Cumhuriyet’in kurucu kadrosunda bir “Kürt endişesi” vardı. Osmanlı mirasını paylaşma hesabı yapan emperyalist güçler, Bulgarlar, Yunanlılar gibi Hristiyan Osmanlı tebaası yanında Arnavutlar ve Araplar gibi Müslüman kavimleri de kışkırtmışlar ve Osmanlı’yı parçalamışlardı.
Anadolu zor kurtulmuştu. Acaba Kürtler de böyle bir kışkırtmanın oyununa gelir ve Anadolu da parçalanır mıydı? Uzun süredir Kürtler’in üzerinde çalışıldığı da biliniyordu. Lozan’da, Kürtler’in “Azınlıklar” kapsamına sokulması için İngiliz temsilcileri öncülüğünde İtilaf devletleri temsilcileri Türk temsilci heyetine karşı büyük mücadele vermişlerdi. İngilizler’in bir “Kürt gündemi” vardı. İşte bu kaygı, Cumhuriyet’in kurucu kadrosu önüne bir “Kürt meselesi” koyuyordu. Varılan çözüm yolu ise “Kürtlerin Türkleştirilmesi” idi.
İsmet Paşa’nın 1935 tarihinde Doğu ve Güneydoğu’yu ziyaret sonrasında hazırladığı gizli “Kürt Raporu” devletin önüne böyle bir perspektifi koyuyordu. Şimdilerde Saygı Öztürk tarafından kitaplaştırılan raporda şu ifadeler yer alıyordu: “Türkler ile Kürtler aynı okulda okumalıdır. Bu, Kürtleri Türkleştirmek için etkili olacaktır.
“Diyarbakır, kuvvetli Türklük merkezi olmak için tedbirlerimizi kolaylıkla işletebileceğimiz bir olgunluktadır. “Düşman unsurlar içinde saldırgan olan teşkilat Kürt reisleri ve adamlarıdır. Fransız istihbarat subayları bunları çeteler halinde memleketimize saldırtmaya muktedirdirler. “Erzurum’un kalkınmasını az senelerde temin edebilirsek, kuzeyde hududa karşı, içeride Kürtlere karşı sağlam bir Türk merkezini kurmuş oluruz.
“Erzincan’ın Kürt merkezi olmasıyla, Kürdistan’ın meydana gelmesinden kaygılanmak yerindedir.” (Bu satırları Hasan Pulur’un 26 Aralık tarihli Milliyet’teki yazısından aldım. Daha önce bu raporu, Milliyet gazetesindeki yayınından okumuştum. Orada, ayrıca bölgede güçlü askeri yapıların oluşturulması ve böylece halka Ankara’nın gücüne dair psikolojik etkide bulunulması teklif edilmekteydi.) İfadeler gayet açıktır:
-Karma okullarda Kürtleri Türkleştirmek... -Diyarbakır’ı Türklük merkezi haline getirmek. -Erzurum’u kuzeyde hududa karşı, içeride Kürtler’e karşı Türklük merkezi halinde kurmak. -Erzincan’ın Kürt merkezi olmasını önlemek... Raporda bölgede Fransız istihbarat subaylarının çalışmasının ve “Kürdistan’ın meydana gelmesi kaygısı”nın da altı çiziliyor. Kaygı ve çare? Kaygıyı elbette önemsemek lazım, çünkü Osmanlı’dan sonra, Müslüman halklar üzerinde çalışarak Anadolu’yu da yutma hesapları güden bir emperyalist hesap söz konusu... Peki çare? Kürtleri Türkleştirmek bir çare mi?
Cumhuriyet döneminin böyle bir “proje”yi gerçek bir “çare” olarak gördüğü ve bunun ideolojisini - politikasını oluşturduğu bir vakıadır. Kısa süre önce “Paşaların itirafı” cümlesi içinde yer alan Em. Org. Aytaç Yalman’ın “Kürt deyince dağda yürürken kart kurt ses çıkaran Türkler’i anlıyorduk” sözleri, bu dönem politikalarının “Asker eğitimi”ne yansıyan bölümü olsa gerektir. Zaman zaman “Kürtler’in Türklüğü”nü ispat, zaman zaman “Kürtlerin Türkleştirilmesi” tarzında yürütülen politikaların etkisi ne olmuştur? Bugün gelinen sancılı yapının ortaya çıkması olmuştur. Etnik vurgu, karşıt etnik bilinci oluşturmuştur.
Ben buna, Türkiye’nin İtilaf devletlerinin Lozan’da savunduğu noktaya getirilmesi diyorum. Aslında etnik vurgu arttıkça, karşıt etnik bilincin bilenmesi kaçınılmazdı.
Ve aslında, mesela İsmet İnönü, Lozan’da, Türklerle Kürtler’in İslam ortak paydasında asırlar içinde kaynaştığı tezini kuvvetle işlemiş ve netice almıştı. Ama Cumhuriyet kurulurken İslam, kurucu kadroların gündeminde o etkinlik içinde mevcut değildi. Etnik bilinç öne çıkmıştı ve bana göre, ucu bugünkü sancılara kadar uzanan tarihi bir kırılma yaşanmıştı. Bugün her şeyi yeniden düşünme zamanındayız.
Bugün, 27 Aralık 2007
|