Pazar sabahı bu yazı için laptopun önüne oturduğumda aklımda bir yazı konusu vardı; Fransa’da Sarkozy orduyu 21. yüzyıla yönelik tümüyle yeniden yapılandırıyor, asker sayısını azaltıyor, profesyonelliğe yönelik adımlar atılıyor, teknoloji odaklı bir sistem benimseniyor, bu konu medyada tüm açıklığıyla tartışılıyor, vs. ve bizler bu ve benzeri konularla hiç ilgilenmiyoruz.
Bendeniz de bu konuyu bugün sütunuma taşımak isterken televizyonda bir tartışma programına takılıyorum ve bu programda konuşulanlar, kullanılan bazı kelimeler, tanımlar beni kelimenin tam anlamıyla çileden çıkarıyor ve böylece yazının konusu da değişiyor; Fransa’da gerçekleştirilen silahlı kuvvetler reformu ve bize anlatması gerekenler başka bir yazıya kalıyor.
Pazar sabahı izlediğim televizyon programında tartışılan konular malum, programın odağında travma meselesi var ve bu kavram üzerinden Türkiye Cumhuriyeti’nin, ne demekse, rejimi ve kurucu felsefesi gündeme geliyor ve bu rejimin değiştirilemeyeceği konuşuluyor.
Bendeniz de uzunca bir süredir bu rejim ve kurucu felsefe kavramlarına çok takılıyorum, takılmaktan da öte, anladığımdan hiç hoşnut değilim; burada çok açık söylenmeyen şeyler var, ben de bu nedenden yazımın başlığına ‘çıkarın ağzınızdan şu baklayı’ ifadesini çekiyorum.
2008 Türkiye’sinde bir Anayasa var, bu Anayasa’dan büyük bir çoğunluk hoşnut değil ama en az tartışılan maddesi herhalde ikinci madde ve bu madde Cumhuriyet’in temel niteliklerini saptıyor ve Türkiye Cumhuriyeti’nin laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti olduğunu ifade ediyor; bu maddede ifadesini bulan laiklik, demokrasi ve hukuk devleti kavramları da ülkenin temel çatısını zaten oluşturuyor.
Bu laiklik, demokrasi ve hukuk devleti ilkelerini, kavramlarını da evrensel içeriklerinden saptırmadan, o yönde geliştirerek tartışabiliriz, tartışmalıyız ve hatta çok sevilmeyen bir ifadeyle de yeniden tanımlayabiliriz; önemli olan bu yeniden tanımlama işleminin her adımının evrensel tanımlara doğru bir yolculuk olması.
Anayasa’nın ikinci maddesi ve bu üç temel ilke, laiklik, demokrasi ve hukuk devleti orada dururken, tartışmalarda bu maddeye ve evrensel içeriklerine vurgu yaparak bu üç ilkeye gönderme yapmak yerine sürekli bir ne anlama geldiği, tanımı hiç ama hiç net olmayan rejim ve kurucu felsefe kavramlarına sığınmanın mantığını anlamakta zorlanıyorum, anladığımdan da, tekrar ediyorum, hiç hoşnut değilim.
Benim bu rejim kavramından anladığım ve hiç hoşnut olmadığım nokta bu manasız sözcükle ifade edilmek istenen şeyin bu üç temel ve belirleyici ilke yani demokrasi, laiklik ve hukuk devleti ilkeleri arasında demokrasi ve hukuk devleti ilkeleri aleyhine bir sapmaya her zaman hazır olunduğu.
Bu sapmanın yani alaturka bir laiklik ilkesi lehine demokrasi ve hukuk devleti ilkelerinden vazgeçebilmenin kurumsal biçimi de silahlı kuvvetlerin müdahalesi ve Anayasa’nın ikinci maddesindeki ilkelere eşit değerde referans yapma yerine rejim sözcüğünü tercih edenlerin muradı da zaten silahlı kuvvetleri siyasal sistemin bir organı olarak görmek; bu tutum gerçekten çağdaşlık adına utanç verici bir anlayışa tekabül ediyor.
Cumhuriyet’in kuruluşunda, kurucu kadrosunda silahlı kuvvetlerin özel bir öneminin olduğu herkesin malumu, bunun ne yadsınacak ne de hoşa gitmeyecek bir yanı var; ama 2008 senesine gelindiğinde demokrasi, laiklik ve hukuk devleti ilkelerine eşit ölçüde gönderme yapma yerine rejim sözcüğünü tercih edenlerin ağızlarındaki baklanın Cumhuriyet’in kurucu kurumu olduğu söylenen ordunun bugün de demokrasi ve hukuk devleti ilkeleri aleyhine devreye sokulma talebi olduğunu düşünüyorum.
Tartışmanın daha sağlıklı ve hatta daha dürüst bir platformda sürebilmesi için bu ‘rejimci’ arkadaşların muratlarını daha net ortaya koymaları önemli. İşin ilginç tarafı da rejim sözcüğünü dillerinden düşürmeyen arkadaşlar aynı zamanda çağdaşlık ve modernite kavramlarını da dillerinden düşürmüyorlar ama bugün dünyada ve bizde çağdaşlık yolu ne anlama geldiği belirsiz rejim kavramından değil demokrasi ve hukuk devletinden geçmektedir.
Çıkarın lütfen ağzınızdaki şu baklayı.
Star, 30 Haziran 2008
|