Önceki gün bayram sofrasında tatlı tatlı konuşulurken konu yine siyasete kaydı. Masadaki dostlardan biri “gazete kültürü”ne dayalı savlarla Türkiye’nin nasıl hızla şeriat düzenine kaydığını, “türban kanıtı”nı da vurgulayarak anlatmaya başladı. Ona sosyoloji diye bir bilim dalının bulunduğunu ve türban dahil pek çok olgunun, tartışmalara konu olduğunu hatırlattım. Bu dönemde sade Türkiye’de değil dünyada da alt kimliklerin üste çıkmaya başladığını, örneğin bundan kısa süre önce konuşulması bile mümkün olmayan “Kürt kimliği”nin bile şimdi gündemden hiç düşmediğini söyledim.
Bu dost, eski söylemini sürdürdü.
AK Parti’nin AB üyeliğini yürekten istemediğini, sadece askeri darbeleri önlemek için AB’ye sarıldığını ileri sürdü.
Ben de “Eğer AB askeri darbeleri önleyecek bir imkansa buna sarılmakta yanlış olan nedir?” dedim ve sordum:
- İdam edilen Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan ve iki kez darbe ile devrilen Süleyman Demirel Türkiye’ye şeriat düzeni mi getirmeyi amaçlıyorlardı?
Hep aynı terane
Bu dost yine derin gazete kültürü ile bildiklerini sıraladı. İran’dan falan örnekler verdi.
Baktım iş uzayacak. Örneklerine Malezya’yı ve Fazıl Say’ı da katarak, ayaklı gazete rolünü sürdürecek.
Ona Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’ten dinlediğim bir “Sabır” öyküsünü anlattım.
Sivas’ın bir köyünde Eyüp isimli bir kişi varmış.
Bu Eyüp, köydeki evini büyütmek için kerpiç yapımına girişmiş. Yaptığı kerpiçleri kurumaları için tarlasına sermiş ve güneş beklemeye başlamış. Ancak güneş yerine bardaktan boşanırcasına yağan yağmur gelmiş. Eyüp’ün bütün kerpiçleri eriyip, yağmur suları ile akmış, gitmiş.
Eyüp yılmamış. Ertesi hafta yine kerpiçleri hazırlayıp, tarlasına sermiş. Ancak kısa süre sonra yine yağmur başlamış ve o yeni yapım kerpiçler de eriyip, toprağa karışmış.
Eyüp bu yağmur sağanağı ertesinde yine kollarını sıvayıp, yeni kerpiçler yapmış. Ama onları da bir yeni yağmur eritip bitirmiş.
Bunun üzerine Eyüp tarlada diz çöküp, ellerini göklere açmış,
- Allah’ım ben Sivaslı Eyüp kulunum. Sen galiba beni Hazreti Eyüp’le karıştırıyorsun, demiş.
Temcit pilavı bıktırdı
Bayram sofrasında kavurma yerine artık tiksinti veren temcit pilavı ile karşılaşmanın benim sabrımı zorladığını söyleyip, bu dosttan özür diledim ve tartışmayı kestim.
Herkeste “Eyüp sabrı”nın bulunacağını zannedenlerin, takılmış plak gibi tekrarladıkları klişeleri yenilemeleri gerekiyor.
Yurtta da, dünyada da irdelenip, anlaşılması gereken sayısız durumlar var.
Örneğin iç dinamikler mi (veya kişilikler mi), yoksa dış konjonktür mü (veya çevre mi), bireyleri ve toplumları etkileyip değiştiriyor?
Kısa süre önce içe dönük ve dış dünyaya düşman olan Çin, nasıl bir etkenle dünyaya açılıp, global rekabet ortamına ağırlık koydu. Çin Komünist Partisi eski kadroları ile yine var ve Çinliler de eski Çinliler.
Yahut sadece Türkiye’de kentlerdeki türbanlıların sayısı artmadı ki. İhracat da, ülke çapındaki sanayileşme de arttı.
Bizi kim değiştirdi
1960’lara kadar okullardaki “yerli malı haftaları”nda, öğrenciler kayısı, kuru fındık ve Antep fıstığı getirirlerdi sınıflarına. Bugün bir okul “yerli malı haftası” yapmaya kalkışsa her çeşit ürünün sergilendiği bir endüstri fuarı düzenlenmesi gerekir.
Türkiye aynı Türkiye, biz Türkler aynı Türkleriz. “Bürokratik oligarşi” eskiden de vardı, şimdi de var. Bizi ne değiştirdi ki, böyle dünyaya açıldık? Mantar gibi türeyen gökdelenler, dünyadaki örneklerinden farksız alışveriş merkezleri ve patlayan turizm, acaba türbanın bir yan ürünü mü?
Kısacası kendi halkını da, ülkesinin gerçeklerini de, dünyayı da tanımadan, sürekli aynı plağı döndürüp “Çok endişeliyim” diyen bozuk gramofonlar, insan aklına saygısızlık ediyorlar.
Neticede bütün Eyüpler Hazreti Eyüp değildir.
Posta, 25 Aralık 2007
|