Bilmek gerekir: Merkeziyetçi yapıya sahip, devlet ile siyaset ilişkisini tamamen birincisinin egemenliğine bırakmış toplumlarda, hakimiyet ve iktidar kavgalarına ilişkin stratejiler, istemeyenleri yok etmeye, itibarsızlaştırmaya, genel olarak güvensizlik ve kaos yaratmaya yönelik “gayri meşru” araçlarla beslenir, bu araçlarla harekete geçer…
Bu, saray çatışması demektir…
Sarayda yaşanan kavgalar her zaman kötü kokular saçar…
Böyle anlarda psikolojik harekâtlar, istihbaratçı savaşları ayyuka çıkar, siyasetin ve aklın yerine geçer…
Toplumu siyasete, siyaseti devlete endeksleyen, siyasi alan kadar devlet alanını da zaafa düşüren tehlike büyür…
Bugün de öyle oluyor…
Son örnek “telekulak meselesi”…
Birileri diğerlerini dinliyor; dinlediklerini dışarı sızdırıyor; sızma sonucu mağdurun rakipleri hedef haline geliyor.
İddialar büyük:
CHP, yani dinlenen siyasi parti, AK Parti’yi, yani siyasi iktidarı kendisini yasa dışı yollardan ve içeriden izlemekle, gözaltına almakla suçluyor.
Siyasi iktidar ise İçişleri Bakanlığı çerçevesinde böyle bir dinleme yapılmadığını, hatta ortada (bir gazetedeki dökümü andıran haber dışında) delil bile olmadığını söyleyerek CHP’nin kendisini “ajan-parti” ilan etmesine büyük tepki gösteriyor…
Bir süre önce bir Anayasa Mahkemesi üyesi arabasının izlendiğini ve dinlendiği iddia etmişti.
Şimdi ise iki kişi arasında yapılmış bire bir konuşmalar ortalarda dolaşıyor.
Hava puslu…
Ortada kötü kokular var, endişeler var…
Belki delil yok ama muhtemelen dinleme de var…
İşi kimin yaptığı belli olmayan…
Bu tür olaylar benzer kriz dönemlerinde, saray kavgalarında her zaman olmuştur.
28 Şubat’ta Sarumsak adlı bir onbaşıya mal edilen Köstebek olayı, Genelkurmay ve İçişleri Bakanlığı arasında yaşanan büyük bir savaş unsurlarından birisiydi, örneğin.
Söyledik, saray kavgaları, “psikolojik harekat savaşları”dır, “istihbaratçı meydan muharebeleri”dir.
Ve ister iktidarda olsunlar, ister muhalefette hemen her zaman açıkta olan, çıplak kalan siyasi partilerdir.
Zira bu ülkede saray kavgalarında imkânlarıyla önde olan üç yapı bulunur:
MİT, Emniyet ve asker…
Siyasi iktidarlar, iktidar oldukları günden itibaren kendilerini bu tür kavgalar ya da kimi gayri meşru girişimler karşısında garantiye almak için bu yapılarla ilişkili politikalar ve duruşlar geliştirirler.
Asker ulaşamayacakları noktadır.
MİT, üzerinde her zaman çalıştıkları, güvenmek istedikleri ve müsteşar atamalarıyla bunu sağlamaya gayret ettikleri bir yapıdır. Ama bu konuda henüz başarılı olan, MİT’in kendisine has ve kendisi için çalışan ana mekanizmasına nüfuz edebilen iktidar olmamıştır. “Bilen MİT ve susan muğlak MİT” denklemi hemen hiç değişmemiştir.
Geriye sadece Emniyet kalır. Emniyet İstihbaratı siyasi iktidarların iktidar imkânlarıyla en yakın oldukları, en çok temas ettikleri yapıdır. Ne var ki, kriz günleri ve saray kavgalarında karşılarına her zaman birden çok emniyet çıkar…
Sonuçta “siyasi iktidarlar ve siyasi partiler için hakimiyet yoktur, tersine zorunlu bir teslimiyet vardır”…
Kanımız odur ki, bugün yaşanan çok farklı bir durum değildir…
Dinleme, istihbarat, köstebek, böcek derken yıpranan ve yıpratılan önce siyasi düzene yönelik güvendir, siyasi partilerdir, ardından ise hedef açık biçimde AK Parti’dir…
Korkumuz bunun devamının gelmesidir…
Zira kazan kaynıyor, kamuoyu yönlendirmeye açık bekliyor…
Çıkış önce zihinlerin direnmesidir.
Yeni Şafak, 30 Mayıs 2008
|