Başörtülü bir nineyi kalabalığın önüne çıkarıp alkışlarla başını açtıranlar, örtünen genç kızları notunu indirmekle tehdit edenler veya protesto için kara çarşaflara bürünüp ardından çarşafları yakanlar ne yapıyor?
Herhangi bir mesele -velev ki üniversitelerde eğitim hakkı olsun- bu şekilde nefret ve saldırganlık çoğaltılarak hakkaniyet ile ele alınabilir mi? Çarşaf yakanlar aslında bir bez parçasını değil, onu kullananı yaktıklarını görmüyorlar mı? Bilinçaltlarında çarşafı kişileştirdiklerinin farkında değiller mi? Başörtülü bir arkadaşım, doğduğundan beri yaşadığı Nişantaşı’ndaki bir spor salonundan geri çevrilişini, kafelerde insanların kendisine hakaret edişini, küçümseyerek bakışını anlatıyor. Bazı alışveriş merkezlerinde “burada ne işiniz var” diyerek aşağılanıyorlar. “Evinize hapsolun. İninizde, kovuğunuzda, çöplüğünüzde yaşayın. Burası bizim tariflerimize göre oluşturulmuş, bizim kriterlerimize göre belirlenmiş son derece steril ve seçkin bir kamusal alandır. Buraya gelmek istiyorsanız bizim gibi olmalısınız.” Kast ettikleri bu aslında.
İnsanlık tarihi, ayrımcılık sonucu yüz binlerce insanı küle çevirmiş ve küllerini nehirlerde yok etmeye kalkmış zorbaların tarihini de yazmadı mı? Irkçılıktan, cinsiyetçilikten, kan elitizminden, her çeşit tahakkümden halihazırda hepimiz muzdarip değil miyiz? Tehdit, şiddet ve öfkenin sembollerini kullanarak adaleti vicdanlarda hangi birimle ölçebilirsiniz ki?
Başı açık olduğu halde gizli ırkçı olan bir kadın yargıç veya gizli bir kadın düşmanı olan erkek hakim bugüne dek hep adaleti tesis edebilmiş midir mahkeme salonlarında bilinemez. Ama başı örtülü bir kadının ‘örümcek kafalı’ olduğu önkabulüyle yeryüzündeki bütün örtülü kadınların toptan beyninin yıkandığını haykıranların hakkaniyetli ve vicdanlı bir karar vermesi oldukça zor değil mi?
(...)
Örtünen kızları bir rejim tehdidi haline getiren, örtünme hakikatini siyasi bir kimliğe hapseden ve başörtülüleri tek ve yekpare bir bütünmüş gibi etiketleyen, onların karakterlerini, dünya görüşlerini, kader ve iradelerini tek bir sembole indirgeyen, onları nesneleştiren, aynılaştıran ve kişiliksizleştiren kim? Laik kesimin sadece kendilerini çağdaşlık mertebesine uygun gören üyeleri değil mi?
Kafalarındaki sembollerle ‘gerçeğin çoklu yüzü’nün çakışmadığını görüyorlar aslında. Panellerde, oturumlarda karşılarındaki başörtülü konukların entelektüel donanımını, haklı gerekçelerini, apaçık yüreğini görüyorlar. Ama vehimlerini yansıtacak sarih bir dil olmadığı ve olamayacağı için: Korku ve tehdit diline sığınıyorlar hemen.
Hep aynı refleksi verdiklerini görünce şaşırıyorum. Müstehzi bir sırıtış ve karşısındakinin sözünü kesmek. Anlıyorsunuz ki korkusu sahici olsa bu kadar cesurca tacizde bulunamaz. Onun korkusu geleceğe dair bir vehim çünkü. Yani psikolojinin ve patolojinin alanına giriyor. Örtüye karşı olan herkes, nasılsa kendiliğinden haklıdır diye inandığı için, örtülü kızların okuma hakkını engellemeyi adaletsizlik saymıyor. Böylesi ‘tektip haklıklar’ın prototipleri arttıkça gelmiyor mu zaten faşizm?
İçinizdeki evrenselliğe, yani belli bir iç özgürlüğüne ulaşmış olsaydınız: Özgür ve evrensel düşüncenin yeşereceği kapılarda bekleyen başörtülü kızların sizi tahakküm edeceğine, örteceğine, asimile edeceğine bu kadar kilitlenmekten utanmaz mıydınız? Bu kadar körleşir miydiniz şeytanlaştırdığınız kişilere karşı? Sırf siz korkuyorsunuz diye başkalarının varolma özgürlüğünü korkusuzca gasp ediyorsanız, bizzat kendi korkularınızın tutsağı değil misiniz?
Zaman, 12.2.2008
|