Rahmetli annem sahur yemeğine hazırlık için çok erkenden kalkardı. Çünkü, bizim evde normal bir sahur yemeği hazırlanmazdı. Babam, biraz titiz olduğundan artık eski Osmanlı düzeni; börek, çörek, çorba, pilâv, hoşaf vs. ile zengin bir sahur sofrası hazırlanırdı. Yani, aç kalma idmanı yapılmayıp, ne kadar tok olma ihtimali varsa o kullanılır, ibadet bir nev'î sahur festivaline dönerdi. (Tabiî yıllar sonra biz Risâle-i Nurlarla müşerref olunca “oruçtaki yeme-içme hikmetini” de öğrenmemizle birlikte gençliğimizde, biraz benim isteğimle, sahur yemekleri kahvaltı-çay şekline dönmüş; hem herkes rahatlamış, hem de rahmetli anam bana “Senin sayende böyle oldu oğlum” diye duâ etmeye başlamıştı.)
Ayrıca o zaman evlerimiz sobalı olduğundan, o kış Ramazanlarının gecelerinde, sahura kalkar kalkmaz, önce sobayı yakar, evi ısıtırdı. Sonra hazırlıklarını yapardı. Rahmetli annem bu işleri yaparken, bir taraftan da çocuklarının bakımları ile ilgilenirdi. Beş kardeştik, ikisi 3-4 ve 1-2 yaşlarında küçüktü.
Sahurda, bizim tenekeden davulun çalmasıyla herkes uyanır, babam yine Arap radyolarından Kur’ân yayınını açar, onu dinleyerek neş’eyle, sohbetle yemeğimizi yerdik. Diğer evlerin ışıkları da tek tek yanmaya başlardı. Hele komşu kadınların birbiriyle sahur muhabbeti de bir başka olurdu. Artık herkes yaptığı yemekten, bazıları kocasının huysuzluğundan, her şeyi beğenmediğinden bahseder (sanki mübarek adamlar ziyafete dâvetli gibiler), kimi de sahura kalkamadıkları günleri anlatırdı. Daha sonra hane halkı, müsaade isteyip evine çekilirdi.
Yemekler yendikten sonra, babam bizlere oruca niyetlenmeyi öğretir, sonra da biz yatardık. Babam biraz Kur’ân okur, annem sofrayı toplar, sabah namazını da kılarak yatarlardı.
|