İNSAN nimet içinde nimeti vereni ve ihsanı görmesi gerekir. Böylece Allah’ın merhameti hissedilmiş olur. İnsan nimetten nimeti verene geçse, Mün’imi yani nimetin hakikî sahibini bulur. Hem her eser-i Samedânî yani her şey kendisine muhtaç olduğu halde kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah’ın eseri, bir mektup gibi bir Celâl sahibi zatın san'at eseri olduğunu ve esmâsının tecellisi olduğunu bildirir ve o mektuplar okunarak hakikî nimet sahibi bilinir ve tanınır.
İnsan masnûdaki ve nimetteki nakıştan o nimetin ifade ettiği mânâya geçse, o nimetteki ve masnuâttaki Esmâ tecellisi yoluyla Müsemmâyı yani isim sahibini bulur ve bulmalıdır.
Şu gelip geçici san'atlı varlıklar olan masnuât-ı faniyenin özünü, içini insan bulabilirse; onu elde edebilirse; mânâsız olan kışırını ve kabuğunu ve de sûretini acımadan ve değer vermeden fena seyline ve akışına atabilirse Rabbini bulur ve kalbinin, ruhunun arzularına çare bulur. Zaten fıtratının gereği de bunu yakalamak ve ebede namzet olduğunu bilmek, ona göre davranmaktır.
|