Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 12 Kasım 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

Güvenlik değil, özgürlük siyaseti

Fikret Bila, önemli bir hizmeti yerine getirdi; PKK ile mücadeleyi ve Kürt sorununu “genelkurmay başkanı” veya “kuvvet komutanı” olarak görev yapan emekli askerlerle konuştu. “PKK ile Geçen 24 Yılın Komutanları” başlıklı dizi, gerek konuşanların -samimi oldukları intibaını uyandırdıkları- özeleştirilerini içermesi ve gerek zamanlaması itibariyle son derece önemlidir. Zira bu diziye yansıyan görüşler, hem geçmişte yapılan hatalarını deşifre edilmesine katkı sağlıyor, hem de bugüne ve geleceğe dair politikaların belirlenmesinde dikkat edilmesi gereken hususları işaret ediyor.

Bila’ya konuşanlardan eski Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman, 1938-1970 yılları arasında Kürt sorunu ile bağlantılı herhangi bir faaliyetinin olmadığına dikkat çekiyor ve Kürt kimliğine ilişkin taleplerin 1970’en sonra DDKO (Devrimci Doğu Kültür Ocakları) ile belirmeye başladığını söylüyor. Yalman’a göre bu dönemde Kürt sorunu kendini “ifade etme” isteğinde gösteren “saf bir sosyal sorun”dur. Kürtler “dilini konuşmak, şarkısını, türküsünü dinlemek istiyor, kültürünü yaşamak istiyor... Bir şekilde sosyal-siyasal alana çıkmak, o alanda yer tutmak istiyorlar.” Yalman, “eğer Kürt sorunu henüz bu boyuttayken bazı sosyal önlemlerin alınmış olsaydı, sorun bu derece büyümeyecekti” kanaatini taşıyor. “Ancak” diyor Yalman, “ bizler o dönemde, ‘Kürt yoktur’ diye eğitilmişiz. Kürtleri, Türklerin kolu olarak görüyoruz. Ortalıkta işte dağlarda gezerken, karda yürürken kart-kurt sesleri çıktığı için Kürt denilmiştir, gibi tarifler dolaşıyor. O dönemde sosyal istekleri bile biz ‘yıkıcı faaliyetler’ kapsamında görüyoruz.”

En masum insani taleplerin dahi bölücülükle yaftalanıp en ağır cezalara çarptırıldığı 1978-1984 aralığındaki olarak uygulamaların “hata” olduğunu itiraf ediyor Yalman. Söz konusu dönemin baskın rengi ise hakidir. Çünkü 1978-1980 arası sıkıyönetimle geçiyor, 1980’den sonraki dört yılda ise cunta yönetimi tüm vahşetiyle çöküyor Kürtlerin üzerine. Vahşet bölgenin dört bir yanında kol geziyor ama ete-kemiğe büründüğü yer Diyarbakır Cezaevi oluyor. Burası, insanların kendi dışkılarını yemeye zorlandıkları, işkence için kedilerle aynı çuvala sokuldukları, komutanın köpeğine selam durdukları, Türkçe bilmeyen ve Kürtçe de konuşmalarına izin verilmeyen anne-babalarıyla el-kol işaretleriyle konuşmaya mecbur bırakıldıkları bir cehenneme dönüştürülüyor. Öyle bir cehennem ki, gençler, insanlıktan nasiplenmemiş cuntanın zulmüne ve aşağılamalarına maruz kalmaktansa bedenlerini ateşe vermeyi tercih eder hale geliyorlar.

Yalman’dan sonra Bila’ya görüşlerini aktaran 80 cuntasının başı Kenan Evren, bu vahşeti sadece 80 öncesinde mahkûmların gadrine uğrayan gardiyanların intikam alma hissine bağlarken hiç de inandırıcı olmuyor. Ama Evren bu konuşmada vahim bir hatalarını kabulleniyor. Diyor ki “12 Eylül’de bir hatamız da Kürtçeyi yasaklamak oldu. Kürtçe konuşmayı yasakladık. Şöyle yasakladık: Konuşmalarda, mitinglerde, şurada burada Kürtçe konuşulmayacak. Okulda filan Kürtçe tedrisat yapılamaz dedik... Ama biraz ağır yasak koyduk. Sonra bu yasak kaldırıldı, ama hataydı. Hata olduğunu sonradan anladım.” Dünün -Kürtlere annelerinden öğrendikleri dili bile yasaklayacak kadar gaddarlaşan- Evren’i bugün nedamet getiriyor, Güneydoğu’da görev yapacak devlet memurunun Kürtçe bilmesi gerektiğini ifade ediyor ve ekliyor: “Katı tutumla olmaz bu iş.”

Emekli silahlandırılmış bürokratların şimdi “hata” olarak gördüklerini geçmişte neden ısrarla uyguladıkları da, kendilerine “yanlış yoldasınız” diyenlere reva gördüklerinin hesabının sorulup sorulmayacağı da bir bahsi-diğerdir. Bu röportajlarda asıl çıkarılması gereken ders, Kürt sorununun mutlak bir askeri zihniyetle çözümünün imkânsız olduğunun bizatihi emekli askerlerce kabul edilmiş olmasıdır. Kürt sorununun salt bir asayiş problemi olarak algılanması ve buna bağlı olarak çözümün de sadece asayişi gözeten yöntemlerde aranması, sorunun şiddetin fasit dairesine girmesine neden olmuştur. Bir başka ifadeyle, bugün eğer Ağustos 1984’te Eruh ve Şemdinli’de başlayan ve birçok ocakta yürek dağlayan ateş söndürülememişse, bunda en büyük pay Evren’in, Yalman’ın ve benzerlerinin yürütücüsü olduğu politikalardadır. Bu tespit aynı zamanda bundan sonra izlenmesi gereken yolu da işaret eder. Kürt sorununun daha fazla kanamaması için yapılması gereken; öncelikle karşımızda “etno-politik” bir sorunun olduğunu kabullenmek, otoriter bir milliyetçilik anlayışının ve herkesi benzeştirmeyi hedefleyen güvenlikçi yöntemlerin bu sorunu çözme kabiliyetinin olmadığını görmek ve en önemlisi çözüm için siyasal ve sosyal taleplere odaklanmış özgürlükçü bir siyaset yürütmektir. Ne demişti Evren: “Katı tutumla olmaz bu iş.”

Yeni Şafak, 11.11.2007

Dr. Vahap COŞKUN

12.11.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler

Başlıklar

  Baykal, generaller ve ‘Kürt sorunu’

  Şahinlere bir şeyler oluyor

  Güvenlik değil, özgürlük siyaseti

  Bu el çabukluğu kimin marifeti?

  Kart kurt diye diye...


 Son Dakika Haberleri