Türkiye’de 1980 darbesi ve 1982 Anayasası’yla bir “vesayet” rejimi kuruldu. Daha doğrusu, zaten yürürlükte olan vesayet sistemi daha da radikal hale getirildi.
Bu düzen, bürokrasinin siyasi hayat üzerindeki denetimini pekiştiriyordu. YÖK adı altında icat edilen bir “süper kurum” aracılığıyla üniversiteler birer yüksek liseye dönüştürülüyor, çok kritik ve stratejik iki yasayla, Siyasi Partiler Kanunu ve Seçim Kanunu’yla demokrasi ortadan kaldırılıyordu...
Recep Tayyip Erdoğan bu sistemin üzerine geldi oturdu.
Değiştirmeye gücü mü yetmedi, yoksa kurulu mekanizma “işine mi geldi” acaba?
Fakat bürokrasi de, “kendisi için dizayn etmiş olduğu” silahlar önce Özal’ın, sonra Gül ve Erdoğan’ın eline geçince, apıştı. Sonra da dellendi.
(...)
Şimdi Ankara’da gene büyük bir savaş yaşanmaktadır.
Bürokrasiyle halkın iki yüz yıllık zıtlaşmasında yeni bir perde açılmış, yeni bir adım atılmıştır. Fakat korkarım Erdoğan, 12 Eylül hukukunu, 12 Eylül “yapısını” değiştirmediği, kendine yontmaya kalktığı için pişman olmak üzeredir.
YÖK’ü yok etmek yerine kendi emelleri doğrultusuna çekmeye kalkıştığı için... Son derece sakat iki yasayı, Siyasi Partiler Kanunu’nu ve Seçim Kanunu’nu elinde güç olduğu halde tarihimizin çöp sepetine göndermediği için... Türban meselesini dar ufuklara tıktığı, şıpın işi oldu bittiye getirmeye kalktığı, yeni ve demokratik bir anayasa kapsamına sokup başka özgürlüklere bağlamadığı için...
Yenilirse, hatayı kendisinde de araması gerekecektir.
Bunu biz de söylüyoruz, her demokrat da söylüyor, Sami Selçuk da söylüyor.
Sabah, 20.3.2008
|