Beş sene oldu ve hâlâ öğrenemedik bir türlü. Her sene yıldönümünde Irak’ta nasıl bir felaket yaratıldığını görünce Churchill’i ve Filistin için kullandığı “cehennem felaketi” tabirini düşünüyorum.
Bu tür benzetmeleri daha önce de kullanmıştık ancak Dicle esintisi gibi bir anda kayboluvermişti. Irak bugün kana bulanmış durumda peki vicdani durumumuz ne durumda? Nasıl bir toplumsal sorgulama olacak. Yetersizliğimiz mi tek günahımız?
Bugün pek de faydalı bir tartışma içinde değiliz. Nerede hata yaptık? Dünyayı yönetenler kitle imha silahları konusunda yalanlar söylerken neden dünya ayaklanmadı, ya da Saddam’ın Osama bin Laden bağlantısı ve 11 Eylül olaylarında? Tüm bunların oluşuna nasıl oldu da izin verdik? Ve nasıl olur da savaş sonrası için bir plan yapamadık?
Evet, İngilizler Amerikalılara birşeyler anlatmaya çalıştı, Dowding Caddesindekiler şimdi bize diyorlar. Evet, ciddi olarak ve samimi olarak denedik bu yasadışı savaşa girişmeden önce. Bugün Irak savaşı konusunda geniş bir literatür var ve savaş sonrası için birtakım planlar söz konusu. Ama konu bu değil esasında. Irak konusundaki içler acısı durumumuz esasında çok daha geniş çaplı.
2003’te Bağdat’ta Filistin Oteli’nde bomba sesleri arasında uyuyamazken, o tehlikeli saatlerde kitaplar arasında geçişler yapardım karanlıktan gizlenmek için. Tolstoy’un Savaş ve Barış’ı çatışmanın nasıl duyarlılık, incelik ve korku ile tarif edildiğini hatırlatıyordu. Borodino savaş dosyasını şiddetle tavsiye ederim, ve yanında gazete kupürleriyle tabii. Bu dosyada Pat Buchanan’ın ilginç bir ifadesi var, beş ay önce yazılmış ancak hâlâ etkisini koruyan, tam bir tarihsel dürüstlük abidesi: “Pax Americana zirveye ulaşacak, ancak daha sonra med-cezirler, geri çekilmeler yaşanacak, İslam dünyası emperyal güçleri gerilla ve terörle kovacak.”
CHURCHİLL’DEN BUSH’A
İngilizleri Filistin ve Aden’den, Fransızları Cezayir’den, Rusları Afganistan’dan, Amerikalıları Somali ve Beyrut’tan, İsraillileri Lübnan’dan. Tarihten tek öğrendiğimiz, adeta tarihten bir türlü ders alamıyor oluşumuz. Peki nasıl oluyor? Kimse 1920’de Iraklıların İngiliz güçlerine olan başkaldırısını okumuyor mu, ya da Churchill’in ertesi sene haşin ve vahşi şekilde Irak’a yerleşişini.
Tarihsel radarlarımızda en varlıklı Romalı hükümdar olan Crassus’a bile rastlamıyoruz, hani Makedonya’yı fetihten sonra imparatorluk isteyen, görev tamamlandı nidaları atarak Mezopotamya’ya yola koyulan hükümdar. Bugün Iraklıların atası sayılan Parthianlar, Crassus’u Dicle kenarında yakalamış ve başını kesip içine altın doldurarak Roma’ya geri yollamıştı. Bugün olsa kesin videoya çekilirdi bu görüntüler. Antony Blair, kasaba avukatı, yalancılığından dolayı mahkemeye çıkarılmalı. Ya da hâlâ Arap-İsrail barışı için çalışmalı, çatışmaya yönelik daha çok faydası olsa da bugüne kadar. Ve bugün karşımızda savaş konusunda düşüncelerini değiştirmiş biri var. Tek sayfalık bir A4 kağıdında yaptı bunu hatta, ve önerdi ki göçmenleri test etmeliyiz İngiliz vatandaşlığı için. Evet katılıyorum, hatta sorular şu şekilde olmalı, hangi İngiliz general bir yalan uğruna 176 İngiliz askerin ölümüne yol açtı ve bu durumu nasıl kurtardılar? Bugün karşımızda duran esas büyük sorunlar, ister Irak diyelim ya da Afganistan, Amerikan ekonomisi ya da küresel ısınma olsun, ciddi siyasi zaman çizelgelerine göre değil, televizyon programlarına ve basın konferanslarına göre tartışılıyor adeta.
Irak’a ilk hava saldırısı Amerikan televizyonlarında tavan yaptı mı, işte esas konu bu. Sabah programları arasında Bağdat’taki Amerikan askerleri yer aldı mı? Elbette. Saddam’ın yakalanması Bush ve Blair tarafından simultane olarak basına yansıtıldı mı? Esasında tüm bunlar sorunun sadece bir parçası. Esas sorun Churchill ve Rooselvelt’in zamanında doğruları paylaşırken, artık bugün doğrulardan uzaklaşıyor olmamız. Neden Bush ya da Blair Iraklı direnişçilerin Batılı güçlere karşı koyduğunu açıkça söyleyemiyor.
Bugün tek bir Batılı lider bile gerçek bir savaş tecribesi yaşamış değil. Irak’ta Anglo-Amerikan işgali başladığında, en önemli Avrupalı karşı çıkan Chirac olmuştu, o da Cezayir çatışmasında yer alan birisiydi. Ya da Colin Powell, o da Vietnam tecrübesi yaşamıştı. İşte bugün garip olan, ne Cheney’nin ya da Bush’un, Rumsfeld ya da Wolfowitz’in bir silah ateşlenmesi bile görmemiş olmaları ve ülkerleri için savaşmamış olmaları. Filmler çatışma konusunda onlara deneyim kazandıran tek kaynak.
KAÇ İNSAN ÖLDÜ?
Beyaz Saray’a hitap eden çok film başlığı gördük son dönemlerde. Savaşın başından beri geçen beş senenin ardından artık geçerli bir toplantı, gözden geçirme yapmak mümkün, hatta 2. Dünya Savaşı ışığında. İstatistikler en değerli yardımcılarımız bu konuda, karanlık odada yolumuzu bulmak için. Öyle ki, toplam ölen Amerikalı asker sayısı (3978), 6 Haziran 1944’teki Normandiya’dan daha fazla (3384), ya da aynı sene Arnhem’de ölen İngiliz askerlerinin üç katı (1200). Irak’ta ölen İngiliz asker sayısı (176), 1944-45’teki Bulge savaşında ölen ölenlerle nerdeyse eşit. Yaralı Amerikan askeri sayısı 29365, 1944’e göre nerdeyse üç kat daha fazla, ya da toplam Kore’de yaralanan asker sayısının çeyreği nerdeyse. Evet, bir açıdan, tüm bunlar bizleri, acı gerçeklerin neden saklandığı konusunda bilgi veriyor, Buchanan’ın uyarısında olduğu gibi. İslam’ın vatanına ordularımızı sevkettik, İsrail’in desteğiyle, halbuki onların Irak konusundaki yanlış istihbaratı başkanlarımız tarafından yalanlanmıştı, yüzbinlerce Iraklı timsah gözyaşları içerinde ölürken.
Amerika’nın devasa askeri prestiji artık çok azaldı. Hatta, 11 ve 12. yüzyıldaki Haçlı Savaşları’nın tam 22 katı kadar askeri güç var bölgede. Ne yapıyoruz diye bir sormalıyız. Demokrasi için mi, petrol için mi oradayız? İsrail için mi? Kitle imha silahları için mi? Ya da İslam korkusu için mi? Ve kötü bir tahmin yapmak istiyorum. Afganistan ve Irak’ı kaybettiğimiz gibi, Pakistan’ı da kaybedeceğiz. Varlığımız, gücümüz, ve terörümüz evet terörümüz bizi uçuruma itiyor. Artık Müslüman dünyasını yalnız bırakmadan Ortadoğu’daki felaketi önleyemeyeceğimizi anlamamız gerekiyor. İslam ve terör arasında bir bağlantı yok. Ancak Müslüman topraklarını işgalle terör arasında bir bağlantı var. Ve de çok komplike bir denklem değil. Ve illa da bir toplumsal sorgulamaya gerek yok bunu doğru anlamak için.
The Independent, 19.3.2008
(Yeni Şafak, 20.3.2008, Çev. Evren Tok)
|