Millet, egemenliğini nasıl kullanır? Bu ilginç bir meseledir.
Milyonlarca vatandaş yönetime katılarak egemen olduklarını gösteremeyeceklerine göre, ‘aracıya’ ihtiyaç vardır.
1924 Anayasası, bu aracıyı şöyle tanımlamıştı:
“Madde 3: Egemenlik kayıtsız şartsız Milletindir.
Madde 4: Türk milletini ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi temsil eder ve Millet adına egemenlik hakkını yalnız o kullanır.”
Dikkat ederseniz burada egemenliği kullanan bir tek kurum var: Meclis!
1950 ile 1960 arasında hükümet eden Demokrat Parti, bürokratik elitin çizdiği sınırların dışına çıkınca, önce darbe yapıldı, ardından yeni bir Anayasa (1961) hazırlandı.
Bakın “egemenlik kullanımı” bu kez nasıl bir hal almıştı:
“MADDE 4: Egemenlik kayıtsız şartsız Türk Milletinindir. Millet, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organlar eliyle kullanır.”
‘Halk-dostu’ olduğu iddia edilen 1961 Anayasası’nın yaptığı buydu işte: Millet egemenliğini, “yetkili organlar” gibi, sınırları muğlak bir kurumlar toplamı arasında paylaştırmak...
Niçin böyle yapıldığı gayet açıktı: Bir yandan sivil siyasetin gücünü kırarken, diğer yandan bürokrasinin nüfuz alanını artırmak!
Sonuçta ne oldu biliyor musunuz? Anayasa’da bir biçimde adı geçen hemen her devlet kurumu, görevini millet adına yaptığını iddia etti.
Bu tuhaflık 1982 Anayasası’ndan sonra da devam etti:
“MADDE 6: Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir.
Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır.”
Niye “yetkili organlar” gibi belirsiz bir tabirde ısrar edildi?
Çünkü amaç aynıydı: Siyaseti dar bir alana sıkıştırırken, bürokratik hâkimiyeti pekiştirmek.
Prof. Ergun Özbudun başkanlığındaki heyet, yeni bir anayasa önerisi hazırlarken, bu noktayı önemsedi ve ilgili maddeyi şöyle değiştirdi:
“Madde 5: Egemenlik kayıtsız şartsız Milletindir. Türk Milleti egemenliğini, Anayasa’nın koyduğu esaslara göre, yasama, yürütme ve yargı organları eliyle kullanır.”
Bu öneride “yetkili organlar” tabiri yerine “Yasama, Yürütme, Yargı” (yani: Meclis, Hükümet, Mahkemeler) gelmişti.
Ben bunu da yanlış buluyorum.
Çünkü: Milletle ilişkisi olan sadece ve sadece Meclis’tir. Yürütme yani Hükümet, Meclis’in bir fonksiyonudur. Hükümet gücünü Milletten değil, Meclis’ten alır.
Yargının ise Milletle hiçbir alakası yoktur. Yargıçlar, halk tarafından seçilerek değil, atanarak bir makama gelirler. Millete hesap vermezler.
Yargıcın, yargılama esnasında kullandığı tüm kanunları Meclis yapar. Yani Yargının iş görebilmesi için, ondan önce Meclis’in ve Anayasa’nın olması gerekir.
O halde doğrusu, tutarlısı 1924 Anayasası’ndaki ifadedir: “Türk milletini ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi temsil eder ve Millet adına egemenlik hakkını yalnız o kullanır.”
Dolayısıyla, 1982 Anayasası’nda yer alan, “Madde 9: Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır" ibaresini de kaldırmak ge-rekir.
Gündemdeki tartışmalara bakarsanız, bazı kurumların “Biz Millet adına yargılıyoruz” dediğini görürsünüz. Anayasa’ya göre haklılar elbette.
Halbuki atanarak iş başına gelen bu yargı mensupları, yetkilerini Milletten değil, Meclis’in hazırladığı ve gerektiğinde değiştirdiği Anayasa’dan alıyor. Nasıl olur da Millet adına yargılarlar?
Özetle: Bu teorik bir tartışma. Birçok kişi sıkıcı bulabilir. Ama güncel meselelerle çok ilişkili: Bugün Yargıtay ve Danıştay egemenlik mücadelesi vermiyor da, ne yapıyor?
Sabah, 24.5.2008
|