Önce dünyanın en önemli haber kanallarından Reuters’a konuştu. Ajansın 19 Mayıs’ta özel haber olarak duyurduğu ve Türkiye’de büyük yankı uyandıran haberde; “AK Parti’nin kapatılacağı, Başbakan Tayyip Erdoğan’a siyasi yasak geleceği, yeni parti hazırlıklarına başlandığı” güçlü bir iddia olarak aktarıldı.
Haberin bu kadar etkili olmasının tek sebebi vardı; açıklanmayan kaynağı.. Reuters, kaynağını açıklamadı ama bu kişinin “bir bakan” olduğunu duyurdu. Böyle bir dönemde, yargı süreci işlerken, Türkiye diken üstündeyken, siyasi krizin ekonomik krizi tetiklemesinden endişe edilirken ve en önemlisi Türkiye’nin bütün enerjisini tüketen iktidar çatışması zirvedeyken mağdur durumda olan bir partinin bir bakanı ya da “üst düzey yetkilisi” böyle bir açıklama yapabiliyordu.
Aynı haberde “üst düzey AK Partili”; “Türkiye’nin geleceği konusunda çok endişeliyim. Kaderimiz 11 yargıcın elinde. Parti içinde ruh hali çok karanlık. Güçlü 2 numaramız yok” diyordu. Ya Reuters yalan veya uyduruk bir kaynağa dayanıyor ya birileri Reuters’ı işletiyor ya da bunların hepsi gerçekti.
Böylesine hassas bir dönemde bomba etkisi yapan haber sonrası akıllarda bir dizi isim geçmedi değil. Zihinlerde bir çok senaryo üretildi. İhanet edenin kim olduğu öğrenilemedi. Kültür Bakanı Ertuğrul Günay “Ajansı yalanlamıyorum ancak böyle bir bakan olabileceğini düşünemiyorum” derken Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin açıklamayı yapanların açıklanmasını istiyordu.
“Hain” tespit edilemedi. Ama durmadı da. Reuters’tan sonra ABD basınına, The Washington Times’a konuştu. Cümleler aynıydı: “Türkiye’nin geleceği konusunda çok kaygılıyım. Kaderimiz 11 yargıcın elinde. Partide ruh hali çok kasvetli.” Gazete; “Konunun hassasiyeti nedeniyle adının açıklanmaması kaydıyla konuşan üst düzey AK Parti üyesi” diyordu. Gazete, Reuters’ın haberini kendi kaynağı gibi gösterip bir skandala imza atar mı, bilmiyoruz. Öyle değilse adamımız sırayla Batılı medya organlarını besliyor demektir.
Gizemli mi, boşboğaz birisi mi, hain mi yoksa üç yıldır belli merkezlerden yürütülen kampanyaya içeriden destek veren birisi mi onu da bilmiyoruz. Ancak bu boşboğazlıktan bir siyasi güç devşirmesinin imkansız olduğunu biliyoruz.
Ama aynı kişinin Washington Times’a konuşması üzerinde özellikle durmak lazım. Çünkü bu gazete, 2005 yılından bu yana, AK Parti yönetiminin tasfiyesi için, içerideki bazı çevrelerle birlikte yürütülen kampanyanın önemli adreslerinden biri. Krizin bugünkü noktaya gelmesinde önemli payları olduğunu düşünüyorum. İyi niyetli düşünüp, “aslında krizin nerelere geleceğini iyi okudular” demedim hiçbir zaman. “Batı’nın son şansı: Medeniyet savaşını kazanacak mıyız” isimli kitabında “İslamofaşizm” kavramını ilk kez kullanan (daha sonra George Bush kullanmaya başladı), AK Parti yönetimini bu sıfatla tanımlayan gazetenin editörü Tony Blankley kampanyanın öncülerinden biri.
Hudson senaryolarından Zeyno Baran’ın 2006’daki darbe tahminine, Türkiye kökenli “uzman”ların kehanetlerinden Michael Rubin’in iftira ve tahriklerine kadar üç yıldır bir senaryo uygulanıyor ve bizim gizemli “AK Partili üst düzey yetkili” şimdi onlara servis yapıyor. Ankara-Washington hattında kurulan darbe komitesine içerideki durumu bildiriyor.
Blankley, 2005 yılında Washington Times’ta çıkan “İslamcı Türkiye’ye hayır” yazısında Başbakan Erdoğan’a çok ağır iftiralar atmış, Türkiye’de İslamcı-faşist darbe senaryosu çizmişti.
Aynı çetenin tetikçilerinden Rubin’in “Türkiye’nin bir İslamcı Cumhurbaşkanı mı olacak” başlıklı, 2 Şubat 2007’de yayınlanan yazıda, Türkiye’nin 2001 krizinden daha beter bir krizi sürüklendiği iddia edilerek inanılması güç iddialara yer verildi. Mayıs 2005’te düzenledikleri “Turkey: The Rood to Sharia?” başlıklı sempozyumda; Türkiye’deki gidişatın durdurulması için ABD ve ordunun müdahalesi istendi. Aynı isimler, Türkiyeli uzmanlarıyla birlikte sahnedeydi. Onlara göre Türkiye artık “Hasta adam”dı ve Türkiye ile ABD arasındaki en büyük sorun Erdoğan”dı!
Irak’ı kan gölüne dönüştüren, Suriye’yi parçalamaya çalışan, Türkiye’de iç savaş tezgahlayan bu faşist grubun yürüttüğü kampanya ile Türkiye’deki gelişmelerin birbirine bu kadar paralel gelişmesini ibretle izliyoruz. Bir yıl önce, 2 Şubat tarihli “Türkiye’nin bir İslamcı Cumhurbaşkanı mı olacak?” başlıklı yazıdaki şu ifadeleri hatırlatayım: “Erdoğan uyarıldı. Dikkate almaması durumunda sokaklarda tanklar dolaşmayacak. Siyasal ve yargısal süreç işletilecek. Yine dikkate almazsa parti bölünecek.”
Bir yıl önce onlar senaryoyu böyle yazarken bazıları Washington’da onlarla kol kola dolaşıyordu. O zaman, neocon mabedlerde neofasişt grubun diliyle konuşanlar, bu çirkin kampanyaya karşı hiçbir şey yapmadı. Onların ayıbı ile bugün kendi partisine ihanet eden kişi veya kişilerin Reuters’a ya da Washington Times’e açıklama yapmaları arasında hiçbir fark yok. Aynı ihanetin halkaları olarak görmemek mümkün mü?
“Hangi AK Partili ihanet ediyor” sorusu bence çok daha önce sorulmalıydı…
Yeni Şafak, 28.5.2008
|