Kemal Derviş’in Türkiye’ye geldiği ilk günü hatırlıyor musunuz, ağzından çıkan ilk cümle neydi; sürdürülebilir borç dinamiği...
Türkiye’nin kaderini daha doğrusu “çalışıp didinen ama bir yere gelemeyen Türk insanının hayatının” nedenlerine cevap veren en kısa cümle... Açılımı da çok basit: Ne olursa olsun; çalış, didin, borcunu öde ve asla “bu borcunu ödemek uğruna” varlığını ertelediğin bu yapının dışına çıkmayı düşünme!
Sevgili dostlar, bu satırlar sonrası Derviş’in kurduğu sistem içinde sıcak paranın rantının “en noktasını” test etmesi gerçeğine değinmek ve bu yapıyı “ekonomik mucize” diye satanlara, tespitler eşliğinde “bazı sorular” sormak istiyorum.
Tespit 1: 2001 Şubat krizi öncesinde “Merkez Bankası” tarafından kontrol edilen kur, Derviş sistemi içinde sıcak para tarafından kontrol edilir hale geldi. 2000-2001 arasında “kuru, Merkez Bankamıza kontrol ettirerek, kârını çoğaltan sıcak para”, 2001-2007 arasında kuru doğrudan etkilemeye başladı. Bu noktada soralım; “dünyada” Pakistan’ın bile “dolar bazında yüzde 6.5 ile borçlandığı bir yapıda hatta iki haneli borçlanmanın kalmadığı son 5 yılda, Türkiye nasıl oluyor da YTL bazında yüzde 16 üstünde, düşen kuru da dikkate alırsak, dolar bazında yıllık yüzde 30 üzerinde borçlandı? Bu gerçekten “ekonomik mucize mi?”
Tespit 2: “Sürdürülebilir borç dinamiği” Türkiye’nin “başına geçirilmiş” bir çuval ve içinde bulunduğumuz durum, daha doğrusu “sürdürme” adı altında ödediğimiz “faiz”, dünyada eşi benzeri olmayan ve “ne ülke riski, ne de başka bir finansal gerçekle” açıklanabilecek bir durum! Bu noktada soralım; bu “döngüyü” Türk Halkı “ne uğruna” sürdürüyor? 2004 yılında ödediğimiz bir yıllık faiz tam 52 milyar dolar veya 70 katrilyon. Konsolide bütçenin tam yarısı. Bir ülke düşünün insanları çalışıyor, çabalıyor daha yolun başında “bütçesinin yarısını” dünya genelindeki “5000’den az gerçek-tüzel kişiye” faiz diye aktarıyor. Esarete bakın!
Tespit 3: Bir ülkede “yerel para birimi üzerinden dünyanın en yüksek faizi ödeniyorsa ve o ülkede dolar kuru da aynı dönemde aşağı gidiyorsa”; orada sadece yerel para birimi cinsinden “yüksek” değil, dolar bazında “katlamalı” bir faiz ödeniyor demektir. Dışarıdan giren para yüzde 16-18 arasında “dünyada matematiksel benzeri” olmayan bir getiri elde ederken, düşen kurun yarattığı “kur farkı” ile bu getiri “inanılmaz” boyutlara ulaşır. İşte bu mekanizmanın adı “finansal terördür” ve “dağlardan” değil sizin “kurumlarınız” aracılığıyla “sıcak para diyarından” gelir. Bu noktada soralım; “sıcak paranın” kendi kârını katlamak adına yarattığı “bu dalgasızlık” durumu “ekonomik istikrar mıdır?”
Sonuç: Neresinden başlasam, nereye kadar yazsam bilemiyorum. Bir ekonomik “tetikçinin” Türkiye’ye gönderilmesi ile başlayan “döngü” içinde Türkiye, son 6 yıl içinde, tarihinde görmediği bir “finansal sömürüye” maruz kaldı. Bu sömürünün “gerektirdiği” kaynağı bulmak için bu ülke “Cumhuriyet tarihinin yarattığı bütün kamu değerlerini” satmak zorunda kaldı. İnsanlarımız yıllarca çalışıp ürettikleri katma değerin her sene yarısını daha yolun başında “bu tuzağı” kuranlara “faiz” adı altında aktardılar.
Son söz: “Sürdürülebilir borç dinamiği” ülkelerin “başına geçirilmiş” çuvaldır. Ülke halkları “çalışır, didinir” ve “kendine harcaması gereken kaynakları” bu sistemin kurucularına aktarır. Sürdürülebilir borç dinamiği içinde kalmak “varlığı” ertelemek ve “sadece aman sistem patlamasın” kaygısı içinde “sadece sahiplere hizmet” etmektir. Türkiye’nin bir an önce bu oyuna “dur” demesi ve geleceğini eline alması kaçınılmaz bir zorunluluktur.
Vatan, 16 Aralık 2007
|