Geçtiğimiz günlerde emekli komutanların pek çoğumuza “Hayırdır, şahinlere bir şeyler oluyor” dedirtecek cinsten açıklamalarını dinledik art arda.
Aslında şaşırtıcı açıklama furyasının Org. Başbuğ’la başladığını unutmamak lazım. Başbuğ’un “Dağa çıkmayı engelleyemedik, bu konuda başarısızlığımızın sebeplerini konuşmalıyız” mealindeki açıklamasına bir nev’i “öncü” açıklama da diyebiliriz.
Ardından Hilmi Özkök’ten, Aytaç Arman’dan (Yalman) ve hatta Kenan Evren’den şimdiye kadar duymaya pek alışık olmadığımız türden değerlendirmeler dinledik.
Hilmi Özkök, yıllarca meselenin “yoksulluk” meselesi olarak ortaya konulmasının yanlışlığına değiniyor, Kürt sorununun inkârının bir yere götürmediğini vurguluyordu.
Aytaç Arman (Yalman) dilini konuşmak, şarkısını, türküsünü dinlemek kültürünü yaşamak isteyen Kürtlerin baskıyla sindirilmeye çalışılmasının sorunu nasıl azdırdığını anlatıyordu uzun uzadıya.
Ardından Kenan Evren de kervana katılıyor, Diyarbakır Cezaevi’ndeki işkencelerden haberi olmadığını söylese de, fikir düzeyinde o da benzeri sözlerle özeleştiri yapıyordu.
Biz daha, “Ne oldu böyle birdenbire, nasıl oldu da hepsi birden bir zamanlar söyleyenleri hain ilan ettikleri lafları etmeye başladılar” derken, şaşırtıcı bir tutum değişikliği de Baykal’dan geldi.
Düne kadar iktidarı köşeye sıkıştırma uğruna ateşli savaş taraftarlığına soyunan; Kuzey Irak operasyonunun mutlaka Barzaniyi de hedef alması gerektiğini savunan Baykal, birdenbire sürpriz bir açıklamayla tam tersi şeyler söylemeye başladı. Kuzey Irak yönetimiyle iyi ilişkiler kurulmalı, Iraklı gençlere Türkiye’de eğitim imkanı sağlanmalı, ekonomik ambargo bir yana, ticari ve ekonomik ilişkiler daha da güçlendirilmeliydi!
* * *
Şahinler kanadında ortaya çıkan bu tutum değişikliğinin iç ve dış kaynaklı çok çeşitli sebebi olabilir. Ama hemen akla gelen temel sebep hiç kuşkusuz, devletin bu kesiminin de başarısızlığı daha fazla taşıyamaz hale gelmesidir. Mücadele şimdiye kadar - hemen hemen tamamen- askeri mücadele şeklinde yürütüldüğü için, ortaya çıkan başarısızlık tablosu da en fazla orduyu yıpratıyor ve besbelli ki bu da belli bir rahatsızlığa yol açıyor. Öte yandan, yükselen terör karşısında büyüyen milliyetçi tepkilerin doğrudan Kürt-Türk kardeşliğini hedef alması; Türk - Kürt çatışmasının tehlikeli biçimde kışkırtılması, hem devletin hem de toplumun her kesiminde çok ciddi endişelere sebep oluyor. Muhalif siyasi partiler de “bu işin şakasının olmadığını”, Kürt-Türk düşmanlığını körüklemenin ateşle oynamak olduğunu anlayıp daha sorumlu davranma gereği hissediyorlar belki de... Her ne ise; sebepler ne olursa olsun, görünen o ki, Kürt meselesinde farklı bir dönemi giriyoruz.
Hiç kimsenin “eski politikaları aynen sürdürelim” ısrarına cesaret edemediği; tam tersine “yeni şeyler denemek lazım” fikri üzerinde konsensus sağlamanın oldukça mümkün göründüğü bir dönem bu...
Bu koşullar, Ak Parti’nin önünde, Kürt meselesinin çözümünde cesur davranmak için şimdiye kadar olmadığı kadar uygun bir ortam oluşturuyor.
Erdoğan Hükümeti eğer bu fırsatı değerlendirebilirse, on yıllardır tıkanmış bulunan Kürt sorununa yeni bir açılım getirecek yeni bir politika paketi oluşturabilir. Böyle bir paket için gerek devlet içinden gerekse siyasi rakiplerinden belli bir destek alabilir.
Böyle bir paketle—AB’den ABD’ye, oradan Kuzey Irak’a uzanan—çok geniş bir uluslararası destek sağlayıp, PKK’nın dış desteğini büyük ölçüde yok edebilir...
Alacağı halk desteğini saymıyorum bile...
Bu ülke halkı Kürt meselesinde düğümü—tam olarak çözemese de—en azından çözmeye kalkışan bir iktidara ömür boyu minnetle bağlanır.
Tabii, eğer Ak Parti bunu başarabilirse, çok önemli bir değişim daha yaşanır Türkiye’de. Ülkenin en belalı konusunun “siyaset yoluyla” halledilmesi siyasetin gücünü muazzam artırır ve askeri vesayet rejimini son derece zayıflatır.
Bir başka deyişle, bu konuya cesaretle giren AK Parti, sadece kendini güçlendirmekle kalmaz, bütünüyle demokratik rejimi güçlendirir.
Bugün, 11.11.2007
|