz de o sofralardaki yerimizi aldık. Yüzlerce oruçlunun sofralarda iftar vaktini beklemesi, bize yeryüzünün nimetler sofrası olarak önümüze serildiğini ve bütün mü’minlerin bu davete iştirak ettiğini bir kez daha hatırlattı. Gerçekten göz kamaştırıcı ve ibretli bir manzaraydı. Bir tarafta sayıları o kalabalıktan kim bilir kaç bin defa fazla olan kabir ehli bulunmaktaydı. Bir tarafta ise o tarafa geçmek üzere sırasını bekleyen biz dünya misafirleri. Bu defa hayalimiz, onların da bir zamanlar bizim gibi dünya üzerinde yaşadıklarını, elli yıl sonra bu kalabalığın da büyük bir çoğunluğunun kabirlerde olacağı hakikatine uzandı. Yüzlerce kişi “Buyurunuz!” emrine amâde bekliyordu. Kimileri ellerini açmış duâ ediyor, kimileri ortalıkta koşturan çocuklarıyla ilgileniyor, kimileri de aralarında sohbet ediyordu. Biz de vaktimizi yanımızda bulunan Gençlik Rehberi’nden bir bölüm okuyarak değerlendirdik. “Allahu ekber, Allahu ekber” nidâsı gökyüzünde ve kulaklarımızda yankılanırken etrafa bir sükûnet hâkim oldu. Çıt çıkmıyordu. Az önce etrafta koşturan afacanlar bile büyük bir huşu ile Ezan-ı Muhammedî’yi dinliyorlardı. Martıların çığlıkları bile duyulmaz olmuştu. İftar duâsı ve besmele ile ilk yudumlar, ilk lokmalar ağızlara götürüldü. Tekrar bir hareketlilik başladı. Yemekten sonra hoparlörden okunan yemek duâsına yüzlerce kişinin avuç açıp “âmin” demesi de ayrı bir lezzetti. İlk kez o kadar büyük bir kalabalık ile aynı sofrada iftar açmanın süruru ile yerlerimizden kalkarken bize de umumî ve küllî bir şükür kapısı açılmıştı. Daha bu şükrü nasıl edâ edeceğimizi düşünürken yapılan anonsta caminin çeşmelerinden şerbet akıtıldığı ilânı ile hayretle birbirimize baktık. Bildiğimiz su akan çeşmelerden, kırmızı tatlı bir şerbet akıyor olduğunu görmesek ve tatmasak tam olarak anlayamayacaktık. Böylece Ramazan’ın ilk günü ve Eyyub Sultan ziyaretimiz damaklarımızda ve ruhumuzda unutamayacağımız bir tat bıraktı. |
29.08.2009 |