İşte size bir haber: Adalet Bakanlığı, önde gelen 20 savcıyı, 301. madde hakkında AİHM’de bilgilendirme toplantısına göndermiştir. (Milliyet, 22 Ekim 2006)
Malum, fikir özgürlüğüyle ilgili 301. madde...
Bu haber de gösteriyor ki, hukuki terimlere Avrupa hukuku yönünde yeni yorumlar, yeni tanımlar getirmek gerekiyor!
Hepsinden önemlisi, Anayasamız, uluslararası anlaşmalara özel bir hukuki üstünlük vermiş, “temel hak ve özgürlüklere ilişkin” konularda milletlerarası anlaşmaların iç hukuktan üstün olduğunu belirtmiştir.
Bütün bunlar Türkiye’nin yüz elli yıldır evrensel hukuku benimseme ve “medeni âlem”de yer alma çabalarının bugünkü örnekleridir.
Âli Paşa da Paris Kongresi’ni dikkate alarak Islahat Fermanı’nı yayımlamış, İsmet Paşa ise yeni Türkiye’nin laik olacağını Ankara’dan önce Lozan’da açıklamıştı!
İDEOLOJİ FAKTÖRÜ
Çağımızda uluslararası ekonomi, diplomasi ve güvenlik ilişkilerinin çok daha gelişmiş olması, “evrensel normlara” uyumu büsbütün hayati hale getirmiştir. Ama yargı erki yorum yoluyla bu açılımı yapamadığı için, 301. maddeyi yasama erkinin değiştirmesi gerekmiştir!
Dahası, dava açma iznini ‘politikacı’ Adalet Bakanı’na vermekten başka çare bulunamamıştır!
Aynı şekilde, tahkim ve özelleştirme gibi konularda da yargı organları yanlış analojilerle kapitülasyon yakıştırmaları yaparak Türkiye’nin dışa açılma politikasını engellediği içindir ki, merhum Ecevit döneminde bunlar Anayasa’ya konulmuştur!
Danıştay’dan, “Kâr eden KİT’lerin özelleştirilmesinde kamu kararı yoktur” diye hem siyasete müdahale eden hem çağdaş ekonomik hayatın dinamizminden habersiz bir karar çıkabilmiştir!
Danıştay, “genel hizmetler sınıfından bir telefon memuresi”nin başını örtmesinin “boykot, işgal ve engelleme” gibi, kamu hizmetine zarar veren bir eylem olduğuna, bu sebeple kadıncağızın işten uyarısız atılmasına karar verebilmiştir! (8. Daire, 2000/4951)
Telefon memuresinin başını örtmesi kamu hizmetini nasıl engeller?! Kadıncağıza en azından bir uyarı cezası vermek, başını örtmekte direnirse o zaman çıkarttırmak daha insaflı olmaz mıydı?..
ÇAĞDAŞ TANIMLAR
Sorunun temelinde, yargı metinlerinde özelleştirmenin “Atatürkçü ekonomi”ye (ne demekse) aykırı olduğunu söyleyebilen ‘illiberal’ bir ideolojik algı vardır. Cumhuriyetin temel ve değişmez ilkelerinin “yeni tanımlamalara konu edilmesinin kaygı uyandırdığı”nı söyleyen yargı bildirileri, bu ideolojinin veciz bir özetidir.
Ama bu doğru bir bakış olsaydı, cumhuriyetimiz “parti devleti”nden “hukuk devleti”ne geçebilir miydi?! Laikliğin Jakoben ve illiberal tanımlarıyla din ve vicdan özgürlüklerini çağdaş evrensel hukuktaki tanımlarına göre gerçekleştirmek ve hatta Alevi sorununu çözmek mümkün olur mu?!
Cumhuriyet gazetesinde yazılar yazan yüksek yargıçların yazıları bu ideolojik algıyı açıkça ortaya koyuyor. Konuyu kişiselleştirmemek için örnekler vermiyorum.
Daha önemli bir gösterge, Anayasa Mahkemesi’nin evrensel hukuk uzmanlarıyla ve ‘yabancı’ yargıçlarla paneller düzenlemesine karşılık, Yargıtay ve Danıştay’da böyle bir faaliyet görülmemesidir.
İdeoloji faktörü yargının “tarafsızlığı”nı zedeliyor, gereksiz yere tartışmalara, gerilimlere yol açıyor.
Milliyet, 24.5.2008
|