Son araştırmalara göre ülkemizde en büyük tehdit olarak misyonerlerin görüldüğü ortaya çıkmış. Hayatlarında bir misyonerle karşılaşmamış olduklarını söyleseler de onların tehdit oluşturduğu konusunda halkımızın pek az şüphesi var.
Bu topraklarda kendilerinden daha ‘yerli’ olan herkesi sırf farklı dinden diye ‘yabancı’ görmeye şartlanmış kişiler için artık bir rahibi, bir papazı bıçaklamak takınılması gereken yegâne tutum olarak meşrulaştırılıyor.
Daha ziyade ‘vatan elden gidiyor’ gibi yaklaşımlarla milli hassasiyetleri kışkırtılan gençler Hıristiyanları katlederek aslında emperyalizme ve Ortadoğu’yu yeniden şekillendirmek isteyenlere hizmet ettiklerinin farkında değiller. Onlar, kahraman olmak ve kendilerine bu yönde bir kimlik inşa etmek derdindeler. Bu yüzden de ülkenin çeşitli şehirlerinde bir avuç kalmış kiliselerde görev yapan rahipleri tehdit olarak algılamak suretiyle kendilerine bir kimlik bulmuş da oluyorlar kolay yoldan.
‘Peki sizin mümin kalbiniz böyle bir korkuya sahiden ev sahipliği yapabiliyorsa, İslam dininin ruhunu benimsemiş olduğunuzdan emin misiniz?’ Diye sormak yerine onları ‘dinci’ gençler olarak lanse ederek korku siyaseti üretenler ise her geçen gün artıyor. Bu korku: Bazılarının ‘üniversitede türban serbest bırakılırsa gelip hepimizi kapatacaklar’ korkusuna son derece benzeyen bir dille üretilmektedir. Kendi yarattığımız gerçeklere inanma kabiliyetimiz mümin kalbin ‘açıklığını’ tıkayan baş engellerden biri değil miydi gerçekte?
Ortadoğu’yu yeniden şekillendirmeye çalışan işgalci, sömürgen ve emperyalist zihniyet tarafından masa başında İslamofobi diye bir kavram üretildi 11 Eylül’den sonra. Bu kavramın içini sadece Amerika’nın yaratıp beslediği El Kaide gibi örgütlerin eylemleriyle doldurulamayacağı biliniyordu. İnsanların gündelik hayatlarında Müslümanların sırf örtünme biçimleriyle bile bir korku yaratmak gerekiyordu. Bu öyle bir hal aldı ki, Batı’da Müslümanlara potansiyel terörist olarak bakanların sayısı hızla artıyor.
Ortada dini imgeleri siyasi algıya indirgeyen ve bundan korku üreten son derece karanlık bir proje var. Özellikle Türkiye’nin AB üyeliğine aday olmasından rahatsız Batılılar için bu ülkede Hıristiyanların bıçaklanması, ensesinden vurulması veya kesilmesi İslam fobisiyle aynı pakete sokulmak suretiyle gündeme sık sık getiriliyor. Ve şu mealdeki sıralamalarla daha sık karşılaşıyoruz:
“Ramazan ayında oruç tutmayanların vurulması, yazarların rahiplerin saldırıya uğraması, Türkiye’deki din ayrımcılığının yayılması, sırf farklı dine mensup olduğu için dışlanan Yezidilerin yok olma aşamasına gelmesi...” Bu sıralamalar sonunda nasıl bir yargıya varılıyor? Tıpkı Osmanlı’nın dağılma sürecinde ortaya atılan ve bu topraklarda yaşayan halkların zaten bu dağılmaya müstahak olduklarını Batılı zihinlere kazımak isteyenlerin hazırlayıp sunduğu ‘barbar’ gibi nitelemeler yeniden ısıtılıyor.
Tıpkı bizde bir avuç kalmış Hıristiyanlara karşı olduğu gibi, Avrupa’da da yabancı düşmanlığı gitgide artarken, Almanya’da İngiltere’de göçmenlere karşı saldırganlık yayılırken, İtalya’da camiler yakılırken, Fransa’da Müslümanlar giderek varoşlarda dışlanırken Avrupalıların hepsini aynı kefeye koyarak ‘ırkçıdırlar, faşisttirler’ dersek medeniyetleri çatıştırmak isteyenlerin tuzağına düşmüş olmaz mıyız? Tıpkı rahip vuran gençler gibi?
Zaman, 25 Aralık 2007
|