Bilim ve Araştırma faslı, İşletme ve Sanayi Politikası faslı, İstatistik faslı, Mali Kontrol faslı, Tüketici ve sağlığın korunması faslı, Trans Avrupa ağları faslı... Bunlar ne? AB ile 2005’den beri müzakereye başlayabildiği fasıllar.
Toplam müzakere edilecek fasıl ne kadar? Otuz beş.
* * *
Peki, bizimle birlikte AB ile müzakereye başlayan Hırvatistan’ın durumu ne?
Hırvatistan başbakanı bir hafta önce Brüksel’deydi.
AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso ile birlikte ortak bir basın toplantısı düzenlediler.
Barroso, Hırvatistan ile teknik müzakerelerin Kasım 2009’a kadar tamamlanacağını söyledi.
Ayrıca, Hırvatistan’ın kriterleri karşılayacağına güveninin tam olduğunu da belirtti.
Kısacası Hırvatistan 2010 yılında AB’nin muhtemelen 28. üyesi olacak.
* * *
Hırvatistan’ın AB ile sorunları yok mu?
Olmaz olur mu? Tonla...
Örneğin, Hırvatistan’ın kıyı şeridindeki avlanma bölgesi hem İtalya’yı hem de Slovenya’yı rahatsız ediyor. Hırvatistan da buna tepki gösterip, kendisine önerilen ekolojik bölge uygulamasını askıya almıştı.
Ama, bunlar kararlı bir siyasi irade sayesinde müzakerelerin önünü kesecek bir soruna dönüşmüyor.
Nitekim AB Komisyonu, Hırvatistan’la müzakereleri daha da hızlandırmak için önümüzdeki Kasım ayında yeni bir ilerleme raporu yayınlayacak.
Bu, yeni bir yol haritası anlamına geliyor.
* * *
Biz ise muhalif Avrupalı siyasetçiler yetmezmiş gibi kendi ayağımıza ateş ediyoruz.
Örneğin liman ve havaalanlarının Kıbrıs Cumhuriyetine kapatılmasından dolayı 8 dosyanın müzakeresi askıya alınmıştı.
Halbuki bu, genel seçimlere yaklaşırken siyasal milliyetçilik yarışına giren iktidarın biraz da zoraki çıkardığı bir krizdi.
Neden mi? Çünkü, limanlarımız ve hava alanlarımız Kıbrıs Cumhuriyeti’ne 98 yılına kadar açıktı.
Kim mi kapattı?
28 Şubat süreci...
AK Parti, bu politikayı devralmasa şimdi en azından müzakerelerin bu gereksiz sorunu aşılmış olacaktı.
* * *
Aslında söylemek istediğim şu:
Hırvatistan kadar bir iradeye sahip olsaydık, halkının yüzde 56 oy vererek desteklediği partileri kapatmaya çalışan bir devletimiz olmazdı..
Demokrasinin gereği etkin ve geçerli hale gelirdi...
Vatandaşlara karşı devlet korunmaz...
Devlete karşı vatandaş korunurdu...
AB süreci de bunun tavizsiz güvencesi olurdu.
* * *
Bakın, Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı Joost Lagendıjk, AK Parti’ye karşı açılan kapatma davasını dünkü yazısında şöyle eleştiriyordu: ‘Şu anda şahidi olduğumuz darbe, geleceğin getireceklerinden korkan umutsuz insanların bir eylemi. Devletin vatandaşlarına karşı korunması gerektiği fikrine dayanan mevcut anayasanın yerine yakında, vatandaşları devlete karşı koruyan sivil ve demokratik bir anayasanın konulacağını biliyorlar.
Bu girişim tarihi durdurmak yönündeki son gayret. Mevcut yüksek hákimler aynı kafa yapısını paylaştığından, bu gayret kısa vadede başarılı olabilir. Uzun vadede ise Türk halkı bu darbeyi destekleyen siyasetçi, asker ve hukukçuları cezalandıracağından, başarısızlığa uğrayacak.’
* * *
Cuma akşamüstü Ankara’da birden hortlayıveren tek parti rejimi zihniyetine karşı en büyük tepki dünyadan geldi.
(...)
Almanya’dan tutun da Baltık ülkelerine kadar bir çok başkent halk iradesine karşı, Lagendijk’in deyişiyle, bu garip darbeye isyan etti.
Çağdaş dünya, Ankara’daki tek parti zihniyetine karşı halk egemenliğini savunuyor. Demokrasiyi ‘koruma ve kollama’ görevi yapıyor.
Keşke biz de buna cevaben gerekli olan toplumsal ve siyasi iradeyi göstererek AB Müzakere Süreci’ni Hırvatistan düzeyine çıkarabilseydik.
O zaman Hırvat yargıçların aklına gelmeyen, Ankara’daki yargıçların da aklına gelmeyecekti.
Star, 20.3.2008
|