PKK tarafından esir alınıp bırakılan 8 askere ilişkin gelişmeler medyada giderek öne çıkıyor. İlk günlerde sergilenen çekingen tavırdan uzaklaşılıyor.
İyi gelişmeler bunlar. 12 yıl önce yaşanan benzer bir olayda benzer bir tavır sergilenmemişti. Demek ki artık bu tür olaylar Türkiye’de de sorgulamadan muaf tutulmuyor-tutulamıyor.
Van Jandarma Asayiş Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nin olaya ilişkin soruşturmayla ilgili yayın yasağı getirmesi, tabii ki, sözünü ettiğim sorgulamanın sadece mahkeme faslını ilgilendirmektedir. Askeri Mahkeme kararında her ne kadar “...soruşturmaya konu olayla ilgili olarak yazılı ve görsel basın ve medya kuruluşlarına yayın yapma yasağı”nın gerekli görüldüğü belirtilmiş olsa da, bu satırlardan yasağın “olay”ın “dava dosyası” dışında kalan etik ve politik yönü üzerine ilişkin yorumları kapsamadığı açıktır.
Bizi de zaten asıl işin bu yönü ilgilendiriyor. Kimin mermisi bitti, kimin tüfeğinin namlusu şişti gibi sorularla uğraşmak bizim işimiz değil zaten.
Olay henüz çok taze iken yayımladığım yazıda, iade edilen 8 askerin o vakte kadar ortada dolaşan haber ve yorumların da etkisiyle, ailelerini de kapsayabilecek büyük bir psikolojik linç tehdidiyle karşı karşıya olduklarını söylemiştim. Bu gençler, haklarında soruşturmaya gerek duyulmasa bile, köylerine, mahallelerine ve hatta evlerine vardıktan sonra açık ya da kapalı farketmez, mânalı bakış, söz ve jestlerin muhatabı kılınabilirlerdi.
Yazılı ve görsel medyanın yirmi yılı aşkın süredir usanmadan tekrarladığı “bütün çocuklarımı şehit yapacağım” klişesinin de küçümsenmemesi gereken etkisiyle, büyük bir “suç” işleyerek evlerine sağ dönebilmiş olan bu gençler –bakarsınız- kimi aile yakınlarının bile kendilerine müstehzi tonda sorular yönelttiği “vebalılar” konumuna düşebilirlerdi.
Dün bir gazetede yer alan bir haber, 12 yıl önce kaçırılan askerlerin hâlâ normal hayata dönemediklerini söylüyordu. Devletin ve çevrenin tepkisiyle karşılaşan bu askerlere iş verilmemişti; içlerinden bazıları psikolojik tedavi görmek zorunda kalmıştı.
Neyse, 8 askerin mahkemece suçsuz bulunup bir an önce cezaevi önünde bekleyen anababalarına kavuşmasını dileyelim. (Babalardan birisi şöyle demiş: “Hem gidip askerlik yapacaksın, hem esir düşeceksin, sonra Türkiye’ye gelip tutuklanacaksın. Böyle olmamalıydı.”)
Bu arada USAK Başkanı Sedat Laçiner’in şu yerinde sözlerini de hatırlayalım: “Esir düşmek suç değil, bunu çok net belirtmek lazım....”
Şimdi de isterseniz Askeri Mahkeme’den askerleri suçlu bulan bir karar çıktığında karşılaşmamız ihtimal dahilinde olan gelişmelere ilişkin fikir yürütelim:
Bu muhtemel gelişmelerin birincisi dosyanın Askeri Yargıtay’ın önüne gelmesidir. Bana göre, Askeri Yargıtay bu dosya önüne geldiğinde, hakkını mutlaka yeterince verecektir. Niçin, nereden çıktı bu, nasıl varıyorum bu kanaata? Şunun için:
Geçen ayın ortalarında Askeri Yargıtay’dan çıkan müthiş bir karar vardı, bilmem hatırlıyor musunuz?
İnanılır gibi değildi; medyada üzerinde ne hiksetse hiç durulmadı, şöyle bir değinildi o kadar. Oysa bana göre “devrim” niteliğinde bir karardı bu. Karar beni, bugüne kadar “kışla dayağı” konusunu kimbilir kaç kere önünüze getirmiş birisi olarak, ziyadesiyle memnun etti doğrusu.
Askeri Yargıtay 1. Dairesi, ensesine tokat atan astsubayın elini tutarak “Yeter artık, biz buraya askerlik yapmaya mı geldik, dayak yemeye mi geldik” diye tepki gösteren asker hakkında verilen mahkûmiyet kararını bozmuştu.
Askeri Yargıtay astsubayın dayak attığı onbaşının “Yeter artık!” diyerek itiraz etmesini askeri mahkemeden çıkan karara katılmayarak bozarken bakın ne diyordu:
“Fiziki şiddet uygulayarak sanığın önce ayaklarına, sonra ensesine canını acıtacak şekilde vurması karşısında, sanığın hareketsiz kalması beklenemeyeceğinden, canının acıması nedeniyle gösterdiği tepkisel hareket ve suç teşkil etmeyecek şekilde durumunu belirtecek şekilde söylediği sözlerle suç kastının bulunmadığı anlaşılmakta (...) hükmün esastan bozulmasına karar verilmiştir.”
Görüyorsunuz; askeri mahkemenin “kışla dayağı”nı vazgeçilmez bir disiplin aracı olarak değerlendiren kararı Askeri Yargıtay’dan dönmektedir.
Keşke Askeri Yargıtay bu kararın kopyalarının büyük afişler şeklinde basılarak “kışla duvarları”na asılmasına da hükmetseydi de yedikleri tokatları içlerine bir türlü sindiremeyen er ve erbaşlar “adalet”in bu ülkeye de –nihayet– uğradığını gözleriyle görüp teselli bulsalardı.
Görüyorsunuz, karamsarlıkta ısrar etmemeliyiz artık... Türkiye de “medeni bir ülke” olma yolundadır artık...
Yeni Şafak, 14.11.2007
|