Onlar ne de olsa “bizim çocuklar”. Vatanı kurtaramadılar; ama vatan onları kurtardı. Ne diyeceğiz? “Vatan sağ olsun” yerine “Onlar sağ olsun”. Peki vatan ne olacak? Hukukun olmadığı, hakkın teslim edilmediği, vatandaşının kendisini hukuk güvencesi altında hissetmediği bir vatanı nasıl koruyacağız?
Bırakın “bizim çocuklar”ı ortalığa doludizgin salmayı, her ferdinin başına bir silahlı görevli dikseniz, hukuk olmadan o vatanı, üzerinde yaşayan insanlarla birlikte tek parça halinde tutabilir misiniz?
Mevzubahis olan “bizim çocuklar” ise gerisi teferruat. Başta vatan, sonra devlet, sonra millet; hepsi birer teferruat. “Bizim çocuklar” olmadan vatan korunamayacağına göre, önce göz bebeğimiz olan “bizim çocuklar” korunacak.
Çaresiz “bizim çocukları” korumanın, vatanı korumaktan, devleti yaşatmaktan, milleti bir arada tutmaktan daha önemli olduğunu anlatacağız. Bizim adımıza, bizim hakkımızı hukukumuzu korumak adına iddiada bulunan bir savcının onurunu, “bizim çocuklar” için feda edeceğiz. “Bizim çocuklar”ı koruma görevinin hukukun üstünde olduğunu fark edemediği için onlara ceza veren ve bu büyük hataları yüzünden tenzil-i rütbe ile sağa sola sürülen yargıçları da bir hukuk kazasının kurbanları olarak hatırlayacağız.
Kamuoyuna yerleşmiş olan “suçüstü yakalandılar” kanaatimizi değiştireceğiz. Hatta daha ileri gidip vatanı korumak için “rutin dışı”na çıkmanın “bizim çocuklar”ın hakkı olduğuna inanacağız. Eğer kanunlar, “bizim çocuklar”ın usullerine göre vatanı korumaya engel ise çiğnenebileceğini bileceğiz. Kanunları çiğnenen ve çiğneyenlerin korunduğu bir vatanın vatandaşları olarak yaşamanın çarelerini arayacağız.
“Hakim teminatı” olmayan askerî mahkemenin verdiği kararın, sivil mahkemenin verdiği karardan üstün olduğuna ikna olacağız. Sivil Mahkeme’nin verdiği 39 yıl cezadan sonra, askerî mahkemenin bir celsede verdiği tahliye kararını “yerinde” bulacağız. Tahliye kararı veren mahkemenin yargıçlarının, davada adı geçen ve taraf olan komutana “bağımlı” olduğunu, iki mahkemenin kararını karşılaştırırken hesaba katmayacağız.
Davanın ilk açılmasından itibaren gözümüzün içine soka soka gelişen terslikleri normal karşılayacağız. İddianameyi hazırlayan savcının üzerinden buldozer gibi geçen ve bir hukuk adamını resmen yok eden tasarrufu haklı ve yerinde bulacağız. Mahkeme yargıçları üzerinde kurulan baskıları, görev değişikliklerini, tıpkı Şemdinli’de olanlar gibi “rutin dışı” görmeyeceğiz. Tanık ifadelerini, delilleri ve mahkemenin ulaştığı “kesin” sonucu “yanlış” bulacağız.
“Bizim çocukları” korumak ve kurtarmak için ortaya çıkan iradeyi, teşebbüs gücünü ve kararlılığı saygıyla karşılayacağız. Kendi mensuplarına sahip çıkan, “iyi çocuklar” kefaletinin arkasında duran “iyi çocuklar kurumu”nun güç gösterisini bağlılıklarımızı bildirerek izleyeceğiz. Ortaya çıkan sonucu “helal olsun” diyerek hep birlikte alkışlayacağız. O koskoca kurumun itibarına emir-komuta zinciri içinde verilen zarardan söz edenleri susturacağız.
Devletin hukukla var olduğunu, devletin saf hukuk olduğunu; ancak hukukla bir ülkenin birliğini bütünlüğünü koruyabileceğini unutacağız. Bir ülkeyi ordusunun, polisinin değil hukukun koruduğunu, güçlünün haklı olduğu bir vatanı kimsenin koruyamayacağını dikkate almayacağız.
Onlar “bizim çocuklar”. Onların ayrıcalıkları kanıtlandı. Kimin sözünün geçtiğini anladık. Bizim için yeterli.
Vatan mı? O zaten “bizim çocuklar”a ait. Yaşatmaya güçleri yetmese de batırmaya hakları var. Devlet ve millet ise vatandaş olarak bize lâzım.
Yıllar sonra “bizim çocuklar”dan biri çıkıp, son zamanlarda yaptıkları gibi “o iş bir hataydı” diyene kadar bekleyeceğiz. O güne kadar bize de içimizdeki Dadaloğlu’nu susturmak düşecek.
Zaman, 16 Aralık 2007
|