Körfez Krizi’nin ilk yıllarında rahmetli Özal Ortadoğu’da etkinlik politikaları arayışında iken “Salto atmak” başlıklı bir yazı yazmıştım. Salto, grekoromende zor bir oyundu. Rakibi kollarından kavrayıp omuz üstünden atmak için büyük güç gerekiyordu.
O gücü kullanamazsanız, kendi oyununuza gelmeniz ve alta düşmeniz mümkündü. Ben Özal’ı, “Ortadoğu’daki büyük oyunda böyle bir güç kullanabilecek miyiz, sakın kendi oyunumuza gelmeyelim”diye uyarmıştım.
Körfez krizinden bu yana yaşanan Irak oyununda oyuna geldiğimiz kaygısı şu anda yaygındır.
O zaman Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) veya Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi (GOKAP)nin adı da henüz konmamıştı.
11 Eylül 2003’ten beri bu projeler var, Türkiye bu projelerde eş - başkan rolünde, ama Türkiye bu projelerden kaygılı. Başbakan Erdoğan kaç defadır “Biz olmadan Ortadoğu’da herhangi bir şey yapılamaz” diyor. Yani bu coğrafyanın as oyuncusuyuz, demek istiyor. Tabii ki, “Kargadan korkan darı ekmemiş” yaklaşımı ile, risklere bakıp atalete sürüklenmek de doğru değil. riskleri görüp, aşabilmek marifet. Bu iktidarın altını çizdiği “Stratejik derinlik” böyle bir iddiayı getiriyor. Dış politika yönelişleri de bu iddia istikametinde oluşuyor. Bölgede gerek sayın Gül’ün Dışişleri Bakanlığı, gerekse Cumhurbaşkanlığı döneminde böyle bir stratejik açılımın taşlarını döşemeye çalıştığı bir vakıa. Başbakan’ın Uluslar arası temasları da bu hedefe yönelik. Ama acaba ne kadar başarı imkânı var?
Oynamaktan maksat ütmektir, denir. Oyun devam ediyor, ama acaba ütüyor muyuz, ütülüyor muyuz? Bir kere oyunda bir süper güçle yan yana düşmüşüz. Adı üstünde süper gücün projesinde eş- başkanız. Ve süper güçle birlikteliğin ayı ile aynı yatağa girmek anlamına geldiği özdeyişini biliyoruz. Bunun Ortadoğu için anlamı şu: Süper gücün bu coğrafyaya yönelik politikalarıyla ne kadar uyuşuyoruz? Burada problem olduğu açık:
-Bir ucu Irak’ta yaşanıyor. En yakıcısı Kuzey Irak’ta olmak üzere. Bush tarafından “Türkiye’nin düşmanı, Irak’ın düşmanı, Amerika’nın düşmanı” diye nitelenen bir örgüte karşı tavır bile güven verici nitelikte değil.
-Bir ucu Filistin meselesinde... Nerede duracak Türkiye? İsrail’le ilişkiler? El Fetih’le ilişkiler? Ankara’daki Peres - Abbas buluşmasındaki coşkulu görüntüler, Türkiye’yi Amerikan - İsrail yol haritasına doğru mu eğiyor? İsrail’le ilişkinin Amerika (Yahudi lobisi) boyutu hep denklemin bir yanında ağırlık taşıyor. Hamas’ı dışlıyor muyuz?
-Süper Güç, İran ile problemli. Hatta İran’ı vurma hesabı hep servise hazır. Türkiye - İran - Amerika ilişkileri nereye doğru evrilecek? Irak batağı Türkiye’ye bir bedel ödetme riskini oluşturdu. Muhtemel bir İran batağı ne yapacak? Öyle bir kaygan zemin söz konusu ki, kendisi nükleer silahlara sahip olan İsrail’in devlet başkanı Ankara’da, İran’ın nükleer çalışmalarını tehdit algılaması içinde zikredebiliyor. Türkiye nerede dursun?
Ak Parti iktidarının önemsediği Arap dünyası ile olmazsa olmaz ilişkiler, Türkiye’de bir çevrede hep alerji oluşturuyor. Suudi Kralı’na yönelik, diyelim Almanya’da hiç de dikkat çekmeyen protokol esnekliği, (ya da hadi diyelim yanlışlığı) Türkiye’de “Arap karşıtlığı”nın veya “Ak Parti’nin Arap dünyasına karşı zaafı”nın bir göstergesi gibi algılanabiliyor. Yani İslam dünyası diye bir olguyu “stratejik zenginlik” olarak geliştirme imkânları için bile önce iç kamuoyundaki barikatları aşmak gerekiyor. Kaldı ki İslam dünyası da, bu ilişkilere her zaman çok sağlıklı eşlik etmeyebiliyor. (Kaddafi’nin çadırdaki skandalla Türkiye’nin bilinç altına döşediği çirkinlik bunun tipik örneği.)
Büyük oynamak Türkiye’ye yakışıyor. Artı, Türkiye’nin olmazsa olmazı. Ama her şeyden önce devletin tüm kurumlarının ortak vizyonu gerekli, yani önce iç insicam şart. Yoksa riskli coğrafya her türlü riske açık.
Bugün, 14.11.2007
|