Son cübbeli bildiriler, başta bizatihi yargı adamlarının alışılmış saldırgan söylemleri olmak üzere her yönden tecavüze uğramış bulunan adalet duygumuza komaya soktu.
Üstüne de medya ikiye yarılarak bir kutbuyla alkış, öbür kutbuyla da yuhalama amigoluğu yapınca karamsarlık dayanılmaz boyutlara vardı. Bu şartlarda artık aklıselimden yana umutsuz olmamak için çok güçlü bir limana, yani hakiki imana sığınmaktan başka yapılacak iş kalmıyor.
Hakiki imanı da Hakk getire ki sığınasın! Böylesine karanlık ve havasız tünelden nasıl çıkacağız? İktidara ve muhalefete sunulacak hiçbir önerinin işe yaramayabileceğine ihtimal veremiyorum. Onlar zaten her şeyi herkesten iyi bildiklerinden emin bulundukları için dikkat bile lütfetmezler de, faraza tavsiyelere tılsım gibi sarılacakları tutsun, yine de—kendi adıma—geçerli bir çözüm geliştirmeyi başaramıyorum. Aciz kalmak suç değil ama mahcubum! Daha önce de değindiğim gibi; toplum hayatının sürdürülebilmesi için teneffüs edilecek havadan sonra ve içilecek sudan önce gelen ‘olmazsa olmaz’ ihtiyaç maddesi ‘hakiki yargı’ erkidir!
Maalesef bu erk, bizzat, çürümüş veya militanlaşmış yargıçların elleri, dilleri ve belleri ile hasebi-nesebi bozuk hale getirilmiştir. Bu, tuzun kokmasından feci bir durumdur. Gıda maddesini uzun süre saklayabilmek için tuza muhtacız. Bu geleceğe yönelik bir kaygıdır. Oysa soluk aldığımız her saniyeyi özgür ve korkusuz yaşayabilmek için hakiki yargı adamının mevcut bulunmasına ve düzene hâkim olabilmesine muhtacız. Bu ise bir sonraki saniye alınacak nefese kadar yaşayabilme kaygısıdır. Hakiki yargıç hemen şimdi lâzım!
Tuz ise sonraya kalabilir! Doğrusu cübbeli bildiriler hakkında söylenmesi gerekip de ihmal edilmiş lakırdı da yok... Bu kapkaranlık ve havasız tünelden çıkmak için Bahçeli tarafından çağrı yapılan Cumhurbaşkanı Gül’ün de geliştirebileceği bir katkı bulunduğuna ihtimal veremiyorum. Demokratik hukuk devletinde ‘olmasa da olur’ diyemeyeceğimiz, asla yok sayamayacağımız, yerine başka bir mekanizma geliştiremeyeceğimiz, arkasından dolanamayacağımız üst yargı kurumları tarafından, yargıçlığın en temel şartını inkâr eden tavır ve söylemler sergilenirse orada artık meşru bir siyasi hamle ihtimali kalmamıştır.
Yargıtay ve Danıştay’dan sonra—Allah saklasın—bir de Anayasa Mahkemesi benzer bildiri yayınlarsa, Türkiye’ye hiçbir düşmanın yapamayacağını kendi elimizle yapmış oluruz! Yargıtay ve Danıştay tarafından yayınlanan bildiriler ile yargıçlığın en temel şartının inkâr edildiği yolundaki iddiama gelince: Matematik kesinlikle kanıtlıyorum: Kendisini, hukuk düşmanları da dâhil her türlü suçlunun en nihai sığınağı olarak hissedemeyen ve bu hissedişin gerektirdiği gibi önyargısız davranamayan yargıç; yargının, adaletin ve hukuk devleti ülküsünün tasavvur edilebilecek en büyük düşmanıdır.
Şu anda hakemin hem düdük çalıp, hem de kalelerden birine gol atmaya çalıştığı vahim bir maç seyrediyoruz. Sahaya inmeyeceğiz elbette. Bu kapkaranlık ve havasız tünelde, canımızı yakmadan üstümüzdeki toprağı yaracak mucizevî bir deprem niyaz ediyoruz...
Bugün, 24.5.2008
|